Hayvan deneyi yapan markaları reddetmek, tercih etmemek ya da öyle gözükmek hayatın günlük akışı içinde yükselen trend, bireyi “elit” gösteren bir davranış şekli. Gönülden yapanlar ile diğerleri ilk bakışta net ayrılamasa da hayatın akışı içinde er ya da geç herkes kendini ele veriyor. Markalar tarafından bakınca konu daha farklı, açıklamalarının gerçekliği için kıymeti kendinden menkul demek gerek, başarıları beyan usulü. Yerinde tespit mümkün değil. İletişimleri kadar iyi gözüküyorlar.
Bununla birlikte hayvanlar üzerinde test yapılmasına karşı olan bizler, insan deneyleri konusunda bir fikre sahip değiliz. Yüzleşmenin zamanı mı acaba diye sorabilir miyim? Yıllardır yaşamımız, yokmuş gibi davrandığımız ya da bilmezlikten gelerek konforumuzu tehlikeye atmadığımız gerçek insan deneylerinden elde edilen öğretiler üzerinden ilerliyor. Özetle, sahip olduğumuz ya da olmak istediğimiz değerler, yaşanmış acılar üzerinden gerçeğimiz oluyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 21 Eylül’de kısmi seferberlik ilan etti, daha önce savaşa gönderdiği Rus askerlerinin tank, tüfek, üniforma ne varsa olay yerinde bırakıp kaçtıklarını okumuş, fotoğraf ve videolarla izlemiştim. Seferberlik kafamı karıştırdı diyemeyeceğim ama başkaca bir sorgulama sürecine girmeme neden oldu. Haber yayınlandığı anda, hepinizin bildiği gibi Rusya’dan o ana kadar protesto niteliğindeki çıkışlar, can havliyle kaçmaya dönüştü. Çoğu eğitimli, çalışma çağında ve profesyonel genç erkek nüfusundan ne kadarının sınırı geçtiği tahminlere göre yüzbinler…
Rusya’dan panikle çıkış yapanlar, savaşa, öldürmeye ve ölmeye “rıza” vermeyenler. Rıza çok önemli bir durum. Savaşlar insan deneylerinin yaşandığı canlı ve kanlı laboratuvarlar. Resmi olmayan savaş alanları da var, Afganistan’da, Afrika’da, göç yolunda Ege’de… konuya bu şekilde yaklaşınca, sağım solum sobe.
Bir insan deneyi de yakındaki İran’da türban yüzünden baskılanan kadınlar üzerinde gerçekleşiyor. Türkiye’de kadın ise farklı grupların sevdiği kobay türü; iktidar, muhalefet, eş koca ve sevgili sarmalında deneme tahtası olan kadınlar kobay olarak kullanılan canlıların başında geliyor. Devlet hastanelerindeki doktorlar ve müzisyenler de insan deneyine eklenenler arasında. Acıya, aşağılanmaya, korkuya karşı dirençleri deneniyor. Kobay olmak için her zaman resmi bir savaş gerekmiyor. Her zaman bilimsel bir yaklaşımı ya da mantıklı bir nedeni de bulunmuyor.
Bu yazının temel konusu olan bilimsel insan deneyi örnekleri paylaşmak, kobay insanların bilim ya da gücü elinde bulunduranların talepleri uğruna neler yaşamış ve yaşamakta olduklarını göstermek isterim.
Amerikalı gazeteci-yazar Malcom Gladwell “Revisionist History” başlıklı bir Youtube programı hazırlayıp sunuyor. Çok satan kitapların yazarı, farklı bakış açısı ve sosyal araştırma yorumlarıyla dikkat çeken Gladwell’in 2’nci Dünya Savaşı yıllarına ait kobay insanlar üzerine yaptığı programda ortaya çıkan gerçeklerle yüzleşince etkilendim, utandım, üzüldüm... bu çalışmaların iletişimle paketlenmesini de bir iletişimci olarak kan dondurucu nitelikte buldum. Şöyle de ifade etmek isterim, bugün daha kaliteli yaşıyor hatta şımarıkça tüketmeye devam ediyorsak, “rıza”ları şüpheli insan kobayların gördüğü zulüm sayesinde oluyor.
Minnesota Üniversitesi’nin kampüsü içinde yer alan futbol stadyumunun alt katı 1944 yılında enteresan bir insan deneyine ev sahipliği yapmış. Döneminin popüler tıp doktorlarından Ancel Keys 36 sağlıklı erkeği “rızalarını alarak” ülkeleri ve insanlık için büyük katkı verecekleri bir deneye katılmaya ikna etmiş.
Amerikalı 36 genç erkeğin tanımını yapayım öncelikle; bunlar 2’nci Dünya Savaşı’na giren ABD, seferberlik çağrısı yapınca, savaş karşıtı olup, çağrıya olumsuz yanıt verenler. Önlerindeki seçenekler, kaçmak, yakalandıklarında savaş suçlusu olarak hapis cezası almak, toplumsal baskı ve aşağılanmayla karşı karşıya kalmak, savaşa gitmek yerine geri hizmette kalarak toplumsal sosyal projelere gönüllü katılmak. Geride kalanların çoğu inşaat işçiliği, temizlik hizmetleri gibi insan yaşamı için ivedi katkısı olmayan, albenisi düşük, hatta sevimsiz konular olduğundan… iletişim yeteneği yüksek olduğundan milli değer ve menfaatleri öne çıkarıp güzelce paketleyen Dr. Keys’in kobayı olmayı severek kabul etmişler.
Bir yıl süren deneyin konusu, açlık. Yıllar sonra “Hunger Games” gibi popüler filmlerin seyirci rekorları kırmasını düşünecek olursanız, insan üzerine oynanan her tür oyun ilgilerin en büyüğünü çekiyor. Keys’in Açlık Oyunları insan bedeninin sınırlarını test etmek üzere kurgulanmış. Açlığa dayanma koşulları test edilmiş. Oyunlara gayet sağlıklı başlayan gençler, giderek erimiş, küçülmüş ve hatta yok olma noktasına kadar gitmiş. Hayatta kalanlarla yapılan söyleşiler son derece çarpıcı, detaylarını kaynağından dinlemenizi öneriyorum. Ben özetle yaşadıkları en hafif etkinin yaşamlarının geri kalanında yeme alışkanlıklarının ve metabolizmalarının bozulması, organların zarar görmesi olduğunu ifade edeyim. Deney sırasında, aralarında sinir bozukluğu ile kendisini baltayla doğrayacak kadar ileriye giden deliliklere kapılanlar olmuş. Özetle, ulvi değerlerle çıktıkları yolda insanlıktan çıkmışlar.
Hikaye içinde hikaye söz konusu. 36 genç bir süre sonra meşhur Keys deneyinin aslında barış için değil, savaş için yapıldığını, deneyin Amerikan ordusu tarafından sağlanan finansmanla yürütüldüğünü keşfetmiş. Deneyi bırakmak, yaşama “savaş kaçağı” olarak dönmek anlamına geleceğinden çareyi bu deneye devam etmenin koşulu olarak kendi deneylerini dizayn etmekte bulmuşlar. Özetle bir deri bir kemik ve yarı deli bu gençler kilise fonu almayı başararak 2’nci Dünya Savaşı bir gün sona erdiğinde yarattığı tahribat hemen geçmeyeceği, milyonlarca insanın yıllar boyu açlık sınırında yaşamaya mahkum kalacağı, açlıktan tokluğa geçme düzeninin kendi bedenleri üzerinde denenerek, insanın ihtiyacı olan kalori ve vitaminlerin keşfi için fiziki varlıklarını ayrıca bir deney konusu yapmaya karar vermişler.
Kobaylar kendi deney sonuçlarını çalışma biter bitmez bir kitapçık olarak yayınlamış olsalar da Keys’in sonuçları 5 yıl sonra kamuoyuna o da sınırlı açıklanmış. Detaylar ABD Kongre arşivinde yer alıyor. Büyük bir araştırmacı gazetecilik eseri olarak gün yüzüne çıkarılan bu çalışma 50 yıldır dünya beslenme ve diyet endüstrisinin temelini oluşturmakla kalmıyor, meğerse sessiz sedasız dünya üzerindeki neredeyse bütün ulusal silahlı ordular tarafından kullanılmaktaymış; “Keys Ration”. Sanırım deney başarılı olmuş; insan ne kadar süreyle, hangi koşullarda, nasıl aç kalır, bu koşullarda savaşmaya devam edebilir mi, öldürmeyi başarabilir mi sorularının yanıtları bulunmuş.
Kobay insanların iç içe girmiş dramı bir iletişim fenomeni. Enformasyan misenformasyon, dezenformasyon... İletişim ne kadar başarılıysa konular o kadar gizli ya da gün yüzünde, sıradan ya da şaşalı, iletişim ne kadar iyiyse konular o kadar gizli, hakikatler o kadar manipüle edilmiş…
Bana üzerinde düşünecek çok farklı fikirler veren bu deneyi, Gladwell’in giriş yazısı ile toplam 3 bölümden oluşan diziyi incelerken aklımdan türlü insanlık halleri geçti. Örneğin Covid 19 salgını üzerinden yaşadıklarımız... Bir yandan müthiş bir dezenformasyon ve aynı şiddetle bilgi akışı içinde korku tüneli misali, neredeyse 3 yılı bulan bilinmezlik içinden geçiyoruz. Rızamızla ve rızamız dışı olduğumuz aşılar bir yana, salgının ilk aylarında yanlış olduğu sonradan ortaya çıkan tedavi metotları ile ilaç kullanımı yüzünden pisi pisine ölenler de kobay değil miydi? Yaşama tutunsalar da o günlerin fiziki ve ruhsal izlerini yaşamlarının geri kalanında taşıyacak olan milyonlar da kobay sayılmaz mı? Aşı olanlar ki, hastalığı hafif semptomlarla geçirdikleri için şanslı olan bu kesim, yavaş yavaş kanserden kalp yetmezliğine, pek çok organda yarattığı etkileri öğrendiğinde endişe dolu bir serüvene geçerken kobay diye tanımlanabilir mi?
Minnesota deneyine dönecek olursam, Gladwell temel birkaç soru üzerinde duruyor; insanı kobay olarak kullanmayı tartışmaya açıyor, yapılan deneylerin sonuçlarını kullanmak ne kadar ahlaki bir durum diye soruyor. Araştırmanın bugün ortaya koyduğu en önemli konu ahlak!
Çalışmanın detaylarına girdiğinizde Pandoranın Kutusu’nun aralanıp, insanın ölüme en yakın anlarından açlık dışında, akıl almaz başka deneylere de tabii tutulduğunu fark edeceksiniz. Biraz tarih bilgisiyle kendi kendinize bu tür ahlak ve insanlık dışı deneylerin Nazi Almanyasında meşhur -Joseph Mengele marifetiyle yapıldığını düşünebilirsiniz.
Gladwell de anladığım kadarıyla bu yanılgıya düşmüş. Soğukkanlılıkla açlık üzerine araştırma yapabilecek diğer grup ve kişileri ararken hedef şaşırmış. Tarih derlemesinin bu kısmı tüyler ürpertiyor. Nazi Almanyasında Yahudi bilim insanlarının yaptığı açlık araştırması tarihin kan donduran sayfaları arasında yerini alıyor.
Polonya 1940 yılında Alman orduları tarafından işgal edilince, bu ülkede yaşayan Yahudileri büyük bir zulüm bekler. Kamplara alınan Yahudilerin arasında bir grup, bugün Varşova Araştırması olarak bilinen açlık belgesinin altına imza atmış cesur insanlar.
Bir grup Yahudi bilim insanı kampta aç bırakılarak ölüme terk edilirken, bu gerçek altında kendi üzerlerinde deney gerçekleştirmeye karar verirler. İki yıl boyunca günde maksimum 180 kalori alarak aç bırakılan 28 Yahudi doktor, gün gün yaşadıklarını not alarak günümüze ulaşabilen en kapsamlı insan deneyini gerçekleştirirler. Zorunlu deney 1942 yılında, bu grup Treblinka Ölüm Kampı’na sevk edilinceye kadar sürer. Deney sonuçları Nazilerden saklanır, savaş sonrası yayınlanır. “Varşova deney sonuçlarının kullanılması ne kadar ahlaki bir durum?” sorusu tüyler ürpertiyor. Sizin bu soruyu yanıta kavuşturmanızı beklemiyorum. Her düşündüğümde kafamla kalbim arasında farklı noktalarda buluyorum kendimi.
Gerçek şu ki, yıl 1940… yıl 2022. Afili iletişim ve “etik” jargon dışında fark göremiyorum. Siz?