“Güvenilir medya kuruluşları” gerekiyor, ama…

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Öğrenmek için gözlemler yapar, başkalarını dinler ve metinler okuruz. Öğrendiklerimizin ve bildiklerimizin “anlam” üretmesi için paylaşarak çoğaltırız. Bildiklerimizi yazıyla anlatarak çoğaltma son birkaç yüzyılın revaçta olan işiydi. Geniş okur kitlelerine ulaşabilen “yazarlık” gözde meslekti. İyi bir yazar ya da yazı insanı kaleminin bıraktığı izlerle geçimini sağlayabiliyordu. 
Devran değişti: Bugün yazarlık ve yazı insanlığı geçmişin çekiciliğinden çok uzaklarda.

Gözlediklerimi, okuduklarımı, doğru olduğun inandıklarımı yazıyla paylaşmaya karar verdiğimde yirmi bir yaşındaydım. Yazarak paylaşma vazgeçilmez ideallerimden biri oldu. Yaratmak istediğim sonuç da, kitlelerin farkındalığını yükselterek, özgür, eşitlikçi, adil bir düzenin kurulmasına katkı yapmaya karınca kararınca destek olmaktı.

Yazarak anlatmanın “itibar doruklarına” yükseldiği günlerden geçtik. Zaman neleri aşındırmıyor ki? Bugün, İlber Ortaylı’nın 7 Nisan 2024 günü yazısında dediği, noktaya geldik: Kamuoyunu çocuk yerine koyan basın ve medyadır. Medya ve küçük istisnaisiyle kamuoyu ölçüm şirketleri Türk halkının gözünde adamakıllı bir yara aldı. Herkes daha dikkatli yazmak ve haber vermek durumunda...” 

Ortaylı’nın saptaması sadece bizim ülkemize, toplumumuza özgü de değil; bütün insanlık geleneksel medya kanallarına olan güvenini yitiriyor.

Yazarın görevi nedir?

Dünyamızda olup bitenleri kavrayabilmek için diri meraklarımızın güvenilir yazarların izini sürdüğü günlerde Albert Camus’un uyarısı zihinlerimizin derinlerine perçinlendi: “Yazarın rolü zor görevlerden muaf değildir. Doğası gereği yazar kendisini tarih yazanların hizmetine sunmaz; o, tarihten zarar görenlerin hizmetindedir. Aksi takdirde yalnız ve sanatından mahrum kalır. Zorbalığın milyonlarca kişilik ordularıyla aynı safta yer alsa bile, bu ordular yazarı yalnızlığından kurtaramayacaktır.”


Yazarların ve yazı insanlarının görevlerinin “zarar görenlerin” yanında olması gerektiği düşüncesini benimsiyorsak, insanların yaşamını zorlaştıran gelişmelerin karşısında durma sorumluluğunu üstlenmeliyiz.

Doğru bildiklerimizin eksikleri ve yanlışları konusunda birinin bizi ikna etmesine kadar doğrularımızı korur; yarar ürettiğine inandıklarımızı kararlılıkla paylaşırız. Zarar ürettiğine inandığımız tabuların, önyargıların, kör inançların, yerleşik doğruların, ezberlerin, tek yolcu anlayışların, kibir ve üstünlük inancının, aklı başkalarına emanet etme kolaycılığının, sorgusuz alkış tutman da karşısında dururuz; durmalıyız.

İçinden geçtiğimiz süreçte yazarlar ve yazı insanlarının bir başka tuzağa sürüklendiğinin farkında olmalıyız: Mahalle baskısıyla yazar ve yazı insanını içerik kalitesi ve mesaj bütünlüğünden, yazının uzun ve kısalığı tartışmasına çekmesi!

Yazar, yazı insanı ve iletişim-etkileşimi görev edinen düşünce insanları, kısa mesajla iletişim kurulabiliriz, ama asla düşünce geliştiremeyiz, uyarasını yapsa da, yazmayı sadece okura erişilebilirliğin aracı olarak görenler, paylaşmanın bilinç yükseltme bağlamını unutanlar, sığlığın yarattığı popülist ve pragmatist yönelişin kaynak kayıplarını görmezden geliyor. Bu vurdumduymaz algı, vasatlığı ve israfçı tutumu giderek yaygınlaştırıyor; tehlikenin boyutları alabildiğine büyüyor.

Financial Times yazarı Simon Kuper, “Habersiz kalmak, dünya için kötü haber…” başlıklı yazısında, medya için homurdanan birçok kişinin artık medyayla karşılaşmadığını, medya araştırması şirketi Nielsen’in saptamalarına göre ABD’de 2023 yılında ilk kez kablolu, uydu ve karasal TV yayınlarındaki izleme oranlarının yarısının altında kaldığını belirtiyor. Bir ekleme daha yapıyor: “ABD gazetelerinde görev yapan gazeteci sayısı 2005’ten bu yana üçte iki azaldı.” Mesleğimiz itibar kaybederken, meslektaşlarımızın da iş ve aş kaygıları çiğ gibi büyüyor. 
Medya kanallarının çeşitlenmesinin, erişilebilirlik kapasitelerinin artmasının yarattığı değişik iletişim-etkileşim oluşumunda şaşılacak bir şey yok. Bilim ve teknolojideki gelişme, eski yapıları çözüyor; yenilerinin örülmesini gerektiriyor. Bizlerin üzerinde düşünmesi gereken temel sorun, bir yanda kısa mesaja dayalı, slogan soslu, pragmatizm ve popülizm kolaycılığı eğilimin güç kazanması, öte yanda üretim ve bölüşüm ilişkilerinde çok katmanlı, karmaşıklığı artan, karmaşayı kavrayışa dönüştürmenin akıllı uzmanlaşma gerektiren doğrultuda ilerlemesi. Bu çelişki, gelişmek isteyen ya da gelişmişlik düzeylerini korumaya çabalayan toplumların yüksek nitelikte elitleri koruma ve niceliklerini gerektiği düzeye çıkarma sorunuyla yüzleştiriyor.

Elitlerin önemi

Medya ağlarındaki yeni oluşumun bir başka boyutu daha gözden kaçırılmamalı. The Economist, “Kutuplaşmış medya demokrasiye yaramaz” başlıklı analizinde “demokraside elitler önemlidir” saptamasını yapıyor; “elitler dünyayı olduğu haliyle görmezlerse kötü kararlar alır” genellemesine ulaşıyor. Bizim kaygılarımız tam da bu noktada artıyor: Dünya genelinde üretim ve bölüşüm örgütlenmelerinde karmaşıklık arken, karmaşanın kavrayışa dönüştürülmesi derin uzmanlık gerektiriyor. Derin uzmanlığın gerektirdiği ortamda, kısa yazı popülizminin tuzağına düşen yazar ya da yazı insanları üretken ve verimli düşünce geliştirmeye katkı yapabilir mi?

Eskilerin deyimiyle “efradını cami, ağyarını mani” anlatım yerine, vasat kitlelere erişme popülizmini benimsemenin, toplumun refahına giden yolun tuzakları olacağını söylemek abartılı bir değerlendirme olmaz.

OKSİJEN gazetesinde 27 Ekim 2023’de “Dijital çağda ‘gazeteyi yeniden icat etme’ mücadelesi ve...” başlıklı yazıda, “Artık bedava haber değil, aynı haberlerin güvenilir medya kuruluşları tarafından işlenmiş versiyonları ve habere dayalı analizler daha kıymetli” deniyordu. 

Medyanın bütün kanalları için bu haber önemli, ihtisas medyası için önemli olmanın ötesinde değerli olan tutuma işaret ediyor.

Güvenilir medya kuruluşları nasıl oluşturulur? Güvenilir medya kuruluşu oluşturmanın gerek ve yeter şartları nelerdir? Soruların yanıtını da başka yazılarımızda paylaşalım.

Tüm yazılarını göster