Merkez Bankası’nın son PPK kararı metninde şöyle bir ifade yer almıştı: “Kurul, uzun vadeli Türk lirası yatırım kredileri de dâhil olmak üzere kredilerin büyüme hızı ve erişilen finansman kaynaklarının amacına uygun şekilde iktisadi faaliyet ile buluşmasının finansal istikrar açısından önemli olduğunu değerlendirmiştir. Bu çerçevede Kurul, makroihtiyati politika setinin güçlendirilmesine karar vermiştir.” Satır aralarından çıkan sonuç MB’nın TL kredilerin fazla hızlı arttığını ve istenilen mecralara yönelmediğini düşündüğü ve bununla ilgili yeni tedbirler getirmek istediğiydi. Nitekim faiz politikasının yaklaşık bir seneden beri devre dışı bırakılması karşısında makroihtiyati olarak adlandırılan faiz-dışı tedbirlere çok sıkça başvurulmaya başlanılmış durumda.
Eğer TL kredilerin artış hızı kaygı veren bir gelişme ise zorunlu karşılık oranlarının artırılması bu durumu bir ölçüde frenleyen bir çözüm olabilir. Esasen, halihazırda TL krediler için yüzde 8 olan ZK oranı çok da yüksek sayılmaz. Bu oran artırılabilir(di). Ancak, geçen Ağustos ayından itibaren giderek artan oranda bir ivmelenme varsa da, TL kredilerdeki senelik artış oranı yüzde 36,5 ile resmi enflasyon rakamının çok gerisinde. Diğer bir ifadeyle reel bazda kredilerde bir artış değil azalış bile söz konusu. (Halbuki, örneğin enflasyonun yüzde 11’lerde seyrettiği 2020 ortalarında yıllık kredi artışı yüzde 50’lere yaklaşmıştı.) Ayrıca stoklarını yenileme sürecinde anormal bir şekilde artmış olan finansman ihtiyaçlarını da dikkate alırsak, aslında üretici ve aracıların işletme sermayesi ihtiyaçlarının çok artmış olduğunu ve bunun da doğal olarak banka kredilerine olan talebe yansımakta olduğunu söyleyebiliriz. (Tabii, bu noktada kredi talebini artıran diğer bir sebep ise kredilerin faiz oranlarının yüzde 20’ye kadar gerilemiş olması.)
Bu bağlamda, geçen hafta normal ticari krediler ve ihtiyaç kredilerini hedef alan değişik bir zorunlu karşılık uygulamasına gidildi. Daha önce dünyada uygulaması olduğunu bilmediğim dış kaynaklar (=mevduat) üzerinden değil de, aktifler (=krediler) üzerinden alınacak olan yüzde 10 oranında ek bir ZK yükümlülüğü ihdas edildi. (Hatta, sene başından beri TL kredilerini yüzde 20’nin üzerinde artırmış bulunan bankalar için 6 aylık ek bir ZK daha getirildi.) Bu uygulama ile birlikte politika faizini ellemeden TL kredi faizleri bir miktar artırılmış olacak. (Ancak halihazırda faizler o kadar eksi seviyelerde ki, gene de kısa ve orta dönemde kredi kullanmak cazip kalacaktır.)
Son dönemde alınan diğer tedbirlere topluca baktığımızda otoriteler açısından asıl hassasiyet noktasının kredi artış hızından çok genel döviz dengesi olduğu söylenebilir. KKM’nin devreye sokulması, bu hesapların ticari işletmeleri ve yurtdışında mukim vatandaşları kapsayacak şekilde genişletilmesi, menkul satışları ödemelerinin TL üzerinden yapılma ve ihracat bedellerinin yüzde 40’ına bozdurulma zorunlulukları getirilmesi hep bu perspektiften değerlendirilmeli. Ayrıca bankaların müşteri hesaplarını DTH’tan KKM’ye döndürmelerini sağlamak için giderek daha da artan cezai hükümler getirilmekte. Ancak bu tedbirlerin uzun vadede ne kadar etkili olabileceği ve süreklilik arz edebileceği ciddi bir soru işareti.
Burada, maalesef ki azalması bir kenara, giderek daha da artmakta olan enerji fiyatları da döviz dengesine menfi bir etki yapmakta. Yaz aylarında gerek ısınma amaçlı enerji kullanımının azalması, gerekse de turizm gelirlerinin artması ile bu baskı bir nebze azalacaktır. Ancak sonrasında ve şirketlerin kurumlar vergisi avantajı nedeniyle açtırdıkları 6 aylık KKM hesaplarının vadesinin de gelmesi ile birlikte döviz dengesinde yeniden bir sıkışma görülebilir. Böyle bir durumda, dengelerin devamlılığını sağlamak adına yeni makroihtiyati tedbirlerin devreye girmesi şaşırtıcı olmaz.