Bu yazının konusunda bana ilham veren sıradan bir sosyal medya açıklaması oldu. Merkez Bankası eski baş ekonomisti Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Prof. Dr. Hakan Kara’ya seçim öncesi sormuşlar “Seçim sonrası kur patlar mı?” diye… Açıklaması şöyle; “herkese ‘Hayır’ yanıtı verdim. Seçim öncesi veriler, birçoğunun bize inanmayıp döviz aldığına işaret ediyor.” Kara, tahminleri istikrarlı ve isabetli bir ekonomist, seçim sonuçlarında da günü yakaladı…
Halk neden inanmıyor, neye inanıyor?
Var mı yanıtınız? Halk neden sonucu isabetli hikâyeye inanmıyor? Bu anekdotun alametifarikasını kilit kelimeler üzerinden ifade edeyim; #inanmak #güven #tüketici #ekonomi #tahmin. Bir adet de benden #hikaye!
Sormaya devam edeyim; hurafe ne zaman hakikatin önüne geçer? Yaşadığımız ekonominin bir hikâyesi var mı? Nedir? Türkiye’nin hikâyesi ekonominin hikâyesi sayılır mı?
Hikâye yazmak
İletişimci olarak hikâyenin gücüne çok inanıyorum, hikâye yazmayı, dinlemeyi, anlatmayı seviyorum, eminim siz de en azından birini tercih ediyorsunuz. Hikâyeleri hafife alan çok, buna karşın hikâye modasına kapılan da çok. Prof. Dr. Kara da tam bunu söylüyor, o bir ekonomist, benim iletişim dilinde vurgu yaptığıma o başka yerden park etmiş.
Hikâye ekonomisi (narrative economics) nedir?
Söylence, anlatı… diye ifade edebilirim. Söylence ekonomisi, sözel kültürden kopamayan Türkler için ne de güzel bir tarif değil mi? Davranışlar ve piyasa hareketlerini, etkilerini, anlatım üzerinden inceleyen ekonomi dalı. Bireylerin ekonomik kararlarını rasyonel hesaplamalar ve verilerin yanı sıra toplumda yaygın olan hikâye ve inançlar aracılığıyla nasıl şekillendirdiklerine odaklanıyor. Söylence ya da hikaye ekonomisi, psikoloji, sosyoloji ve kültürel çalışmalardan esinleniyor.
Hikâyenin kitabını yazan ekonomist
2013 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi, Robert J. Shiller, söylence ekonomisi kavramını popüler kılanlardan. Özellikle finans piyasalarındaki balon ve çöküşleri psikolojik ve sosyal dinamikler üzerinden anlamaya çalıştığı analizlerle anılıyor. Bildiğim kadarıyla esin kaynağı olan eşi sosyal bilimci… Shiller’in, "Narrative Economics: How Stories Go Viral and Drive Major Economic Events" adlı bir kitabı geçmiş örnekler açısından iyi bir kaynak.
Klasik mi hikâye mi?
Klasik ekonomiye göre bireyler rasyonel aktörler. Öyle mi gerçekten? Neden vara yoğa inanıyorlar o zaman? Neden piyasa dengeleri arz ve talep yasalarıyla belirlendiği varsayımı üzerine kurulan klasik ekonomik davranışlara prim vermiyor?
Rasyonel veriler + toplumsal hikayeler + inançlar = Söylence ekonomisi
Anlatılar, birey ekonomik kararlarını şekillendirdikçe toplu hareketlere yol açabiliyor. Örneğin, bir yatırım aracının gelecekte büyük getiri sağlayacağına dair yaygın bir inanç, spekülatif bir balonun oluşmasına neden olabiliyor. Kaç kez gördük…
Bizim ekonomide hikâye bitmez
Türk halkı ve Türk ekonomisi açısından değerlendirildiğinde ekonomik hikâyeler ve inançların hangi tarih dilimlerinde nasıl kendisini gösterdiğini hatırlamaya çalışalım. Biz de hikâye çok, hafızalarda kalabilenleri alalım;
- “Küreselleşme hülyası” 80'lerin sonu 90'lara denk geliyor. Dünya ile bütünleşen küresel pazarda rekabet edebilir bir Türkiye’nin hikayesi. Ne kadar umut, heyecan yaratmıştı. Uçmuştuk. Özgürlük, refah vadetmişti. Yapısal dönüşümlerin olacağına inanmıştık. O günün genç Türkleri hala kendilerini aldatılmış hisseder.
- “Ekonomik kriz hikâyesi” Aralarından “Güven Kaybı”nı seçeyim. 2001’deki ekonomik kriz tokat gibiydi. Nasıl geriye düştüğümüzü film şeridi gibi gördük. Unutuldu! Yetmezmiş gibi içinden bir de övünç kaynağı yarattık. “Resilient” Türkler! Hikayenin gücünü kaçırmayın lütfen. Yabancılar bize “resilient” dedikçe, "küllerinden yeniden doğma” hikayeleriyle buluştuk. Yeniden doğmak için reform ve yeni hikayeler olmalıydı. Biz yalnızca ikinciye odaklandık.
- “Borç yiğidin kamçısı; tüket” 2010'lara uzanan bir dönem. Mutluluğu tüketimle ölçmeyi öğrendik. Bu hikâye, bizi "borçlanma”yla tanıştırdı. Zengin değildik ama harcamayı seviyorduk… Geçici mutluluk ile borçların yarattığı uzun vadeli endişe arasında bocaladık. Sürdürülemez bir yaşam tarzının hikâyesi. Biz alışverişe dalıp okumayı unuttuk. Okur-yazar olmayan çocuklar doğdu. “Smart” cihazlarla uyuştular, büyüdüler ve yazamadıkları için hikaye dinlemeye başladılar.
- Yerli ve milli 2020’lere yaklaştık… Borçla olmuyor ayaklarımız üzerinde durma zamanı ekonomisi. Hikâye sıkıcı rating yapmadı. Böylece bol soslu tepeden inme hikâye dönemi başladı. Şanlı Türk ulusunun milli ve yerli günleri hikâyesi yazıldı. Toplum, bu krizle birlikte, kendi iç kaynaklarına ve yeteneklerine olan inancını yeniden keşfedecek, milli bir dayanışma ortaya çıkacaktı, öz kaynaklara dönüş yaşanacaktı… Tam burada; hikâyelere neden inanmıyoruz diye sorabilirsiniz…
“Gelecek hikâyesi” ne olacak?
İlginçtir ki, hala Türkiye'nin geleceğine dair ön plana çıkarılabilecek güçlü yönleri mevcut.
- Yeni refah anlayışı Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve sürdürülebilir kalkınma projelerine yatırım yapma potansiyeline sahip, Sürdürülebilirlik ve Yeşil Dönüşüm başlığı yaraşmaz mı bize?
- Teknoloji-insan merkezli inovasyon Türkiye'nin genç ve teknolojiye hızla adapte olan bir nüfusu var. Eğitim ve Ar-Ge'ye yatırım yapılır, teknoloji girişimcilerine destek verilir, altyapı güçlendirilirse, Türkiye, kazanmaz mı?...
- Küresel dayanışma ve yeni ekonomik iş birlikleri Türkiye'nin klasik stratejik köprü konumu, bölgesel bir güç olma potansiyeli, küresel iş birlikleri ve diplomatik ilişkiler açısından önemli fırsatlar sunuyor. Küresel dayanışma ve ekonomik iş birlikleri hikayesi nefes aldırmaz mı?
- Toplumsal uyum ve kültürel çeşitlilik Mülteciler ve göçmenlerle sınandık. Yıkılmadık. Kendi içimizdeki çeşitliliği kucaklamak yerine yabancıları bağrımıza bastık. Doğaldır ki, sabrımız taştı. Ama öğrendik. Gerçekten resilient olduk. Çeşitliliği güç kaynağı olarak gören ve toplumsal uyumu teşvik eden zengin Türkiye'den hikâye çıkmaz mı?
Hikâyeleri köpürten iletişim ağları
Sanılanın tersine, anlamlı anlamsız haber yayan kitle medyası çağı sona eriyor. Çoğu insanın neredeyse hiç haber almadığı bir döneme dönüyoruz. Kitleler güncel olaylardan habersiz yaşıyor. İlgisizlik çok yüksek. Politika koyucular ve uygulayıcılar değişimi gözden kaçırıyor. Kendileri söyleyip kendileri çalıyor, halk hikâyeye prim vermeyince de şaşırıyorlar…
Kitle iletişiminin sonu
Herkesin haberleri takip ettiği bir altın çağ var mı bilmem. George Orwell, 28 Mayıs 1940'ta İngiliz ordusunun Dunkirk'ten tahliyesinin başladığı sıralarda şunları yazmış: "İnsanlar eskiyle kıyaslandığında savaştan biraz daha fazla söz ediyor, ama fark çok az...."
Siyasilerden “Reality Show” bile olmaz
Medya araştırma şirketi Nielsen, klasik medya platformlarının eridiğine işaret ediyor. Netflix ve YouTube kazanıyor. Meta, hala kullanıcıların en büyük platformu, buradaki haberler kullanıcıların gördüklerinin yüzde 3'ünden de az. TikTok siyasi reklamları göstermiyor. Yakında siyasi yüzleri tanıyan çıkmayacak… Reality Show olsalar yapımcıların gazabına uğrayacaklar…
Hikayesi olmayanın ekonomik fakirliği
Ukrayna ve Gazze’de yaşanan dönem savaşlarına bakın, hikâyeleriyle ve iletişim güçleriyle ne umdular ne buldular. Yedik içtik eğlendik diyen dünya, “hadi şimdi başka yere dönelim” demedi mi? Habersiz dönem için ellerinden geleni yapanlar şimdi hikâyesiz toplumların gazabına uğruyor.
Hikâyesi olmayanın hiçbir şeyi yoktur.