Alman sanayici Robert Bosch’un (1861-1942) meşhur sözünü çoğumuz biliriz: ‘İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim’.
Güven bir şirketin varlığını sürdürebilmesinin adeta ön şartı. Tüketicilerin markanızı tercih etmesi, tedarikçilerin peşin yerine vadeli ödeme kabul etmesi, çalışanlarınızın organizasyonunuzda kalmayı sürdürmesi, bankaların kredi açması hep buna bağlı. Peki, bu kadar önemli olan bir şeyi şirketlerimizde yönetiyor muyuz? Genellikle hayır. Pek çok firma, anlaşılabilir sebeplerle, günlük operasyonların hayhuyuna dalıp bunu ihmal ediyor. Halbuki daha hızlı büyüme, daha yüksek karlılık, daha düşük risk primi ve daha iyi işleyen bir organizasyon için aktif bir güven yönetimi elzem.
Halbuki yönetim kurulları, bilhassa eğer varsa bağımsız üyeler, şirketin ‘güven sermayesi’nin üzerine titremeliler. Bu en önemli ‘şerefiye’yi, tıpkı şirketin mali sermayesi gibi, muhafaza etmeye ve artırmaya çalışmalılar.
Bunu yapmak için beş önemli prensipten bahsedebiliriz:
AÇIK. Gerek şirket içi gerek şirket dışıyla kapalı bir iletişimden güven doğması mümkün olmaz. Elbette sırlardan bahsetmiyoruz (işin ilginci güven ile alakalı atasözlerimiz hep bu minvalde!). Ancak şirket içi için genel hedef ve performans kriterleri, şirket dışı için ödeme vadeleri gibi konularda belirsizlikten kaçınmakta yarar var. Halbuki, iş dünyamızda muğlaklık olması gerekenin çok ötesinde bir yer kaplıyor. Bu ister istemez güveni azaltıyor, işlem maliyetlerini (transaction costs) artırıyor ve yapılabilecek işlemleri yapılamaz hale getiriyor.
TUTARLI. Açık iletişimde ifade edilen hususların tutarlı şekilde uygulanması güven tesisi için kritik. Aksi takdirde ‘neden X terfi etti de ben etmedim’ veya ‘neden Y tedarikçisinin ödemesi yapıldı da benimki yapılmadı’ sorularla uğraşmaktan başınızı kaldıramazsınız.
KAPSAYICI. Paydaşları dinlemek, doğru anladığınızı göstermek ve onların görüşlerini -mümkün olduğunca- hayata geçirmek, çok önemli bir güven artırma yöntemi. Muhataplara kulak vermeden herkesin kendisine şu veya bu sebeple güvenmesini bekleyen şirket yöneticilerimiz büyük bir hata yapıyorlar. Aman dikkat!
KARŞILIKLI. Güven karşılıklı açılması gereken bir penceredir. ‘Ben kimseye güvenmeyeyim, ama herkes bana güvensin’ demek pek gerçekçi olmayan ama yine iş dünyamızda çok sık gördüğümüz bir yaklaşım. Bu noktada bir anda dev adımlar atmak zorunda olmadığımızı akılda tutmakta yarar var. Uluslararası müzakerelerde sıkça başvurulan, her iki tarafın küçük ama olumlu adımlar attığı ‘güven artırıcı tedbirler’ iş hayatımız için de bir yöntem olabilir.
SİSTEMİ KAPATAN. Nihayet, anlaşmazlık halinde ne yapılacağını (ortaklık nasıl bitecek, ipotekler nasıl çözülecek, hangi mahkemeler yetkili olacak) işler iyiyken konuşmak, ne kadar lüzumsuz ve tatsız gelse de güven çerçevesini tesis eden bir yaklaşım.
Unutmayın, güven teorik bir kavramdan ibaret değil, şirket sermayenizin önemli bir parçası!