Geçtiğimiz yıl, zor bir yıldı. Görünen o ki, bu yıl daha da zor olacak. Onun için bu yıla başlarken zor bir yazı olmasın, kolay bir şey deneyeyim, havadan sudan bahsedeyim dedim. Ama “Havadan sudan” teriminin anlamından emin olmak için Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne başvurdum; “Boş, önemsiz şeylerden” diye tanımlanmış. Sonra düşündüm: Bir “dan” eki neler yapmış? “Dan” eki, hava ve su gibi iki hayati değere beklenmedik bir anlam yüklemiş. Aslında hangi olay olursa olsun, baktığınız açıya göre ona başka bir anlam yükleyebiliyorsunuz. Ben de aşağıda bunu deneyeceğim. Hava ve suyla ilgili aşağıdaki olaylara değişik açılardan bakarak farklı yorumlar yapacağım.
Memleketin sahibi kim?
Hikayemiz Erzurum’da geçiyor. Torun, cam kenarında oturmuş, dışarıya bakıyormuş. Gözleri iyi görmeyen ninesine de zaman zaman dışardan haberler veriyormuş. Hava günlük güneşlikken birden kapatmış ve yağmur başlamış. Torun heyecanla seslenmiş: “Nene, nene. Yağmur yağıyor”. Gidişattan bir süredir memnun olmayan Nine içini çekmiş. “Yağar balam yağar. Devlet kalmamış, memleketin sahabı (sahibi)yok ki. Yağmur da yağar, kar da yağar.”
Bu olaya sorumluluk açısından baktığımızda çok rastladığımız bir anlayış ile karşılaşırız. İnsanlar nedense hep kendileri dışında birisinin memlekete sahip çıkmasını beklerler. O memleketin kendilerinin de olduğunu düşünmezler. O sorumluluğu almazlar.
Bir diğer bakış açımız da devlete olan güvendir. Erzurumlu nine o kadar inanmıştır ki devletin gücüne. Onun gözünde devlet her şeye muktedirdir; gerekirse havaya da sahip çıkar, yurttaşını da korur.
Mizansenler ve mucizeler
ABD Başkanı Joe Biden’ın halk desteği (approval rating) çok düşmüş. (Son rakam Gallop araştırmasına göre %43 idi.) Hikâye bu ya; bu “makûs talihi” değiştirmek, halk desteğini artırmak için Beyaz Saray İletişim Başkanlığı bir hinlik düşünmüş. Papa’nın Amerika’yı ziyaretini de fırsat bilip bir Holywood stüdyosu ile anlaşmış, bir mizansen hazırlatmışlar. Halka, bütün dünyaya Başkan’ın nelere muktedir olduğunu göstermeyi planlamışlar. Programa, Potomac Nehri üstünde tekne ile gezi koymuşlar. Günü gelince program gereği Başkan ve Papa tekneye binmiş; çevrede bir sürü TV kamerası ve muhabir. Gezi başlamış. Planlanan yere gelince senaryo devreye girmiş. Papa’nın şapkasını uçurmuşlar. Şapka, nehre düşmüş. Buna hazır Biden, hiç düşünmeden tekneden suya inmiş. Herkesin hayret dolu bakışları altında su üstünde yürüyerek şapkayı suya batmadan kurtarmış ve tekneye geri dönmüş. Papa, mucizenin etkisinde şaşkın; ne diyeceğini bilememiş ve sadece teşekkür edebilmiş. Başkan’ın adamları çok mutlu “Yine gösterdi başkanımız gücünü, dünyaya ve tüm Hristiyan alemine” diye gururla konuşmuşlar kendi aralarında. Mizanseni hazırlayan İletişim Dairesi Başkan’ı ise çok mutlu, kıs kıs gülmüş kendi kendine “Şimdi görelim şu muhalif basını. Bu mucizeye ne diyecekler bakalım?”. İletişim Başkanlığı’nın tüm elemanları ve trolleri haber sitelerine ve televizyon kanallarına kilitlenmiş, çıkacak başlıkları beklemeye başlamışlar. Ve başlıklar görünmüş “Rezalet, Başkan yüzme bilmiyor”.
Politika, bütün dünyada tam anlamıyla bir algı operasyonuna dönüştü. Halk desteğini sağlamak, halkın düşüncesini istenilen biçimde yapılandırmak için yapılamayacak iş yok. Her tür oyun sahneye konabiliyor. Böyle bir disiplin de ortaya çıktı. Buna “Toplum mühendisliği” deniyor.
Bu olaya baktığımız başka bir açı da muhalefet ve basın konusudur. Siyasetle uğraşanların, basın ve muhalefetin kendileri ile hep uğraşacağını bilmeleri gerekir. Çünkü basının da uğraşı budur. İmkânlarınız ne kadar geniş olursa olsun, tüm basını satın alamazsınız, muhakkak sizi eleştirecekler çıkacaktır. Her politikacının buna hazır, eleştirilere de hazımlı olması gerekir.
Bu hikâyedeki bir başka açı da, basının kolaycılığını ortaya koymasıdır. Basının yapması gereken, Başkan’ın bir mucize göstermediğini, aslında göz boyadığını, algı yarattığını delilleri ile ortaya koyması idi. Onun yerine basın olayı “Başkan yüzme bilmiyor” karalaması ile, ucuz bir biçimde ortaya koymaktadır.
Annemin çamaşırı ve yağmur
Her ev kadınının ev işi içindeki işlerden birisine aşırı bir merakı olur. Annemin de merakı, evin camları idi. Her koşulda camların temiz olmasını isterdi. Diyelim bir misafir gelecek. “Ben kalkıp şu camları sileyim, ayıp olur” derdi. Ona göre evin temizliği camdan başlardı. Ama bir sorunu vardı. ”Ben cam sildim ya, şimdi yağmur yağar” derdi. Bunu şanssızlığına yorardı. Buna biz öylesine alışmıştık ki. Ne zaman radyoda “Kara bahtım, kem talihim; Taşa bassam iz olur/ Ağustosta suya girsem, balta kesmez buz olur” türküsü çalsa anneme bakar “Ağustosta cam silsem, yağmur olur, sel olur” diye takılırdık babamla. Annem de alınmaz “Siz gülün bakalım. Ama benim cam işindeki talihim hep böyle” derdi.
Annem, işi talihsizliğine bağlamıştı. Ama “Cam silmem, sebep; yağmur, netice “dediğini hiç duymadım.
Yağmur duası
Değerli tiyatro sanatçılarımızdan Mücap Ofluoğlu anlatmıştı. Bir yaz Anadolu’da turneye çıkmışlar. Bir kasabada, açık havada Hamlet’i oynuyorlarmış. Şöyle bir olay olmuş: “Gün boyu hava günlük güneşlikti. Ama akşam bozdu. Uzaklardan şimşek parlamaları ve gök gürültüsü gelmeye başladı. İnşallah yağmur yağmadan bitiririz oyunu diye dua etmeye başladık. Tam ben “Olmak veya olmamak, işte bütün mesele bu” der demez, yağmur indirdi. Ama ne yağmur. Oyunu tamamlayamadık. Herkes kaçıştı. Bir kişi hariç. Yağmur dinince yanımıza geldi; yaşlı bir adamcağız idi. “Evladım, sende bu ses bu nefes varken, ne diye tiyatro ile uğraşıyorsun? Sen bırak bu “olmak veya olmamak” işini. Yağmur duasına çık bizimle” dedi.”
Mücap Ofluoğlu fazla bir açıklama vermemişti. Acaba o köylü kara mizah yapıp Mücap Ofluoğlu’nu rahatlatmak mı istemişti? Yoksa gerçekten teklifinde ciddi miydi? Bu soruların cevabı bakış açınıza göre değişecektir.
Son Söz
Sağlıklı, mutlu, sevdikleriniz ile ve sevgi içinde bir yıl dilerim. Havanız ve suyunuz temiz olsun, temiz kalsın.