Bir ürünü üç beş yere bakmadan alan var mı içinizde? Zira fiyatlar arasındaki uçurum öylesine açılmış durumda ki, bunu yapmak zorunluluk haline geldi. Et, peynir, tavuk neredeyse ulaşılmaz noktalarda... Bir TV sokak röportajında çocuk, babasına şunu iç acıtıcı soruyu soruyordu; “Biz peynirle küstük mü?”
Konfüçyüs der ki, “Ya ip kısadır ya da kuyu derin”. Bizde ikisi aynı anda gerçekleşiyor. İp kısa; bize verilen ücretler yetmiyor. Kuyu derin; enflasyon sandığımızdan çok daha fazla yüksek. Hal böyle olunca fiyatlandırma davranış bozukluğu diye tanımladıkları iş etiğindeki çürümeye tanık oluyoruz.
Kişisel bütçe açığı kapatılamıyor
Hepimiz şahsi bütçe açığı ile karşılaştık. Buna rağmen satın almama ve yaramaz etiketleri cezalandırma konusunda adım atmış değiliz. Tüketici olarak güç birliği yapmak ve fiyatları düşürmeye yönelik kolektif çaba göstermek, bu süreçte atılabilecek en mantıklı adımlardan biri.
Yüksek enflasyonun baskısı altında, bilinçli tüketim ve israfın önlenmesi daha da önem kazanıyor. Bir tezgâhta 75 lira olan ürünü, yandaki tezgâhta 175 lira olarak görmenin hiçbir ekonomik, sosyal, ahlaki gerekçesi olamaz. Fiyatlandırmada davranışı bozulanın fiyakasını ancak tüketiciler bozabilir.
İKİ SORU İKİ CEVAP / Stratejine dair…
Enflasyon bize bir şey kazandırdı mı?
Enflasyon hayatımıza matematiğin girmesini sağladı. “5’ten 4 çıkınca 1 kalır” gerçeğini öğrendik. Şimdi her alışverişte, her bütçe planlamasında finansal okuryazarlık karşımıza çıkıyor. Enflasyon, bizleri 'homo economicus', yani ekonomik insan haline getirdi, içimizdeki hesap uzmanını uyandırdı.
Hak talep etmeden sorun çözülür mü?
Fiyat artışı dalgası, toplumun geniş kesimlerine yayıldı ve tüketici davranışlarını hızla değiştirdi. Pandemi bizi evlerimize kapattı; enflasyon ise bizi cüzdanımıza hapsetti. Birinden aşı ile kurtulduk ama enflasyondan kurtulmak ne yazık ki aşıyla olmuyor. Bilinçlenmekle, hak talep etmekle oluyor.
not/ Ey kamu biz vatandaşız ve açlık çekiyoruz, ne yapmayı düşünüyorsun?
Sanki hepimiz Acun Ilıcalı'nın 'Survivor Türkiye' adasına taşınmışız gibi bir hayat yaşıyoruz. Her gün yeni bir mücadele, sağ kalmak için güç topluyor ve her birimiz kendi içimizdeki yarışmacıyı keşfediyoruz. Yarışmanın tek amacı var; adadan sürgün edilmemek… Yani hayatta kalabilmek…
Ne var ki enflasyon, adadaki imtiyazlı canavar. Önüne geleni elemek üzerine yetkinleşmiş ve adanın sahibi de onu besliyor, büyütüyor, şımartıyor. Hatta abartarak; adanın sakini 85 milyonun yaklaşık %5’ini zengin ederken geriye kalanlara adeta işkence çektiriyor, eziyet ediyor, umutlarını kemiriyor.
İyi haber; kalabalık kahvehaneler, hiç rahatlamayan trafik, bunlar aslında harcayacak paramız olduğunun işaretleri... En azından birilerimizde para var. Biz bunlara enflasyonzade diyoruz. Yani gelir dağılımının bozulmasıyla oluşan sınıf… Vergi vermeyen, yandaş, nepotik, imtiyazılar sınıfı…
Kötü haber ise, enflasyonzede çoğunluğun 2025’te çok zorlanacağı gerçeğidir. Sahiden hem ip kısadır onlara… Asgariye gelen %30, emekliye gelmeyen zam gibi… Kuyu derindir onlara… Kamunun eliyle azdırılan enflasyon yüzünden ipi uzatsan da suya erişemiyorsun. Zaten kuyu suyunu kamu emiyor.
Şu anda etiketlerin saldırısı altındayız. Üzerimize üzerimize geliyorlar. Dar gelirli isen muhatap dahi olmuyorlar. Merak ettiğim şudur; halkı aç iken israf rekorları kıran kamu, geceleri rahat uyuyor mu?