İddialı hedeflerimize neden ulaşamıyoruz?

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

“En büyük maliyet hedefsizliktir” genellemesine tamamen katılırım. Hedef koymadan, hangi sonuçlara angaje olduğunu paylaşmadan, yıl sonlarında 100 pozitif sonuç yaratması gerekirken 20 sonuç yaratmayı abartarak illüzyon peşinde koşan şark kurnazlıklarını asla onaylamam. Dünya ekonomisinde 10 büyük arasında yer almayı, kişi başına 30 bin dolar geliri aşmayı hedefleyenlere alkış tutarım. Hedef koymayı alkışladığım kadar, hedeflerden niçin saptığımızı da sorgularım. Bizi hedeflerimizden saptırdığına inandığım niteliksel etkenleri araştırırım; düşüncelerimi de yazıyla paylaşırım. Herkesi, paylaşacağım engelleyici etkenlerin eksik olanlarını tamamlamaya, yanlış olanı düzeltmeye çağırırım…

Veriden değer üretmenin petrolün yerini aldığı bu çağda, bilgiyi paylaşmanın sıfır marjinal maliyetle değeri nasıl büyüttüğünün farkındayım. Gelin, birbirimize katkı yaparak işe yarar verilere ulaşalım.Yetmez, uygun metotla malumatlarımızı zenginleştirelim. Daha da ileri gidelim uygun metotlarla bilgimizi artıralım. Bilgilerimizin anlaşılması için özgür bir etkileşim iklimi ve ortamı yaratalım. Anladığımız yararlı bilgilerden yani nesneler üretelim, yani iş yapma metodları geliştirelim. Sonuçta,maddi ve kültürel zenginliklerimizi artırarak insanlarımızın yaşamını kolaylaştıralım; refahlarını artıralım.

Aşığa başlıklar halinde, “iddialı hedeflere neden ulaşamadığımıza” ilişkin düşüncelerimi paylaşıyorum:

• İvedilikle aşmamız gereken “kasaba kültürünün” yüzleşme özgüveninden yoksun, pusu kuran, arkadan vuran, ilke ve kuraldan uzak, “bende olmayan başkasında da olmasın” kıskançlığından beslenen, ortaklıklar ve işbirlikleri yapmanın önünde engel oluşturan ve toplam kaynak kullanımında verimliliği düşüren engelleri aşamazsak…

• İnsanların “kim” olduklarıyla aşırı ilgilenir, “ne yaptıklarını” umursamayan, “kifayetsiz muhterislerin” önünü açan anlayışın yarattığı eş-dost kayırmacılığından kurtulamazsak…

• “Eltiler kavgası, kardeşler dırdırının” yıkıcı etkisiyle binlerce işletmenin batmasına yol açan anlayışları terk edemezsek…

• “Küçük olsun, benim olsun” diyen, bilincin en alt düzeyini yansıtan anlayışı aşarak, rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve rekabet edebilir yönetişim anlayışını içselleştiremezsek…

• Çağımızı yönlendiren temel eğilimin “bağlantıların artması, iletişimin yoğunlaşması, işbirliklerinin çeşitlenmesi” olduğu halde, “bizde ortaklık olmaz”, “çatal kazık yere batmaz”, “ortak atın beli kırık olur” diyen kültürel önyargıları kıramazsak…

• Doğru bildiklerimizi, sözlerimizi demleyerek söyleme cesareti yerine, “önde gitme asılırsın, arkada kalma basılırsın, iyisi mi durumu idare et” diyen kasaba kültürünün edilgen anlayışını birey, topluluk ve toplum düzeyinde silip atamazsak…

• Varlıklarımızın, olanak ve kısıtlarımızın ne olduğuna ilişkin “net bilgi” sahibi olmak için “dinamik envanterler” yapmaktan kaçınır, sakınır; muğlaklık ve belirsizliğe sığınma, ”şark kurnazlıklarına” alan yaratma kolaycılığını tercih edersek…

• Dünyayı, çevremizi ve kendi işimizi iyi okuyarak, “öngörme ve önlem alma disiplinini”, yani plan anlayışını yaşam biçimi haline getirmeden kaynaklarımızı aşırı pragmatizm batağında israf edersek…

• “Gözetim ve denetim disiplininin” insan doğasının boşluklarını alan önemli yönetim araçlarından biri olduğunu unutur; “Akdeniz dalgacılığı ve şark kurnazlıkları” üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel rant peşinde koşar, topluluk ve toplum olarak, yaptıklarımızı sorgulama ve sorgulatma özgüvenine erişemezsek…

• Ciddi fikirlerin yerine sloganları koyar; inovasyon, kümelenme, endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm gibi geleceği inşa etmenin önemli kavramlarının içini boşaltır; zihin bulanıklığı yaratmayı sürdürürsek…

• İnançtan düşünceye geçemez, bir bilene, bir kutba, bir hoca efendiye, bir babaya “aklımızı emanet etmeyi” sürdürür; özgür ve özgün düşünceye yönelemezsek…

• İşlerimizi alışkanlıkla yönetmeyi, analizle yönetmeye taşıyamaz; süreçleri analiz etme yerine, sonuçlara bakarak iş yapma tarzımızda ısrar edersek…

• “İlkeler kalelerimizdir” gerçekliğin dışına çıkar, ölçü koymaktan, saymaktan, kodlamadan, veri oluşturmadan, verileri malumata, malumatları bilgiye dönüştürmekten uzak durarak işlerimizi anlamamızın ve anlamlandırmamızın imkansızlığını kavramazsak…

• “Verinin” işlenerek “değere dönüştürülmesinin” zenginlik üretiminin özüne yerleştiği bir çağda ilerliyoruz. Yeni dünya düzeni, “net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma” yetkinliklerinin izini sürerek gelişiyor. Net bilgiye götüren örgütlenme özgürlüğünü artıramaz, koordinasyon yetkinliğini ilerletemez ve odaklanmayı beceremezsek…

• Erişebildiği kaynakları etkin ve verimli kullanma yetkinliğini geliştiremez; dışarıdan bulduğumuz kaynakları kısa vadeli hesapların peşine heba edersek…

• İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlünü ayırmaz, siyasi ve diğer anlamdaki çıkarlar için inanç özgürlüğünü istismar edersek…

• Olay ve olguları yönlendiren genel eğilimlerin fırsat ve tehlikelerinin farkında olmaz, kendi olanak ve kısıtlarımızı nesnel değerlendirmezsek…

• Kurumlara, topraklara ve devlete küsülemeyeceği bilincine ermez, kapsayıcı kurumlara sahip çıkma cesaretini gösteremezsek…

• Dünyanın en tehlikeli tutumu olan “kendi yanılmazlığına inanananların” peşinde sürüklenirsek…

• Piyasa üst göstergelerini tartışmaya zamanımızın yüzde 90’inden fazlasını harcar, dip dalgaların tartışılmasına gerekli zamanı ve emeği ayırmazsak…Gazete sütunlarında, tv ekranlarında, sosyal medya iletimlerinde düşünce geliştiren konulara yer verme sorumluluğunu yaygın hale getiremezsek…

• Yedi büyük günahtan bir olan “aç gözlülük ve sorumsuzluk” peşinde olanları caydıramaz, “yapanın yanında kar kalıyor” algısını kıramazsak…

• Kaynakların kıt olduğu gerçeğini unutur; bir kovboy mantığıyla hesapsız, kitapsız,ölçüsüz,fizibiliteleri iyi hazırlanmamış gelişi güzel kaynak harcamalarını sürdürürsek…

• Farklı seçimleri olan ve gelecek inşa etme iddiası taşıyan liderler yetiştiremez, popülizmin peşinde sürüklenen liderlerin ardından sürüklenirsek…

• “Kibir ve üstünlük inancını” söküp atmaz, “kendimize ayna tutma” olgunluğunu gösteremez, yaptıklarımızı abartır; “yanılmazlık” batağına saplanırsak…

• “Takdir edilme ve şöhret çılgınlığının” peşinde sürüklenir; zamanın tanıklığında, gücün yarattığı şöhretin yerle yeksen olabileceğini düşünmezsek…

• Sistemin önemini anlamaz; düşünce sistemleri, inanç sistemleri, eğitim sistemleri, ticari sistemler, finans sistemleri, bilim ve teknoloji sistemleri; sosyal, siyasal ve kültür sistemleri, yönetim sistemleri ve hukuk sistemlerinin bütünlüğünden oluşan “sistemler sistemini” kavrayamazsak, bütün çabalarımızda “sistem etkileşimini” analiz etmezsek..

• Yapısal reform dediğimiz zaman; fiziki varlıklarımız, ekonomik üretim yöntemleri ve ürünler, finansal araçlar, mali dengeleri, hukuk sistemini , siyasi ürünler, sosyal ve sınıfsal oluşumları bir bütün olarak ele almazsak…

• Ahlâklı olmak, insanın hak ve hukukuna saygılı olmaktır. Ahlaklı olmak ayrıntı dinamiklerini kavramak, olay ya olgular hakkında net bilgi sahibi olmaktır. Ayrıntı bilgisi olmadan bir olay ya da olgu karşısında “yana” ya da “karşı” tavır koyma sığlığını aşamazsak…

• Toplumsal yaşamda “güven” olgusundan daha güçlü bir enerjinin olmadığını kavramazsak. İnsanların hak ve hukukunu korumak için, “kanun önünde herkesin eşit” olduğu algısını toplumun derinliklerine sindiremezsek. Hakimlerin bilgi ve uzmanlıklarının yeterli kılarak zihni bağımsızlıkları gibi özlük haklarında da bağımsızlıklarını koruyamazsak… Yürürlükteki kanunları eleştiri hakkı vardır; ama uymama hakkı yoktur diyen “hukukun üstünlüğü ilkelerini” hep birlikte içselleştiremezsek…

• İnsan ömrünün sonlu ve kısa olduğunu, o nedenle bireylerin kısa ömürlerine çok şey sığdırma eğiliminde olacağını anlamazsak… İnsanların oluşturdukları toplumların ömürlerinin görece çok daha uzun olduğunu kavramazsak… “Mehmet ile memleket çıkarlarının her zaman örtüşmeyeceği” gerçekliğini içimize sindiremezsek…“İyi yönetişimin” temel kuralının “Mehmet’le memleketin çıkarlarını dengeleme” olduğunu zihnimizde meşrulaştırmamışsak…

• Genel bakış açısı ve davranışlarımız yönlendiren, üretmenin büyük gücü olan ayakları yere sağlam basan hayallerimizi de yok edersek…İddialı hedefler belirlesek de yaratmak istediğimiz sonuçlara ulaşamayız….

Bir kez daha herkesi, bu yazı kapsamında paylaşılan genellemelerin eksiklerini tamamlamaya, yanlışlarını düzeltmeye çağırıyorum.Bilginin paylaşıldıkça büyümesini, söylenmiş güzel bir söz olmaktan öteye, yaşam biçimi haline getirelim, diyorum.

Tüm yazılarını göster