ABD’de Başkanlığa Donald Trump’ın seçilmesinin ardından Ortadoğu’da gelişmeler baş döndürücü bir hıza ulaştı. Trump’ın açıkladığı kabine üyeleri üzerinden olası politikaları hesaplamaya çalışan bölgedeki aktörler, yeni Başkan’ın resmen göreve başlayacağı 20 Ocak’a kadar pozisyon almaya çalışıyorlar.
Trump’ın kabinesindeki isimler Türkiye açısından pek iç açıcı değil; Dışişleri Bakanı’ndan Ulusal Güvenlik Danışmanı’na, BM’ye atadığı büyükelçiden istihbarat örgütü başkanına kadar ismi resmen açıklananların tümünün koyu İsrail yanlıları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye ise, İsrail’in Gazze’de soykırıma varan askeri operasyonlarına küresel anlamda en çok karşı çıkan ülkelerden biri durumunda. Hamas Ankara tarafından “terör örgütü” olarak nitelendirilmiyor. Aksine; Hamas’ın önde gelen isimlerinden İsmail Haniye’nin İsrail tarafından öldürülmesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla tüm Türkiye’de bir günlük yas ilan edilmesi herkesin hafızasında. İlginç bir şekilde Haniye sonrasında yine İsrail tarafından öldürülen üst düzey Hamas isimleri için ise aynı hassasiyeti göstermedi Ankara; Hamas lideri Yahya Sinvar’ın öldürülmesinin ardından ne yas ilan edildi, ne de Ankara’da üst düzey isimler tarafından pek adı anıldı.
Üstelik ABD’de seçimlerden sonra “topal ördek” konumuna düşen Biden yönetimi de Ankara’ya Hamas konusunda baskıyı artıran bir tavır içine girdi; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller geçen hafta “Türkiye hükümetine artık Hamas’la eskisi gibi bir iş ilişkisi olmayacağını açıkça belirteceğiz” dedi. Miller açıklamasında bir adım daha ileri gitti; ABD yargısının Hamas’ın pek çok üyesi hakkında iddianameler hazırladığını, hakkında iddianame olan Hamas mensuplarının “Amerika’ya iadesinin beklendiğini” de söyledi.
ABD’de yönetim yakın zamanda Demokratlardan Cumhuriyetçiler’e geçiyor olsa da, dış politikada “devamlılık” hakim; Bugüne kadar Ankara’nın Hamas’la kamuoyu önünde kurduğu temaslara fazla ses çıkarmayan Biden yönetiminin, birden bire Türkiye’ye bu kadar açık seçik bir uyarıda bulunması manidar. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Hamas uyarısını yaptığı hafta, ABD Hazine Bakanlığı da 6 Hamas yetkilisine yaptırım kararı alındığını açıkladı. Bu 6 Hamas mensubunun yarısının Türkiye’de yaşıyor oldukları da Amerikan Hazine Bakanlığı’nın açıklamasıyla duyuruldu. Ankara’ya yapılan uyarıyı, elbette, ABD’deki Halkbank hakkındaki davanın yeniden başlaması yönünde Amerikan yüksek yargı kurumlarının yakın zamanda aldıkları kararla birlikte okunmasında da fayda var.
ABD’de yargının kimi zaman uluslararası alanda “bir baskı unsuru” olarak kullanıldığı sır değil. Buna elbette ABD’nin Katar’a yönelik “ev sahipliği yaptığınız Hamas’ı ülkeden atın” baskısını da eklemek gerek. Katar henüz Hamas’a “kapıyı göstermediğini” söylemeye devam etse de, belli ki eli kulağında. Washington’un Ankara’ya yönelik uyarısını da Hamas’ın yeni ev sahibi rolünü üstlenmekten kaçınması yönünde bir çağrı olarak okumak mümkün. Daha önce Hamas konusunda son derece rahat hareket eden Ankara’daki Ak Parti hükümeti ise, ”Hamas Türkiye’ye yerleşecek” iddiaları karşısında önce -deyim yerindeyse- kaçak güreşmeyi seçti; “Hamas’a ev sahipliği yapılmayacağına” ilişkin resmi bir açıklama ilk açıklama “üst düzey yetkililere” dayanılarak “sızdırıldı.” Bu “üst düzey yetkililer”, Hamas mensuplarının Türkiye’ye serbestçe seyahat edebildiklerini, hatta bazı alt düzey yetkililerin Türkiye’de ikamet ettiklerini duyurdular. Ancak “üst düzey yetkili” formülü tutmayıp, Hamas’ın Türkiye’ye yerleşeceğine ilişkin uluslararası basında çıkan haberler sürünce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan devreye girdi. Fidan açıkca Türkiye’nin Hamas’a ev sahipliği yapmasına ilişkin bir düzenleme öngörülmediğini söyleyince, söylentiler de duruldu. Ankara’nın Hamas meselesinde izlediği bu “ikircikli” tavrını “arada kalmışlık” hissi ile açıklamak mümkün; Trump’ın aşırı İsrailci ekibine karşı “Hamas’ın hamisi” pozisyonuna girmek istemeyen AK Parti hükümeti, diğer yandan kendi seçmen tabanındaki Hamas hassasiyetini göz ardı etmek istemiyor belli ki. Zor bir denge.
Ankara daha Hamas konusunda net pozisyon alamamışken, İsrail basını tarafından dile getirilen bir iddia ise durumu daha karmaşık hale getirdi. İsrail’de yayın yapan Walla haber sitesi, İsrail’in iç istihbarat örgütü Shin Bet’in direktörü Ronen Bar’ın Türkiye’ye gizli bir ziyaret yapıp, MİT Başkanı İbrahim Kalın’la görüştüğünü iddia etti. İşin daha da ilginci, haberi yazan site Shin Bet Direktörünün Türkiye ziyaretine ilişkin bilgiyi Hamas kaynaklarına dayandırdı. Bu iddia, üzerinden neredeyse bir hafta geçmesine rağmen, ne Ankara, ne de Tel Aviv tarafından yalanlanladı. Hatırlamakta fayda var; AK Parti hükümeti uzun süre gerginlik yaşadığı, yıllarca ilişki kurmaktan kaçındığı Mısır’daki Sisi yönetimiyle de, Suriye’deki Beşar Esad rejimiyle de “normalleşme yönündeki” ilk temaslarını hep istihbarat örgütleri üzerinden başlatmıştı. Eğer Shin Bet Direktörü’nün bizzat Türkiye’ye geldiği bilgisi doğruysa, İsrail’le de benzer bir sürecin işleyebileceğini düşünmek mümkün. Dış politikada AK Parti hükümetinden gelen hamasi açıklamalarla sahadaki gerçeklerin örtüşmediği daha önce de pek çok kez tecrübe edilmedi mi zaten?
ABD’nin bir sonraki Başkanı Trump’ın ekibini “Netanyahu’yu sevenler derneği” gibi kurması Ankara’yı tüm Ortadoğu politikasını yeniden yapılandırmaya zorlayacak gibi duruyor. Atılanlar da sanki bunun ilk adımları gibi. Benzer bir durumun Suriye konusunda da yaşanacağına ilişkin de işaretler geliyor; Trump’ın kabinesindeki isimlerin daha önce yaptıkları açıklamalar, Suriye’nin kuzeydoğusunu kontrol eden PYD-YPG’yi “özgürlük savaşçıları” olarak gördüklerini gösteriyor. Ankara’nın Fırat’ın doğusundaki bu oluşuma yıllardır yaklaşımı ise taban tabana zıt; Bölücü PKK terör örgütünün uzantısı olarak nitelendiriyor Ankara bu yapıyı ve ABD’nin destek vermesine şiddetle karşı çıkıyor.
Ancak belli ki Trump’ın ekibi, daha göreve bile başlamadan, Ankara’ya bu alanda da bir “mesaj vermeye” kararlı; 20 Ocak’ta Trump’ın resmen Başkanlık koltuğuna oturması onuruna düzenlenecek törene, Ankara’nın resmen “terörist” olarak nitelendirdiği PYD-YPG’nin üst düzey isimlerinin de davet edildiği Amerikan basınına sızdırıldı. Eğer Türkiye 20 Ocak’a kadar “arka kapı diplomasisi” ile ABD’nin yeni yönetimini PYD-YPG’li isimleri davetten vazgeçiremezse, daha ilk günden Trump yönetimiyle “kötü bir başlangıç” yaşama tehlikesiyle karşı karşıya. Hakan Fidan’ın geçen haftaki açıklamalarında Ankara’nın PYD-YPG’yi terör örgütü olarak niteleme politikasının devam ettiğini görmek mümkün. Dolayısıyla mevcut koşullarda PYD-YPG’li isimlerle aynı törene Türkiye’den resmi bir ismin katılması pek mümkün görünmüyor. Ya da belki de Washington’daki tören “fırsat” bilinip, bir normalleşme süreci de orada açılır? AK Parti hükümeti daha önce de 180 derece dönüşler yapmadı mı? 20 Ocak’a yaklaşık iki ay var; Bekleyip göreceğiz elbette. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin Lideri Devlet Bahçeli’nin PKK elebaşı Öcalan konusundaki son çıkışlarını, geri adım atmak bir tarafa, Kürt sorununu çözmek adına giderek el yükseltmesini de, bir de bu açıdan okumak gerek. Belli ki Ankara Kürt meselesinde de dengeyi sağlayacak “acil” bir formül arayışında...