Guvernör mü istiyoruz, yoksa müdür mü?

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Son istifanın arka planını bilmiyoruz. Yaklaşık dokuz ay önce göreve gelen Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan “itibar suikastı” iddiasıyla ardında ciddi soru işaretleri bırakıp gitti. Türkiye ekonomisinin en önemli kurumunun başkanına itibar suikastını kim, neden yapmıştır. Yeni başkana da yaparlar mı? Yoksa suikast iddiası asılsız mı? Bunlar konunun bir boyutu ama asıl soru “Yeni başkan gerekeni yapabilecek mi?”

Göründüğü kadarıyla Fatih Karahan’ın ataması iç ve dış piyasalarda olumlu karşılandı. Karahan, altı aydan uzun bir süredir TCMB başkan yardımcısı olarak icranın içindeydi. Özgeçmişi gayet güçlü, iyi bir eğitimi ve merkez bankacılığı deneyimi var. Üstelik önceki başkandan farklı olarak ticari bankacı yönü değil, iktisatçı yönü de olan bir isim. Benim hem Türkiye hem diğer ülke örneklerinden gördüğüm kadarıyla ya bankanın içinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra başkan olan “merkez bankacılar” ya da makroekonomi bilgisi güçlü olup da dışarıdan gelenler başkanlıkta daha başarılı oluyor. Karahan da başarılı olabilmek için gereken özelliklere sahip.

Kritik soru ise değişmiyor: Acaba başkan yasayla tanınan bağımsızlığı kullanabilecek mi? Görevinin gereklerini yerine getirebilecek mi? Yani “guvernör” mü olacak yoksa “merkez bankası müdürü” mü?

Ekonomi yönetimindeki en itibarlı, en kritik ama aynı zamanda en zor görevlerden birisi merkez bankası başkanlığı ya da diğer deyişiyle guvernörlüğüdür. 2002 yılında yapılan yasal bir düzenleme ile Merkez Bankası bağımsızlığına kavuşturulurken, üst düzey yöneticilerinin görev süreleri, atanma, çalışma ve görevden ayrılma kuralları da tanımlandı. Amaç kurumsal bağımsızlığın bir parçası olarak banka yönetimini ve özellikle başkanı siyasi baskıdan bağımsız kılmaktı.

Banka, yasayla belirlenmiş temel amacı olan fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı politika araçlarını doğrudan kendisi belirler. Yani amaç belirlemede bağımsız değil ama bu amaca ulaşmak için kullanacağı araçları belirleme ve uygulamada bağımsızdır. Araç bağımsızlığının yanı sıra kurumsal bağımsızlığı da düşünülmüş. Bu nedenle 2002’deki reform niteliğinde düzenleme yapılırken, yönetime kurumsal bir güvence sağlanmak istendi; görev süresi tanımlandı. Diğer bir deyişle bu önemli göreve getirilecek kişiye bir anlamda garanti verildi. “Sen 5 yıl için bu bankayı yöneteceksin. Kimseye boyun eğmek zorunda değilsin. Banka’nın temel amacı belli; elindeki araçlar belli. Bu araçları uygun gördüğün şekilde kullanarak bu amaca ulaş” denildi. Burada korunmak istenen kurumsal bağımsızlıktı.

Ama uygulama böyle olmadı. Yasanın yürürlüğe girdiği 2002 yılından bu yana geçen 22 yılda dokuz ayrı başkan gördük. Bu başkanlardan sadece 3’ü, Süreyya Serdengeçti, Durmuş Yılmaz ve Erdem Başçı, yasayla belirlenmiş görev sürelerini tamamlayabildi. Diğerleri süre sona ermeden ya görevden alındılar ya da ayrılmak durumunda kaldılar. Kurumsal bağımsızlık filli olarak rafa kaldırılmış oldu.

Merkez Bankası bizzat kendisi diyor ki;

* Merkez Bankası bağımsızlığı enflasyon hedeflemesi rejiminin başarısı için önemli bir ön koşuldur.

* Bu rejimi uygulayan bir merkez bankasının araç bağımsızlığına sahip olması ve kamu açıklarını finanse etmek gibi fiyat istikrarı ile çelişen görevlerinin olmaması rejimin başarılı olabilmesi için şarttır.

* Bu şekilde merkez bankası mali ve siyasi baskılara maruz kalmadan enflasyon hedefine odaklanabilmektedir.

*Aynı zamanda bağımsızlık sayesinde Merkez Bankası’na ve uygulanan para politikalarına duyulan güvenin artması ile beklentiler daha iyi yönetilebilmekte ve para politikası hedeflerine ulaşmak kolaylaşmaktadır.”

Tüm yazılarını göster