Enflasyon, Türkiye ve dünya ekonomisinin bir numaralı sorunu haline geldi. Küresel düzeyde enflasyon rüzgarı sert eserken biz Türkiye’de Anadolu’da yaygın deyişle “elle gelen, düğün, bayram” diyemeyecek kadar kötü bir enflasyon tablosuyla karşı karşıyayız.
Covid-19 salgını öncesinde son 41 yılın en düşük işsizlik oranlarının kaydedildiği, “tam istihdam” kutlamalarının başladığı ABD’de bugünlerde son 39 yılın en yüksek enflasyonu (yüzde 7,1) ile başa çıkma tartışmaları yaşanıyor. Dünyanın üretime dayalı en sağlam ekonomilerinden biri olarak nitelendirilen Almanya’da bile yüzde 3,1 ile son 30 yılın en yüksek yıllık enflasyon oranı kaydedilmiş durumda. Merkez bankaları enflasyonla kısa vadede mücadelenin en kestirme yolundan giderek faiz artırma hesapları yapıyorlar.
Türkiye ise iktidarın döviz kuru-enflasyon sarmalını göze alan faiz indirim ısrarıyla benzer ülkelerden çok daha yüksek enflasyon sorunuyla boğuşuyor.
Merkez Bankası’nın 2021 Ekim sonunda yayımladığı enflasyon raporunda yüzde 18,2 olarak tahmin ettiği 2021 yılı enflasyonu, TÜİK tarafından yüzde 36.08 olarak açıklandı. Kur artışlarının körüklediği peş peşe gelen, elektrikte olduğu gibi tek seferde üç haneye ulaşan zamlar, TÜİK’in açıkladığı enflasyonun, hayat pahalılığını yansıtmadığı tartışmalarını da derinleştirdi.
TÜİK Başkanı Dinçer’in DÜNYA’ya yaptığı açıklamalar
İşte tam bu noktada vatandaşlar olarak yaşayarak hissettiğimiz hayat pahalılığı ile resmi enflasyon verileri arasındaki farkın neden kaynaklandığını, gıda ürünleri başta olmak üzere enflasyon verilerinin nasıl toplanıp hesaplandığını TÜİK başkanına sorduk. TÜİK Başkanı Prof. Dr. Sait Erdal Dinçer ile kurumun ilgili birimlerinin yöneticileri DÜNYA Gazetesi yazarı Alaattin Aktaş ve benim iki koldan sorduğumuz sorulara içtenlikle yanıt verdiler. Ekonomi gazetecileri arasında “sayıların efendisi” olarak andığımız, TÜİK verilerini sürekli analiz eden Alaattin Aktaş, Başkan’ın açıklamalarının bir bölümünü daha önce köşesinde yazdı. TÜİK’in enflasyon verilerinin hayat pahalılığını değil, fiyatlar genel seviyesindeki değişimi uluslararası denetime açık şekilde nasıl ölçtüğü bilgilerini ise bugün yayımladığımız röportajda bulacaksınız.
Hissedilen enflasyonu ölçmek
Yüksek enflasyonun ne kadar kötü bir şey olduğunu, ekonomik ve sosyal dengeleri nasıl bozduğunu, nasıl siyasi sonuçlar doğurduğunu, geçen yüzyılın son çeyreğinde yaşayarak gördü Türkiye.
Bundan 28 yıl önce 1994’de yıllık bazda TÜFE’nin yüzde 125,5, o zamanın TEFE’sinin (bugünkü Yurtiçi ÜFE) yüzde 146,5 ile Cumhuriyet tarihi rekorları olarak kaydedildiğini ekonomi gazetecisi olarak izledim. Şimdi, tüketim yelpazesinin çok genişlediği, mobil iletişim araçlarının tüketimin bir parçası olduğu, tedarik hızının arttığı 21. Yüzyıl Türkiye’sinde hissedilen enflasyon yani hayat pahalılığı çok daha önemli hale geldi.
Enflasyonun çalışanların yaşamındaki etkisini doğrudan ölçen bir tek Türk-İş’in “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” Araştırması var elimizde. TÜİK Fiyat İstatistikleri Daire Başkanı Cem Baş’ın “Bizim endekslerle uyumludur” diyerek hakkını teslim ettiği her ay yayımlanan Türk-İş araştırması, 35. yılına girmiş bulunuyor.
35 yıldır bu çalışmayı yöneten ve tek tek fiyatları nasıl derlediğini bildiğimiz araştırmacı Enis Bağdadioğlu, bu araştırmayı her ayın 3’ünde açıklanan TÜİK aylık TÜFE verilerinden 5 gün önce kendi verileriyle yayımladıklarının altını çiziyor.
TÜİK yetkilerinin saygıyla bahsettiği bir başka araştırma ise DPT ve Merkez Bankası’nda önemli görevlerde bulunmuş deneyimli iktisatçı Zafer Yükseler’in hazırladığı Hızlı Tüketim Endeksi. Umarız TÜİK’in DÜNYA aracılığıyla üzerinde çalıştığını duyurduğu ve “Özel Kapsamlı Endeksler arasına girmesi beklenen “Yaşam Maliyeti Endeksi” kısa sürede tamamlanır ve önemli bir eksiği doldurur.