Hepimiz bir aşırı sağ korkusu yaşıyoruz. Herhangi bir yerde aşırı sağ bir partinin oyları artış gösterdiğinde, bunlar iktidara gelirlerse, sadece seçimi kazandıkları ülkeyi değil, onunla ilişkisi olan bütün ülkeleri felakete sürükleyeceğinden endişe ediyoruz. Örneğin, Almanya’da AfD’nin oyları artarsa, bu ülkenin hızla Nazilerin gittiği yola gideceğini düşünüyoruz. Eğer Bayan LePen’in RN hareketi seçimde başarı sağlarsa, Fransa’nın çökeceğinden eminiz. Evet, Nigel Farage da nihayet Avam Kamarasında bir koltuk sahibi oldu. Belki de onun yoldaşları, popülist söylemlerini sürdürerek, İngiltere’yi bilinmeyen yönlere sürükleyeceklerdir. Sonra bir de Geert Wilders var. Her ne kadar kendisi hükümette görev almadıysa da, herhalde Hollanda hükümetini ırkçı çizgiye kaymaya zorlayacaktır. Herhangi bir ülkede sıradan muhafazakarların daha sağında bir parti seçmen desteğini güçlendirirse, benzer korkular dile getiriliyor.
Daha önce pek tanımadığımız cinsten bir aşırı sağın Avrupa siyasetinde yükselişe geçtiği inkar edilemez. Fakat buna karşı solcu bir tepki de far. Belki daha doğrusu şu: İngiltere gibi Muhafazakarların iktidarda olduğu ülkelerde İşçi Partisi seçimleri kazanıyor. Hatta Fransa’da olduğu gibi, iktisadi liberalism yanlısı (Amerikan kullanımında bu iş dünyasına yakın anlamına geliyor) Macron bile en yüksek oyun Sosyalistlere gittiğine şahit oldu. Böylece kendisi tuhaf bir başarıya da imza atmış bulunuyor, Reformlarının tümüne karşı çıkan Sosyalistlerle iktidarı paylaşacak. Genel kural, kim muhalefetteyse, onun oy desteği artıyor. İran’da bile muhafazakar cumhurbaşkanı Reisi’nin üzüntü verici ölümünün ardından seçimi kimsenin kazanmasını beklemediği reformist Pezeskiyan kazandı.
Galiba daha ciddi sorun, ister aşırı sağ ister aşırı solda olsun, yüksek oy desteği sağlayabilen popülist hareketlerin siyasette üstünlük sağlayabiliyor olması. Pekiyi, popülist hareket ne demek? Bu tür hareketler mevcut siyasi lider kadrosunun yozlaşmış, sadece imtiyazlı konumunu korumak ve kendini zenginleştirmekle iştigal ettiğini ileri sürüyor. Bunların yerini halkın dile getirdiği şikayetlere duyarlı dürüst liderlerin alması lazım. Popülistler, toplumların yaşadığı emeğe ihtiyacı azaltan makineleşme, hayatın her cephesinde bilgisayar kullanımının yaygınlaşması, sanayileşmiş toplumlarda bir sanayisizleşme sürecinin yaşanması, demografik eğilimlerin nüfus azalmasına işaret etmesi ve bunun sonucunda emek ithali zorunluluğu, buna karşılık ithal emeğe karşı tepki duyulması ve benzeri karmaşık sorunlara basit çözümler öneriyorlar. Bu çözümler çoğu zaman sonuç getirici olmuyor ama sıradan seçmene hitap ediyor: yerel sanayii korumak için gümrük vergilerini yükseltmek, yabancı işgünün gelmesini engellemek için sınırlarda yüksek duvarlar inşa etmek, ülkeye girmiş olanları ise hemen kapıdışarı etmek vs. vs. Popülistler iktidar oldukları ya da iktidara ortak oldukları yerlerde vaat ettikleri sonuçları gerçekleştiremiyorlar, başarısızlıklarından da genellikle dış güçleri sorumlu tutuyorlar. Siyasi desteklerinin bileşimine göre kimi yerde zenginlerin vergi yükünü hafifletmeleri ya da fakirlere destek olan mütevazi yardım programları geliştirmeleri söz konusu oluyor.
Avrupa, Amerika ve daha genel olarak dünyanın muhtelif bölgelerinde ne olduğu üzerine daha titizce eğilecek olursak, sadece sağ ve sol popülizmin yükselişini görmekten öteye, daha büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır. Çoğu ülkede siyaseti niteleyen ulusal mutabakat ortadan kalkmakta, siyaset muhafazakar-liberal çizgide kutuplaşırken, ortak buluşma noktasını temsil eden, hepimizin bildiği “siyasi merkez” kaybolmaktadır. Siyasi tercihlerin bu şekilde yeniden saflaşması demokratik yönetişim için adeta bir ölüm fermanıdır. Liberal demokrasi, siyasi parti dediğimiz ekiplerin toplumun sorunlarına çözüm bulmak için rekabet etmesi üzerine kuruludur. İktidardaki ekip ya da ekipler, muhalefet tarafından denetlenir ve eleştirilir. Tüm siyasi partiler seçimlerde yarışırlar. Seçmenler, özellikle merkezde yer alanlar, iktidarın performansını değerlendirirler, gerekli görürlerse siyasi tercihlerini, böylece hükümeti de değiştirirler.
Siyasette aşırı sağ ve aşırı solun yükselişi, merkez partilerini kendi cenahlarının aşırılarına giden oyları korumaya yöneltmiş, bu süreçte merkez ortadan kalkmıştır. Kutuplaşmış siyasette, kendilerini bir kutupta görenler, siyasi tercihlerini değiştirerek karşı kutupta olan bir partiye oy vermekten uzak dururlar. Hükümetin icraatından memnun olmasalar bile, sadece kendilerinin bağlı olduğu kutup dahilindeki partilere oy verip, merkezdeki muhalefet partilerini desteklemediklerinde, merkezde değişimi esas alan barışçıl demokrasi yolundan iktidarı yenileme imkanı ortadan kalkmaktadır. Popülizm, sağ veya sol olmasına bakılmaksızın, demokrasinin karşısındaki en büyük tehlikedir. Demokrasiye bağlı oldukların ileri süren siyasi liderler, demokratik yönetişimi aşırı sağ veya solun güçlenmesini de açıklayan kutuplaştırıcı popülizmin tehdit ettiğini görerek endişelenmeleri sanıyorum daha yerinde olacaktır.