Gökhan TURHAN
gokturas@hotmail.com
Gündemimiz deprem, yaşadığımız acı, hissettiğimiz kızgınlık, bazen de öfk e. Ev, bizim için sadece bir sığınak değil elbet. Kimileri için ömür boyunca biriken emeğin karşılığı… On binlerce insanımız, emeklerini verdikleri, birikimlerini yatırdıkları evlerde hayatını kaybetti. Birçoğumuzu öfk elendiren de bu. Neden izin verildi, nasıl müsaade edildi?
Geçen hafta sizlere Adalet Mülkün Temelidir başlığıyla yazdığım yazının devamını paylaşmak istiyorum. 50’li yaşlar için deprem kavramı bilincimize 1992 yılındaki 688 insanımızı kaybettiğimiz Erzincan Depremi ile girdi, 1999 yılındaki depremler ile oturdu, 6 Şubat’ta yaşadığımız depremler ile kazındı. Bundan 31 yıl önceki Erzincan Depremi’ni hatırlayıp o dönem Süper Vali olarak görev yapan kentin yöneticisi merhum Recep Yazıcıoğlu’nun internette konuşmalarını izlemek istedim. İzlediğimde merhum vali, depremde neden müteahhitlerin cezalandırılmadığını vurguluyordu. 1999 depreminin ardından açılan davaların sessiz sedasız kapanmasının da nedenini anlatır gibiydi yıllar öncesinden. Peki, adalet, doğal afetlerde ne işe yarar?
Basit bir örnek vereyim; bir mağazadan gömlek aldığınızda ürün bozuk ise değişim yapılabiliyor. Ürün eğer kısa zamanda deforme oluyorsa dava açabiliyorsunuz. Yani kısaca hakkınızı arayabiliyorsunuz. Bunun için Tüketici Mahkemeleri ve hakem heyetleri var.
Yazıcıoğlu şunu söylüyordu bir röportajında; “Bu binaları deprem değil, rüzgar yıkar. İskambil kağıdı gibi yıkılır türden bazı yapılar…” Ancak en vurucu nokta şuydu: “Yapanın yanına kâr kalmasına ne diyeceğiz. 6 dava açıldı, takipsizliğe uğradı. Ceza alsa, görevi ihmal ve uyduruk para cezasına dönecekti. Caydırıcılık ortadan kalkıyor. Peki Erzincan’da kaç kişi ceza davası açtı? Hiç kimse… Kimim aleyhine açacaktı? Müteahhit, kontrol ve kurum aleyhine. Hiç kimseye açılmadı. Halbuki davalar açılsaydı, bu işin sorumluları sıkıştırılsaydı, ibret verici olurdu. Hammurabi Kanunları’na bakın…”
Yazıcıoğlu, söylediklerinde çok haklıydı aslında. Tüketici neden hakkını aramadı veya arayamadı?
Benim ilgimi çeken bir başka nokta da röportajın sonunda söylediği Hammurabi Kanunları oldu. Yani dünyanın ilk yasaları.
Bundan 3 bin 700 yıl önce Babil Kralı Hammurabi'nin (M.Ö. 1728 - M.Ö. 1686) "Babil'in koruyucu tanrısı Marduk" adına yaptırdığı Esagila Tapınağı'nda bulunan taş yazıtlarda, Akatça diliyle yazılan kanunlar 282 maddeden oluşuyor. En fazla yer verilen kısımlardan biri de inşaatla ilgili maddeler.
YAPANIN YANINDA KÂR KALMIYOR
Yıkılan binalarla ilgili ölüm cezaları mevcut. O kısma girmek istemiyorum tabii. Ama örneğin 229’uncu madde ilginç: “Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü inşaatçı tazmin eder ve yıkılan binayı düzgün bir şekilde tekrar inşa eder.” Gelin 233’üncü maddeye bakalım: “Bir kişi, başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı yıkılmışsa, inşaatı yapan kişi, kendi imkanlarıyla duvarı daha sağlam hale getirir.” Yani kesin bir caydırıcılık mevcut Hammurabi Kanunları’nda.
Kâr elde etmek için malzemeden çalan, daha ayrıntılı iş yapmayan, ucuz ve kalitesiz ürünlerle bina yapanların yanında kâr kalmayacağını anlatıyor bu yasalar. Peki aradan geçen bunca zamana rağmen, daha medeni, daha insan dostu, daha çevreci ve yaşama daha fazla değer veren, koruyan yasalar olması gerekmez mi?
Otomobil şirketleri, bir fabrika hatasında binlerce aracını geri çağırırken, zararını karşılarken, çamaşır makinesinin bile kullanım ömrü ve garantisi varken neden ev aldığımızda üretim hatasının bedelini insanımız ödüyor?
Şimdi hepimiz şunu düşünmeliyiz!
Ne yapmalıyız ve nasıl olmalı ki bir daha doğal afetler biz insanlar için felakete dönüşmesin?
Hatayı yapanlar cezalandırılmıyor ne yazık ki. Ama Antep’i, Adıyaman’ı, Hatay’ı, Maraş’ı kaybeden, binlerce canımızı yitiren biziz…