İhracatçıları bekleyen asıl tehlike sabit kur rejimi değil

Prof.Dr. Burak ARZOVA EKONOMİDE GÖRÜNÜM

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru Nisan'da 59,77'ye yükseldi. Böylece Türk Lirası’nın (TL) reel değeri Eylül 2021'den beri en yüksek seviyeye çıktı. Aynı dönemde Yİ-ÜFE bazında reel efektif döviz kuru endeksi ise 91,64'e yükseldi. ÜFE ve TÜFE bazlı reel efektif kurdaki ayrışma ise çok ilginç bir boyuta geldi.

Nominal efektif döviz kuru (NEK); Türkiye'nin dış ticaretinde önemli paya sahip ülkelerin para birimlerinden oluşan sepete göre, TL'nin ağırlıklı ortalama değerini verir bize. Ağırlıklar ikili ticaret akımlarına göre belirleniyor.

Reel efektif döviz kuru (REK) ise NEK'teki nispi fiyat etkileri arındırılarak elde edilmekte. Reel efektif kurun artışı TL’nin reel olarak değer kazandığını, diğer bir anlatımla Türk mallarının yabancı mallar cinsinden fiyatının arttığını göstermekte. Hani bir dönem rekabetçi kur diye uydurulan bir kavram vardı ya işte rekabetçiliğin asıl göstergesi bu reel efektif döviz kuru. Yani rakiplerinize göre ürettiğiniz, sattığınız mallar pahalı mı yoksa ucuz mu buradan anlıyoruz.

Yurt içi Üretici Fiyat Endeksi; bir ülkede üretimi yapılan ve yurt içine satışa konu olan ürünlerin üretici fiyatlarının fiyat değişimlerini endeksi. Üretici fiyatından kasıt, yurt içinde üretimi yapılan ürünlerin, KDV, ÖTV vb. dolaylı vergiler hariç, peşin satışı. Bu endeks, yılbaşından bu yana (En son veri Nisan ayına ait) yüzde 17,87 artmış, yıllık artışı ise yüzde 57,68 olmuş.

Bir de Yurt Dışı Üretici Fiyat Endeksi var. Bu endeks de siparişin geçildiği andaki (varsa iskonto sonrası) malın navlun, sigorta ve yurtdışında yapılan diğer masraflar hariç mal bedeli (FOB) satış fiyatını ölçüyor. Buna göre endeks değeri, yılbaşından bu yana (En son veri Mayıs ayına ait) artışı yüzde 13,64 iken, yıllık artış oranı yüzde 65,53’ü bulmuş.

Her üç veriyi bir arada değerlendirince, hem içeride hem dışarıda maliyetlerin arttığı, sürünen kur rejimi ile ihracatçının işi çok zor olduğu gün gibi ortada.

Fakat ülke ihracatçılarının uzun dönemli geleceğini ilgilendiren bir diğer konu da Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’dır (SKDM) ya da bilinen adıyla ‘Sınırda Karbon Ayak İzi’ uygulamasının kısa süre sonra başlayacak olması.

Avrupa Birliği’nin (AB) Avrupa Yeşil Mutabakatı ile koyduğu sera gazı emisyon azaltımı hedefine ulaşılması açısından temel araçlardan birisi bu uygulama.

AB’de Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kapsamındaki karbon fiyatlandırmasının sera gazı emisyonu yüksek, enerji-yoğun sektörlerde maliyet artışlarına sebep olacağı bu nedenle de firmaların maliyet kaygısı nedeniyle üretimlerini iklim değişikliğiyle mücadele çabası AB düzeyinde olmayan ülkelere kaydırması riskine (karbon kaçağı riski) yol açacağı düşüncesi hakim.

Avrupa Birliği karbon emisyonun AB standardına çekilmesi konusunda çok kararlı. Bu nedenle bir dizi yasal düzenlemeye gittiler. ETS’nin sıkılaştırılması nedeniyle emisyon azaltımı yapamayan firmaların karbon maliyetleri de oldukça artacak.

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) Tüzük Metni, Avrupa Parlamentosu (AP) ve Konsey tarafından 10 Mayıs 2023 tarihinde imzalanmış ve 16 Mayıs 2023 tarihli ve L 130/52 AB Resmî Gazetesi’nde yayımlandı ve 17 Mayıs 2023 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi.

Ancak SKDM Tüzüğü 1 Ekim 2023 tarihinde raporlama yükümlülüğü ile sınırlı olmak kaydıyla sınırlı bir uygulamaya sahip. 01 Ekim 2023 ila 31 Aralık 2025 tarihleri arasında, mali yükümlülük doğmayacak bir geçiş dönemi belirlediler.

Bu geçiş döneminde, ithal edilen ürünlere gömülü emisyonlar (embedded emissions) için herhangi bir ücretlendirme yapılmayacak ancak 01 Ocak 2026 itibariyle mali yükümlülükler devreye girecek ve en büyük ihracat pazarı Avrupa olan Türk İmalat Sanayi ve İhracatçısı açısından rekabet edebilirliği de ortadan kaldırabilecek bir büyük tehlike kapıda bekliyor.

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması şimdilik demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen sektörlerini kapsıyor. Ancak yakın gelecekte başka sektörlerin de ekleneceği konusunda şüphe yok.

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında mali yükümlülüklerin doğacağı 01 Ocak 2026 tarihi itibariyle, düzenleme kapsamındaki ürünlerin ithalatı sadece “yetkilendirilmiş SKDM yükümlüsü (authorized CBAM declarant)” tarafından yapılabilecek. Fakat bu dönemde de ithalatın ve/veya gümrük işlemlerinin doğrudan ithalatçı firma veya gümrük müşavirleri (dolaylı gümrük temsilcileri) aracılığıyla yapılması mümkün olacak.

Konunun bundan sonraki kısmı daha teknik. Örneğin ürüne gömülü her 1 ton CO2 eşdeğeri sera gazı emisyonu için 1 SKDM sertifikasının teslim edilecek olması gibi. Bu ayrı bir yazı konusu olabilir.

Bu bağlamda; Türkiye’de ilk defa sadece sanayinin geneline yönelik kapsamlı bir sürdürülebilirlik araştırması İstanbul Sanayi Odası (İSO) ve Ipsos Araştırma şirketi tarafından ‘Sanayide Sürdürülebilirlik Eğilimi Araştırması’ adı ile yapıldı ve kamuoyunun bilgine sunuldu.

Türkiye’deki sanayi kurumlarının sürdürülebilirlik konusundaki mevcut durum ve yaklaşımlarını anlamak üzere Türkiye’de sanayinin geneline yönelik gerçekleştirilen çalışmaya 717 sanayi firması katılmış.

Araştırma sonuçları çarpıcı

Türkiye’deki sanayi kuruluşlarından yüzde 13’ü karbon ayak izini hesaplıyor. Büyük tehlike kapıda ancak ‘karbon ayak izi’ hesaplaması yapan firma sayısı çok az. Daha 1,5 sene var demeyin. Bugünden başlasa firmalar, uygulama tarihine kadar ancak ucu ucuna biter.

Sanayi firmaları, sürdürülebilirlik uygulamaları için en çok ‘Teşvik ve/veya Finansman Desteği’ne ihtiyaç duyuyor. Bu zaten Sanayinin en büyük sorunu bence. Her şeyi devletten bekleme geleneği devam ediyor gözüküyor.

Firmalar sürdürülebilirlik hedef ve aksiyonlarını etkileyen en önemli etken olarak “Kanun ve Yönetmelikler” demiş. Yani zorunluluk yoksa ihtiyaç da yok düşüncesi hâkim.

İşin diğer tarafında Kamunun konuya ne kadar hâkim olduğu, firmaları ne kadar bilgilendirdiği, bilgi desteğini ne oranda ve nasıl sağladığı hususlarını bilmiyoruz.

Hadi uygulamaya geçemiyoruz bari sürdürülebilirlik raporlaması yapalım diyen firma sayısı da çok düşük düzeyde. Araştırma sonuçlarına göre; sürdürülebilirlik konusunda kamuya açık rapor yayımlayan firmaların toplam oranı yüzde 6.

Rapor farkındalığın artması ve sürdürülebilirliğin firmalar açısından finansal olmayan raporlama kapsamında raporlanmasının sağlanması açısından çok önemli.

Raporun tek eleştirilecek yönü bence rapor sıklığının 1 yıl olması. Oysa çeyrek dönemler itibariyle yapılsa ölçmek ve eyleme geçmek konusunda ısrarcı olmak açısından daha fazla katkı sağlayabilirdi.

Yine de düşüp, yapanların akıllarına sağlık.

Tüm yazılarını göster