Yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğum an itibarıyla durum şöyleydi: Hazine ve Maliye Bakanı değişmişti. Devir-teslim döneminde yeni bakan rasyonel (akla uygun) politikalara dönüleceğini açıklamıştı. Farklı bir ifadeyle, seçime kadar uygulanmakta olan ekonomi politikasının akla uygun olmadığını belirtmişti. Merkez Bankası Başkanı değişmişti. Eski Merkez Bankası Başkanı ise Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı olmuştu. Yani, akla uygun olmadığı ima edilen ekonomi politikasının önemli uygulamalarına imza atan bir kişi, önemli bir başka kurumun başkanlığına getirilmişti. Akla uygunluk açıklamasının ardından nerdeyse üç hafta geçmişti ama henüz açıklanmış bir ekonomi programı yoktu. Buna karşılık bir önemli değişkene ilişkin (asgari ücret) karar alınmış, bir diğeri (politika faizi) için ise alınacak kararın açıklanmasına saatler kalmıştı.
Peki, bilgisayarın başına oturduğum an itibarıyla ekonomide durum nasıldı? Birincisi, en yakıcı sorun olan, ‘makul bir oranda ekonomisini büyütebilmek için bile yabancı finans kurumlarının ve yatırımcılarının insafına kalmış’ bir ülke olma durumumuz devam ediyordu. Bu sorunu hafifletmek, yani dış borçlanma bağımlılığımızı azaltmak için gerekli olan yapısal değişiklikler ufukta görünmüyordu. Bu sorunun temelinde yatan verimsiz bir üretim yapısı ise elbette olduğu yerde duruyordu.
Hadi, dış borca bağımlılık bir çırpıda ortadan kalkacak bir sorun değildi; hiç olmazsa kısa vadede hemen çözmemiz gerekenlere odaklanalım denildiğinde, henüz program açıklanmadığı için ne ölçüde odaklanılıp odaklanılmadığını bilmediğimiz iki sorun ortaya çıkıyordu. Bunların ilki –ki bilgisayarın başına oturduğum an itibarıyla ekonomik duruma ilişkin vurgulanması gereken ikinci nokta oluyor- önümüzdeki aylarda önemli bir döviz ihtiyacımız var ve seçim öncesinde benzer bir ihtiyacı normal yollardan karşılayamaz duruma gelmiştik. Şu: İlk beş ayda rekor bir cari işlemler açığımız var. Ek olarak önümüzdeki bir yıl boyunca ödememiz gereken dış borç 203 milyar dolar. Cari açığı –yaklaşan yerel seçimlere rağmen, büyümeyi azaltarak bir miktar düşürdük diyelim. 203 milyar dolar borç servisinin önemli bir kısmı ithalat ve ihracat ilişkilerinden doğuyor; yeniden borçlanarak ödemekte bir zorluk çıkmaz da diyelim. Yine de geriye önemli bir döviz ihtiyacı kalıyor ve seçim öncesindeki resmi verilere göre biz bu ödemeleri normal yollardan finanse edemediysek, bunları nasıl finanse edeceğiz? Yanıt bekliyor.
An itibarıyla üçüncü sorun –kısa vadeli olanların ise ikincisi- şu: Deprem öncesinde planlanan bütçe açığı GSYH’nin yüzde 3.5’i kadardı. Deprem bölgesini ayağa kaldırmak için bütçeden önemli miktarda harcama yapmak gerekiyor. Bunun üzerine, EYT nedeniyle bütçeye gelen bir yük var. Ek olarak seçim öncesinde verilen sözlerin tutulması halinde bütçe harcamaları yine artacak. Bunlar alt alta toplandığında ve yeni bir ekonomi programıyla ters yönde önlem alınmadığında, GSYH’nin yüzde 10’una varan bir açık hesaplaması yapan ciddi uzamanlar var. Nasıl azaltacağız? Nasıl finanse edeceğiz? Yanıt bekliyor.
Kısacası, kısa vadede dört ana sorunumuz ortaya çıkıyor: Yeni ekonomi ekibi yok, yeni ekonomi programı yok, döviz ihtiyacımızın nasıl karşılanacağı belirsiz, bütçe açığının nasıl kontrol altına alınacağı ve nasıl finanse edileceği belirsiz. Bu dördüne şu beşincisini de eklemek gerekir: Birkaç günde bunlara ilişkin açıklamalar yapıldı diyelim; sürdürülebilecek mi yeni durum? Yani, yeni bir Ağbal-Elvan sendromu yaşanma ihtimali az mı çok mu?
İşe bu ortamda, Merkez Bankası faiz kararı açıklayacak. Hadi hayırlısı.