Türkiye'de yaklaşan seçim gündeminden olsa gerek, tüm dünyayı ilgilendiren haberler Türk basınında pek yer bulmuyor.
Oysa Uzak Asya/Çin Denizi'nde, Ortadoğu ve Kafkaslar'da yaşanan gelişmeler, önümüzdeki günlerde yeni gerilimlerin, hatta çatışmaların habercisi olacak gibi.
Önümüzdeki haftanın uluslararası açıdan en önemli gündem maddesinin, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'in 5-6 Şubat'ta Çin'e yapacağı ziyaret olacağı açık. Blinken'in ziyaretinin, ABD Savunma Bakanı Lloyd'un geçen hafta Filinpinler'de imzaladığı askeri anlaşma ile ABD semalarında "keşfedilen" Çin istihbarat balonu olayının gölgesinde geçecek gibi.
Lloyd'un geçen haftaki ziyareti sırasında Filipinler yönetimi Amerikan güçlerine dört yeni askeri üs daha tahsis etti. Böylece Filipinler'in ABD askerlerinin kullanımına açtığı üs sayısı 9'a yükseldi. Nitekim gelişmeden rahatsız olan Çin de, Dışişleri Sözcüsü Mao Ning aracılığıyla, Filipinler ile ABD arasındaki yeni anlaşmanın "gerilimi arttırdığını, bölgedeki barış ve istikrarı tehlikeye attığını" söyleyerek, bölge ülkelerine "kendinizi ABD'ye kullandırtmayın" çağrısı yaptı.
Tüm bu gelişmeler art arda konulunca, uluslararası ilişkiler uzmanları Blinken'in Pekin ziyaretinden, ABD ile Çin arasında yeni bir barış süreci başlatmasını beklemiyorlar. Ancak yine de "yüz yüze yapılan" bu tip görüşmelerin, mevcut krizleri baskılamak açısından olumlu olduğu da aşikar.
Ortadoğu; kaynayan kazan
Önümüzdeki hafta uluslararası alanda konuşulacak konulardan biri de İsrail-Filistin meselesi olacak gibi; ABD'den İsrail'e son bir ay içinde üç kritik ziyaret oldu; Başkan Biden'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, CIA Başkanı Burns, son olarak da Dışişleri Bakanı Blinken İsrail'e gitti, Batı Şeria'ya geçip Filistinli yetkililerle de görüştü. Sadece Amerikalı yetkililer değil, bölge ülkeleri de istihbarat şefleriyle alandaydı; Mısır ve Ürdün'ün istihbarat örgütü başkanlarının da hem İsrail, hem Filistinliler'le gerilimi düşürmek için görüşmeler yaptığı Arap basınına sızdı geçen hafta.
Tüm bu hareketliliğin amacı, Batı Şeria'da mevcut Filistin yönetimine karşı özellikle gençler arasında başlayan hoşnutsuzluğun, "3. intifada'ya" dönüşmeden baskılanması. Bunu sağlamak için, özellikle Batı Şeria'da giderek etkisizleşen Filistin yönetimi güvenlik güçlerinin yeniden denkleme girmesi sağlanmaya çalışılıyor. ABD'nin bunun için hazırladığı Amerikalı General Michael Fenzel'in imzasını taşıyan bir planı bile var.
Ancak Filistin tarafı, Batı Şeria'da kağıt üstünde Filistin güvenlik güçlerinin kontrolünde olan kentlere yönelik İsrail operasyonları bitmeden, harekete geçmekten geri duruyor. Bir an önce İsrail'le koordinasyon içinde bölgedeki etkisini arttırması baskısına karşılık Abbas yönetiminde, Filistinli "kızgın gençlerin" daha da yabancılaştırılması endişesi hakim.
Kafkaslar’da sular durulmuyor
İsrail-Filistin gerginliğinin dolaylı etkisi Kafkaslar'a da yansımış durumda; İran, Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli grupların İsrail'e yönelik saldırılarına destek verirken, Azerbaycan'ın ocak ayının ilk yarısında İsrail'e Büyükelçi atama kararı alması, safların belirginleşmesinin en somut örneği. Bunu elbette Türkiye'nin de uzun bir gerginlik döneminin ardından İsrail'e Büyükelçi atamasıyla birlikte okumak gerek. Gelişmeler, İran-Azerbaycan gerilimi arttıkça, bunun Türkiye'yi de içine çekme ihtimalini güçlendirdiğini gösteriyor. Bu tip konularda doğrudan harekete geçmek yerine, "vekillerini" kullanmayı tercih eden Tahran yönetiminin Türkiye'ye "uzak dur" mesajını Suriye ya da Irak üzerinden -bir şekilde -vermesi şaşırtıcı olmaz.
Batı ile terör gerginliği
NATO'nun genişleme sürecinin de Türkiye gündeminde önümüzdeki hafta da konuşulmaya devam edeceğini tahmin etmek güç değil; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç'i dışarıda bırakıp, Finlandiya'nın üyeliğine yeşil ışık yakmasına, Helsinki'nden Ankara'nın beklediği yanıt gelmedi. Finlandiya, NATO sürecinde "İsveç'le birlikte hareket edeceğiz" ısrarını sürdürüyor.
Bu çalkantılı sürecin yansımaları ise, Avrupa'daki aşırı sağcı siyasetçilerin Türkiye'ye yönelik söylem ve eylemlerinin güçlenmesine neden olmuş durumda. Kur'an-ı Kerim yakılması olayının Şeriatla yönetilen ülkelerin değil, Türkiye'nin temsilciliklerinin kapısında yapılması, bunun somut örneği. Keza, aşırı dinci terör örgütlerinin buna karşı eylemlerinin başka ülkelerde değil de, Türkiye'de olma ihtimali üzerinden İstanbul'daki yabancı Başkonsoloslukların önlem amaçlı kapatılması da yaratılan bu atmosferin bir parçası olarak görülmeli.
Ukrayna’dan sonra sıra Moldova’da mı?
Son olarak, önümüzdeki hafta Ukrayna savaşının başka ülkeleri de kapsayacak şekilde genişleme ihtimali de uluslararası alanda tartışılacak kritik konu olmaya aday; Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, açık açık isim de vererek, Moldova yönetimini hedef aldı. Lavrov'un "Batı, ‘sonraki Ukrayna’ rolü için gözünü şimdi Moldova’ya dikti" sözleri, tüm dünyada kaşların kalkmasına neden olmuş durumda. Arabulucuk rolü, yine Türkiye'ye düşer mi? Göreceğiz...