Mart ayının başından bu yana Çin’de “siyaset gündemi” çok hızlı. Çin yönetiminin en üst kurumlarının yöneticileri gelecekle ilgili plan ve projelerini kamuoyuyla tartışıyor; bütün Çin medyası da siyasetin ne dediğini, geleceğe ilişkin angajmanlarını haberleştiriyor.
Ülkemizde yaygın medyanın hatta ihtisas medyasının bile Çin’deki gelişmeleri sistemli biçimde aktarma derdi pek yok gibi. Turque Diplomatique’nin çevirileri de olması “dikkat kısalmasının” yarattığı “ hayatın zamana karşı yarışa dönüşmesi” sürecinin ne anlama geldiğinin farkına bile varmayacağız.
“Valdai Club” Rusya’da bilinen düşünce kuruluşlarından biri. Turque Diplomatique 143. sayfasında Valdai Club’dan dört uzman, Andrei Bezrukov, Mikhail Mamonov, Maksim Suchkov ve Andrei Sushentsov’un “Dijital Ortamda Uluslararası Rekabet ve Liderlik” başlıklı raporlarını yayınladı. Okumakta olduğunuz bu yazının başlığını da raporun son paragrafından ödünç aldım:
“Rusya, bilgi ortamını etkili biçimde şekillendirmesi içini, ülke, içeriğin uygunluğu ve kalitesi açısından liderlik etmesini sağlayacak ve böylece ulusal bilgi ortamındaki yabancı etkisini sınırlayacak bazı mekanizmaları dikkate almalıdır. Yeni çağın zorluğu, izleyicinin kısa dikkat süresidir- sosyal medyadaki kısa bir video veya gönderi, kapsamlı bir haber öyküsünün veya analitik raporun yerini alır; mültimedya deneyimlerinin çeşitliliği bir kişinin dikkatini dağıtır ve değişim o kadar hızlı gerçekleşir ki hayat zamana karşı yarışa dönüşür… “
Hayat zamana karşı yarışa dönüşünce, bir yerlerde başka mekanizmaları iyi planlamaz ve harekete geçirmezseniz, Orhan Pamuk’un çok önceleri yazdığı ve sık yinelediğimiz gerçeklikle yüzleşirsiniz: “Kısa mesajla iletişim kurabilirsiniz, ama asla düşünce geliştiremezsiniz!”. O zaman, aritmetiğin rakamlarının peşine takılır; matematiğin bilimlerin anası olduğu gerçekliğinden uzaklaşır; entelektüel korkaklığın ülkeyi içine soktuğu çıkmazın farkına bile varamayız.
Çin, özellikle enstitüler aracılığıyla kitlelerin “dikkat kısalmasını”, seçkin beyinlerin “dikkat odaklamasıyla” dengeliyor.
Uyanan dev Çin, seçkin bilim insanlarının yıllardır uyardıkları bir gerçeği çok iyi fark etmiştir. Büyük güçlerin yükselişi de çöküşü de “entelektüel verimlilikle” birebir ilişkilidir.
Çin medyası, “entelektüel verimlilik” sorununu, üstü örtülü ya da açık biçimde sorgulayarak gelecekle ilgili külfeti ve nimeti ortaklaşa omuzlamanın iklimini oluşturuyor. Deniyor ki:
“ABD’nin 228 Unicorn’u varsa biz de 122 tane var… ABD 285 bin 95 patent başvurusunu tescil ettirirken biz 1 milyon 393 milyon 815 patentimizi tescil ettirdik. Çağımızın belirleyici gücü olan “hız” konusunda ‘Tangen’miz – bu hızlı teren, bir Ar-Ge, tasarım ve inovasyon bütünüdür - rakiplerinden önde. ABD Ay’a ilk giden ülkesiyse, biz de Ay’ın karanlık yüzüne ilk inen ülkeyiz… Ar-Ge, tasarım ve inovasyon alanında, ekonomide ağırlığı giderek entelektüel güce dayalı görünmez değerler üretiminde biz de varız!”
Çin’in artık kimsenin görmezden gelemeyeceği başarılı uygulamalarının ardında “planlama disiplini” ve “ esnek uygulama pratikleri” var. Bir yandan kitleler sosyal medya ve geleneksel medyadaki kısa mesaj fırtınasının kısalttığı ve dağıttığı dikkat nedeniyle savrulurken, öte yanda siyasi, ekonomik ve sosyal sorumlulukları olan kurumlar geleceği biçimlendirecek konular üzerine odaklanmakta ve yoğunlaşmaktadır. Derin öğrenmenin ve karmaşıklığı yönetmenin gerekli donanımlarını kazanmak için yatırım yapılmaktadır.
Kişinin dikkatinin dağılması ve savrulması ile toplumun erişebildiği kaynakları sağlıklı gelecek yaratmak için planlayan, projelendiren, uygulamaya koyan ve sonuç alan “kurumsal disiplin” arasındaki denge Çin’deki sonuçları yaratan en önemli etken.
Bizde ise uzun yıllardır iktidarı elinde tutan merkez sağ siyasetin “sloganları ciddi fikirlerin yerine koyma alışkanlığı” kalkınma yarışında varlık göstermemizi engelliyor. Sloganları ciddi fikirlerin yerine koyan pragmatist ve popülist siyaset, “sorgulama ile yargılamanın” farkını anlamak istemiyor; “Gelin geçmişte koyduğumuz iddiali hedeflerimiz neden saptı, sorgulayalım” diyenlere karşı hemen kalkanlarını kaldırılarak, savunmaya geçiliyor.
Ne yapmamız gerektiğini merak eden herkes Bayram Ali Eşiyok’un şu somut saptaması üzerinde düşünmeli, tersini söyleyecek verisi olanlar tartışmaya katılmalıdır.
Türkiye’de 1924-2015 yılları arası analiz edildiğinde şu sonuç ortaya çıkıyor:
1- Ülke 27 yıl planlı yönetilmiştir; planlı yılların ortalama büyüme yüzde 9,5’tir.
2- Plansız yönetilen 65 yılın ortalama büyümesi ise yüzde 5,2’dir.
3- Cumhuriyet Dönemi (1924-2015) büyümesi yüzde 6,5’tir.
4- Neo-liberal yeniden yapılanma dönemi(1980-2015) yüzde 5,1’dir.
Eğer ülkemizde de uzun süre yönetim gücünü elinde tutanlar plan disiplinin değerini bilmiş olsaydı; bugün en azından G. Kore düzeyini yakalamış olurduk… Bugün de kitlelerdeki dikkat kısalmasının yarattığı sığlık, enstitüler gibi kurumlarda çalışan seçkin beyinlere yapılan yatırımlarla aşılıyor. Enstitüler aracılığıyla önce “kendimizi bilsek” sonra “dünyayı iyi okusaydık” bugün faktör verimliği düşüklüğünden, düşük tasarruf oranından, cari açık belasından, enflasyon illetinden, ABD’nin zilletinden ve de AB’nin töhmetinden “azad” yaşardık.