Çok Gezen mi Çok Okuyan mı bilir? Bu sorunun yanıtı değişiyor fikirlere göre. Kimileri gezmenin, kimileri de okumanın daha faydalı olduğunu düşünüyor. Ben her ikisinin de farklı değerler yarattığına ve kattığına inananlardanım. Marco Polo’nun Uzakdoğu seyahati olmasaydı, Asya’nın deşifresini çok geç çözecektik. 24 yılda 24 bin 140 kilometrelik seyahatinin sonucunda sönmeyen ateşin petrol, tek boynuzlu atın gergedan olduğunu öğrendi Avrupa. Hatta kağıt paranın da ilk kez bu seyahatin sonunda Avrupa’ya ulaştığı biliniyor. Polo, eğer bu seyahate çıkmasaydı, onun anlattıklarını merak eden Kristof Kolomb belki de Amerika kıtasının kaşifi olmayacaktı. Belki de 1492’den daha geç dünya tarihine katılacaktı; yeni kıta… Gezginler kadar tacirler de geçmişte ticaret için dünyanın farklı coğrafyalarına adım attılar. Günümüz iş insanlarından binlerce yıl önce Roma’da, Mısır’da, Mezopotamya’da benzer tüccarları görmek mümkün.
Geçmişte aylarca kervanlarla yapılan bu ziyaretlerin yerini modern dünya, uçakla birkaç saatle tamamlıyor. Belki o kadar toplumun hücresine girmese de iş insanları pazar arayışlarını, toplumun ihtiyaçlarını, coğrafyanın gereksinimlerini düzenlenen bu iş gezileriyle, fuarlarla, B2B toplantılarıyla arıyor. Dünyanın gidilmedik ülkelerine adım atmak bizlere sadece turistik bilgi vermiyor aslında, bayrağımızı dalgalandıracak iş anlaşmaları yapmamızı sağlıyor. Dünyada birçok markanın hikayesi de işte bu gezmelerden, kabuğunu kırmalardan, farklı ülkelerde farklı fikir arayışları üzerine kurulu. 2012’de yayımlanan Rumen sinemasının son dönemde en fazla dikkat çeken eseri olan Dupa Dealur yani Tepelerin Ardında adlı filmin en vurucu sahnesinde söylenen “Bir yerlere giden insan, asla aynı kişi olarak dönmez” sözü aslında bu değişimin yarattığı sonuçları da hayatımıza katıyor. Gelin, gidenlerin yarattığı markalardan biri olan Toyota’nın hikayesine, seyahatin tohumunu attığı başarısının sırrına birlikte gidelim.
BÜYÜK BUHRAN’DA EKONOMİNİN MERKEZİNDE
“Toyota” Japon dilinde “Bereketli Pirinç Tarlası” anlamını taşıyor. Her ne kadar modern Toyota şirketi 1937 yılında kurulsa da, tarihi 1800’lü yılların sonuna dayanan bir köke sahip. 1894 yılında doğan Kiichiro Toyoda’nın babası Takichi Toyoda, işine sadık, eşine uzak bir hayat yaşayan basit bir mucitti. Dokuma tezgahı üreten şirkete ömrünü adayan Takichi’nin bu sadakati, eşinin evi terk etmesine neden oldu. Kiichiro, büyük dedesiyle büyümeye başladı. Ardından okul hayatı doğduğu Nagoya kentinden uzaklaşmasını sağladı. 1920’de Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nde Makine Mühendisliği’nden mezun oldu. Ardından evine dönen Kiichiro, babasının dokuma şirketinde işe başladı. Bu alandaki teknolojik gelişimi görmek adına Temmuz 1921’den Şubat 1922’ye kadar Kiichiro, San Francisco, Londra, Manchester gibi kentleri gezdi. Fransa ve Çin üzerinden ülkesine döndü. Bu onun dünyayı ilk görüşüydü. 1926 yılında kurduğu Toyota Industries Corporation’ı ile “otomatik dokuma tezgahı” üniteleriyle seri üretime başladı. Japon tarihinin “Mucitlerin Babası” olarak nitelediği Kiichiro, seyahatin verdiği hazdan memnundu. Bu kez Eylül 1929’dan Nisan 1930’a kadar Avrupa ve Amerika’yı gezdi ve o dönemde emekleme döneminde olan otomobil endüstrisinin gelecekte büyük ölçüde gelişeceğini yerinde gördü. Geri döndüğünde şirketin içerisinde otomobil üretim departmanını kurdu. Ardından 1937’de günümüz otomotiv sektörünün en önemli markalarından biri olan Toyota Motor Corporation’ı hayata geçirdi.
“4P MODELİ”Nİ, ÜRETİME KAZANDIRDI
Yılda ürettiği ve sattığı 10 milyondan fazla araç ile dünyada birinci olan Toyota, aslında bir rakamlar bütünü değil. Yarattığı “Toyota Tarzı” ekonomi modeliyle dünyanın da en önemli felsefelerinden birini oluşturdu 2001 yılında. 14 farklı ilkeyi barındıran 4P yaklaşımı şirketler, girişimciler, patronlar ve liderler için kısa bir ders aslında. Problem Çözme (Problem Solving), İnsanlar ve Ortaklar (People and Partners), Süreç (Process) ve Felsefe (Philosophy) adı verilen bu kavramlar, Toyota’nın küresel marka olmayı ve marka korumanın anlamını bizlere özetliyor. Kiichiro; teknolojiyi, pazarları, ihtiyaçları belirlemek için dünyayı görme ihtiyacı duydu. “Bir deneyelim ve görelim” sözüyle çıktığı iki büyük seyahatte edindiği gözlem ve tecrübeyle Toyota markasını kurdu. Gezmek, bazen okumak kadar değerli oluyor. Toyota, bunun en güzel örneği… Gidin, gezin, yerinde görün… Fuarlar, konferanslar, B2B görüşmeleri işte bu nedenle önemli…