Hazine’nin borçlanma limiti neden üçe katlanmış olabilir? 

İsmet ÖZKUL KRİTİK AÇI

Yeni kabinenin oluşumu ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Mehmet Şimşek’in atanmasından bu yana ekonomi çevreleri, yeni dönemin ekonomi politikasının, ekonomi programının nasıl bir şey olacağını anlamaya, çözmeye çalışıyorlar. Yaklaşık 1,5 ay geçmiş olmasına rağmen bu konuda hala kafalar karışık, bir netlik yok.

Mehmet Şimşek’in görevi devralırken yaptığı kısa konuşmasını esas alanlar Merkez Bankası’nın “ürkek” faiz artışını bir yere oturtmakta zorlandılar. Sonrasındaki hareketler ve açıklamalar da aydınlatıcı olmaktan uzaktı.

Yeni dönemi yorumlayabilmek için elde somut veri olarak sadece Merkez Bankası’nın sınırlı faiz artışı vardı. Buna şimdi torba yasa ile ek bütçe yasası eklendi.  Yeni dönemin ekonomi politikası tercihlerini anlamak açısından bu iki somut gelişmeyi değerlendirmek önem kazanıyor.

Ek bütçe ile harcamalar da gelirler de eşit miktarda artırılıyor. Her ikisinde de 1 trilyon 119,5 milyar liralık artış planlanıyor. Dolayısıyla bütçe açığında bir değişiklik olmayacak gözüküyor.

Ancak burada önemli bir nokta gözden kaçırılıyor. Torba yasa ile bütçe içine atılmış bir saatli bomba olan Hazine’nin üzerindeki kur korumalı mevduat yükümlülüğü, Merkez Bankası’nın üstüne atıldı. Yani aslında bütçe harcamalarındaki gerçek artış, bütçe gelirlerinde beklenen artıştan çok daha yüksek.

Ek bütçe ile bütçe açığı hedefi değişmiyor, yani ek bütçe ile ek borçlanma ihtiyacı ortaya çıkmıyor olmasına rağmen, Hazine’nin borçlanma limiti olağanüstü artırılıyor. Bunun için torba yasaya konan bir madde ile borçlanma limiti üçe katlanıyor.

Bu operasyonla 2023 yılı için 727 milyar TL olan Hazine’nin net borçlanma sınırı 2 trilyon 181 milyar liraya fırlıyor. Hazine’nin 6 aylık nakit dengesi verilerine göre ilk 6 ayda gerçekleşen net borçlanma miktarı 368,5 milyar TL. Yani eğer ek bütçe bütçe açığını artırmayacak ve yeni borçlanma gereği yaratmayacaksa, 727 milyar liralık sınıra ulaşıncaya kadar Hazine’nin yeterli marjı var. Yılın ikinci yarısında da 358 milyar liralık ilave net borçlanma imkânı vardı.

Buna rağmen yasal borç limitini üçe katlayan düzenleme ile net borçlanma sınırının 2,18 trilyon liraya çıkartılması, hangi ihtiyacın, hangi planın gereği olabilir.

Buna göre yılın ikinci yarısında Erdoğan yönetimi isterse 1,8 trilyon TL ek borçlanma yapabilir. Bunun normal piyasa koşullarında gerçekleşmesi de mümkün değil. Hazine, 6 ayda bu miktarda içeride borçlanmaya kalksa, faizleri hızla yükseltme etkisi bir yana, bankaların varlık yapısı bunu kaldırmaz. Olağan ilk sonuç kredi piyasasının kuruması olur ki buna reel sektörün dayanma şansı yok.

1,8 trilyon liranın kabaca 60 milyar dolar demek olduğunu düşünürsek yurtiçinde tahvil çıkartarak bu miktarda borçlanmak için yabancı sıcak paranın oluk oluk akıyor olması gerekir. Yabancı sıcak parada böyle bir akım yaratılabileceğine dair bir işaret, şu anda yok. Kaldı ki böyle bir dalga ortaya çıksa, onu frenlemenin yolunu tartışıyor olmamız gerekir, kaçınılmaz ters etkileri yüzünden.

Bir ihtimal Körfez’deki “dostlara” özel koşullarla satılacak tahviller olabilir. Böyle bir plana hazırlık söz konusu olabilir ama tek başına onun miktarı da bu boyutlara ulaşmaz.

Son bir ihtimal de Hazine’nin dış piyasalarda tahvil ihracıyla borçlanması olabilir. Uluslararası piyasalardaki koşullar, Türkiye’nin mevcut kredi notu ve risk primi ile bunun oldukça zor ve çok maliyetli olacağı açık.

Bu çerçevenin ima ettiği şey, ekonomi yönetiminin birinci ve en acil önceliğinin bütçe ve enflasyon değil ödemeler dengesi ve dövizi rezervleri olduğudur. Yabancı kaynak çekmenin zor olacağı görülüyor. Bu zorluk karşısında muhtemelen Hazine boşluğu doldurmak için öne atılacak ve muhtemelen bunun için borçlanma limitleri -Meclis’in “bütçe hakkı”nı da ayaklar altına alarak tuz-buz ediliyor.

Tüm yazılarını göster