İmza, bir kimsenin herhangi bir belgeyi yazdığını veya onayladığını belirtmek için her zaman aynı biçimde kullandığı işarettir demiş Türk Dil Kurumu: “At imzanı, senin olduğu anlaşılsın!” Belli bir kişiye ait, ona özel bu işaretin şehirler için de olabileceği akla gelmiş ve bu konuda araştırmalar yürütülmüş. Kimi şehir ahşap kapılarıyla, kimi şehir müziği ile kimi şehir yapı tarzlarıyla. Örneğin Kudüs. Geçen hafta İsrail’deydim ve Kudüs şehrini ziyaret ettim. Neredeyse tüm binalarda “Kudüs Taşı” denen bir taş kullanılmış. Aslında 2 bin yıllık bir gelenek. Dış yüzeyler bej rengi kireçtaşı ile kaplı. Belirgin, gözden kaçması imkansız bir imza!
Sosyal medya platformlarını takip edip, inceleyerek bir şehrin yerleşik tutum ve davranışlarını analiz edenler de var; şehrin görsel imzası! İnsanlar en çok nerede fotoğraf çekiyor? En çok hangi etkinliklere katılıp paylaşıyor? “Phototrails” adı verilen proje ile sosyal medyada paylaşılan yüzmilyonlarca görsel malzemeden yararlanarak, biz buralardan nasıl bir içgörü elde ederiz diye uğraşıyorlar. 13 şehri kapsayan 2,3 milyon Instagram fotoğrafı elleçleniyor ve o şehirde bulunanların sosyal, kültürel ve politik kapıları aralanıp eylemleri hakkında bilgi derleniyor, sonuca varılıyor. Kültürel farklılıklar nasıl anlaşılır, paylaşılan fotoğrafların ardındaki hikayeler nasıl okunur? Örneğin, kullanıcı kaynaklı fotoğrafları konum, zaman ve diğer bazı görsel özelliklere göre değerlendirip belli bir zaman diliminde belli bir konum saptanıp o şehrin imzası, görsel tercihi olarak kabul ediliyor.
Bir başka platform ise Instagram’da yoğunlukla paylaşılan yiyecek fotoğraflarından yararlanıp o şehrin yeme – içme imzasını belirliyor. Belirlenen 18 gözde yiyecek (bunlar arasında bizden bir tane bile yok!) hangi şehirde daha çok rağbet görüyor, bu irdeleniyor. Londra’da hamburger, Bangkok’da macaron gibi.
Bunlardan başka şehre özgü bir işareti, imzayı saptayabilmek adına yürütülen çok ilginç bir araştırma var; şehirlerin mikrobik imzası! Her insanın kendine has virus ve bakteriler taşıdığı gerçeğinden hareketle şehirlerin bir mikrobik haritası çıkarılmaya çalışılmış. Araştırma Weill Cornell Tıp Okulu tarafından 6 kıtada, 32 ülkede 60 şehirde yürütülmüş ve 3 yıl sürmüş. Araştırma sonucunda 4,246 bilindik virüs, bakteri ve arke (tek hücreli bir canlı) saptanmış. Bunlardan 31’i incelenen şehirlerin %97’sinde bulunuyor. Ancak, saptanan 10,928 virüs ve 748 bakteriye bugüne kadar hiç rastlanmamış, kaydı yok! Örnekler toplu ulaşım, hastane gibi şehirlinin yoğun olarak kullandığı alanlardan toplanmış. Araştırmayı yürüten ekipten Prof. Christopher Mason der ki: “Her şehrin kendine özgü bir moleküler yankısı var. Ayakkabını ver yüzde 90 isabetle sana hangi şehirden geldiğini söyleyeyim.” Hem görsel malzeme hem de mikrobik araştırmanın şehir sonuçlarını görseniz siz de araştırmacıların görüşüne katılırsınız. Ben gördüm, nokta ve renk yoğunlukları ile her şehir farklı bir şekil oluşturuyor; o şehrin imzası!
Bizim şehirlerimizin de her birinin bir imzası olmalı; benzersiz, sadece ona özgü bir işareti. Eğer ki zaman içerisinde bu imzaların üstünde tepinip, eğip – büküp, karalayıp silikleştirmediysek; kime ait olduğu anlaşılmaz hale getirmediysek. Şehrin gerçeği ile örtüşmeyen bir dolu yersiz, gereksiz çaba ile vakit ve nakit harcanacağına “şehrimizin kimliğini, kişiliğini en belirgin hangi özelliği yansıtır?” diye düşünülse ve bir sonuca varılsa gerisi kolay olacak. Sonra o imzanın üstündeki toz alınacak, eksiği – gediği onarılacak, sağı – solu bezenecek, zenginleştirilecek ve sahneye çıkarılacak! Bakın bakalım, şehrinizin bir imzası var mı? Varsa ne durumda?
Haftanın Şehri: LONDRA, İNGİLTERE
Londra şehri geçmişte başka nedenlerle köşemize konuk olmuştu; taksi şoförleri, metro vagonları ile peronlar arasındaki boşluktan doğan markası “Mind the Gap” ile. Bu renkli şehir bu defa daha farklı bir özelliği nedeniyle köşemizde yer alıyor: SİS!
Sis, Londra’nın bir iklimsel imzası olarak kabul görüyor. 1952 yılında yaşanan ve tam 5 gün süren sisin soba dumanları ile birlikte oluşturduğu kötü hava sonucu 12,000 kişi hayatını kaybetmiş ve alınan ders sonucu 1956 yılında “Temiz Hava Yönetmeliği” yayınlanmış. Bu acı deneyime rağmen Londra’nın meşhur sisi romanlara, filmlere konu olmuş. Korku filmleri yönetmeni Alfred Hitchcock “The Lodger – Kiracı” filminde sisin korkutucu yanıyla seyirciyi etkilemeyi başarmış. Filmin alt başlığı “Bir Londra Sis Hikayesi”. Londra sisi başka sanatçıları da etkilemiş. Örneğin şehri ziyaret eden Claude Monet’e göre “sis olmadan Londra güzel olmaz”mış. Ressam etkilendiği bu iklimsel imzayı 3 tabloya aktarmış. Ünlü parlamento binasını sis içerisinde gösteren bir tablosu 12 milyon dolara satılmış!
Londra’nın sisi ürünlere de marka olmuş; çay, latte, dış giysi gibi. Hatta sisli günlerde düzenlenen turları bile var. Londra bu iklimsel özelliğinden yararlanmasını becermiş.
“Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr; Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...” (Örtün, evet, ey facia… Örtün, evet, ey şehir; Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi…)
Bu satırlar ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in “Sis” şiirine ait. Şair tüm umutsuzluğunu, öfkesini güzelim şehrimiz İstanbul’dan ve Boğaz’ı bir ipek tül gibi saran sisten çıkarmış. Nasıl bir ruh haliyse artık, Aşiyan’dan Boğaz’a bakarken bu “kara” şiiri yazmış. İstanbul Boğazı’nda sis muhteşem görüntüler oluşturur. Dakika - dakika şekil değiştirir, ardı ardına çekeceğiniz fotoğrafların biri diğeri ile aynı olmayacaktır. Seyrine doyum olmaz. Bir gün taksi ile köprüyü geçiyorum, şoför “abi bu şehir yoruyor, bezdiriyor da ne zaman böyle bir manzara görüyorum bütün yorgunluğumu, isyanımı unutuyorum” demişti. Anlaşılan sis bir tek Tevfik Fikret’in isyanını dindirememiş. Sisinin kıymetini bil İstanbul!