Yurt dışında yaşayanlar ya da sık sık yabancı film seyredenler iyi bilir. Bir kafeden, bir bardan ayrılacaksanız ve aceleniz varsa hesabı beklemeniz gerekmez; birkaç banknot çıkarıp masaya bırakır ve çıkıp gidebilirsiniz.
Fiyat değil düne, bir hafta önceye, bir ay önceye göre, bir yıl önceye göre bile çok değişmemiştir ki...
Bir yıl önceki fiyatı biliyorsanız, olsun olsun da yüzde 5 zam gelmiştir, ona göre paranızı masaya bırakıp gidersiniz.
Önceki fiyatı tam bilmiyorsanız bile bir fincan kahvenin, bir biranın fiyatını iyi kötü zaten tahmin ediyorsunuzdur, yine aynı şekilde davranabilirsiniz.
Ama Türkiye gibi enflasyonu yüksek bir ülkede yaşıyorsanız, işte hesabı masaya bırakıp gidemezsiniz; çünkü hesabın ne tutacağını bilemezsiniz.
Dolayısıyla daha önce de birkaç kez yazdığım gibi enflasyon, hesabı masaya bırakıp gidememektir. Benim için özellikle hizmetler sektöründeki yüksek enflasyon ölçülerinden biri budur.
Yüksek enflasyonun daha genel anlamdaki ölçüsü ise herhangi bir mal ve hizmetin fiyatını kestirememektir. Bu durum hem fiyatların günden güne değişmesinden, hem de Türkiye’de özellikle hizmetler sektöründe yaşandığı gibi fiyatlama davranışlarının ve algısının bozulmasından kaynaklanır.
Kablo çaydan ucuz olur mu?
Fiyat algısının ve fiyatlama davranışının nasıl bozulduğuna ilişkin birebir yaşadığım bir örneği aktarmak istiyorum.
Bilgisayarımla modem arasında zaman zaman kablolu bağlantı yapmam gerekiyor. Bunun için yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda bir ethernet kablosuna ihtiyaç duydum. Bilgisayar malzemesi satan bir yerden bu kabloyu aldım. Bir buçuk metrelik ethernet kablosu, iki ucunda soket... Fiyat, 30 lira. Çok kaliteli olmadığı kesindi ama benim de daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Ancak 30 liraya aldığım bu ürün yine de iyi kötü bir sanayi ürünü. Ana kablonun içinde küçük çok sayıda ince kablo ve iki uçta soket...
Kabloyu aldım, arkadaşlarla bir kafede buluşup çay içtim. Bir bardak çay 40 lira.
Şimdi, ya kablo çok ucuz ya çay çok pahalı!
Çaya ödediğim 40 lira normalse kablo çok daha pahalı olmalıydı.
Ya da kablo fiyatı normalse çayı çok daha ucuza içmeliydim.
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.
Mal ve hizmet fiyatları arasında bir dengesizlik mevcut ama fiyat artışı açısından da bir makas olduğu dikkati çekiyor.
Zaten Merkez Bankası’nın temmuz ayı fiyat gelişmeleri raporu da bu duruma bir kez daha işaret ediyor.
Hizmet fiyatlarındaki artış, mal fiyatlarındaki artışın çok üstünde. Merkez Bankası’nın hesaplamalarına göre temmuz ayı itibarıyla mal fiyatları yıllık bazda yüzde 53 artarken, hizmet fiyatlarındaki artış yüzde 86 düzeyinde gerçekleşti.
PPK metinlerine de yansıyor
Merkez Bankası hizmetler sektöründeki fiyat katılığına Para Politikası Kurulu metinlerinde de sürekli olarak yer veriyor ve bu katılığın enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratacak en önemli etkenlerin başında geldiğine dikkat çekiyor. Daha üç gün önce, 20 Ağustos’ta yapılan son PPK toplantısının açıklamasında bu konuda bakın ne denildi:
“Mal enflasyonu düşerken hizmet enflasyonundaki iyileşmenin gecikmeli olacağı değerlendirilmektedir. Hizmet enflasyonundaki yüksek seyir ve katılık, enflasyon beklentileri ve jeopolitik gelişmeler enflasyonist riskleri canlı tutmaktadır.”
Başa dönersek, yazımın giriş bölümünde de vurguladığım gibi Merkez Bankası da bir anlamda uzunca bir süre “hesabı masaya bırakıp çıkıp gitmenin mümkün olmayacağı”nı söylüyor.
Bu olumsuzluğu aşabilmek için enflasyonu en az üç beş yıl tek hanede götürmek gerekiyor. Türkiye’de tek haneli enflasyon 2026’da umulduğuna, onun da gerçekleştirilebilmesi pek kolay görünmediğine göre daha uzun yıllar garsondan hesap istemeye devam edeceğiz.
Aslında hesap istemekte sorun yok; daha beteri gelecek hesabı hiç kestiremiyor olmak.
Sakal-bıyık durumu!
Merkez Bankası her PPK açıklamasında gerektiğinde ek sıkılaştırmaya gidilebileceği görüşüne yer veriyor olsa da, Türkiye’nin artık daha fazla parasal sıkılaştırmaya gitmek gibi bir seçeneği yok. Bundan sonrası için beklenen sıkılaştırmanın biraz esnetilmesi, yani özünde faiz indirimi. Merkez Bankası yönetimi faiz indirildiğinde de sıkılaştırmayı sürdürmenin mümkün olduğunu söylüyor ama temel araç tartışmasız faizdeki indirim.
20 Ağustos toplantısındaki metin, önümüzdeki birkaç ay içinde de bir indirimin söz konusu olmayacağına işaret ediyorsa da, bu Merkez Bankası’nın görüşü. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda bakmışsınız çok farklı bir tablo çıkmış ortaya. Olur mu olur! Geçmişte bunun örnekleri çok yaşandı.
Ama bir de ekonominin gerçekleri var. Demiri kesen emir, kuşkusuz faizi de indirtebilir; ama o zaman özellikle hizmetler sektöründeki yapışkan ve ekonomik gerçeklerle izah edilemeyen fiyatlama davranışları daha da bozulur. Merkez Bankası da sürekli olarak “hizmet enflasyonundaki yüksek seyir ve katılık” derken haklı çıkmış olur.
Reel sektör açısından ise tam bir sakal-bıyık durumu yaşanıyor.
Faizin mevcut düzeyi maliyetleri artırıyor ve durgunluğa yol açıyor.
Faiz indirilse bu sefer de kurda yaşanabilecek artıştan kaynaklanacak bir maliyet artışı söz konusu olacak.
Merkez Bankası “Ben enflasyona bakarım, gerisi beni ilgilendirmez” yaklaşımı sergiliyor.
Siyasetçi ise olan biteni şimdilik sessizce izliyor, bakalım nereye kadar?