Türkiye’nin hem içeride, hem dışarıda en büyük sorunu nedir sorusunun yanıtı tek kelime: “Güven”.
Seçim dönemlerinde hükümetin vatandaşa vadettiği yerli arama, yerli uçak, yerli uçak gemisi; Hiç biri gerçekleşmedi;
Muhalefet partileri devlet kurumları tarafından açıklanan hiçbir ekonomik veriye inanmaz oldu;
Pandemi konusunda hükümet üyelerinin birbirleriyle çelişen ifadeleri, aşı konusunda hala aşılamamış belirsizlik de bitecek gibi değil.
ABD’nin gara açıklamasındaki dikkat çeken detay
İşin daha da kötüsü, dışarda da durum farklı değil;
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irak’ın kuzeyinde son dönemlerin en geniş terörle mücadele operasyonunu yaparken, Türkiye acı haberle sarsıldı;
PKK terör örgütü, TSK’nın operasyon yapmakta olduğu Gara’da rehin tuttuğu 13 Türk vatandaşını infaz etti.
Rehinelerin teröristlerce öldürüldüğüne ilişkin haberler devletin en üst makamları tarafından açıklandı, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar imzasıyla açıklama yapıldı.
Buna karşılık, dünyanın pek çok ülkesi gibi, ABD de resmi bir açıklama yaparak rehine Türk vatandaşlarının öldürülmelerini kınadı.
Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, üstelik yazılı olarak yaptığı açıklamada çok dikkat çeken bir ayrıntı vardı;
ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın açıklamasında “terör örgütü PKK’nın elindeki sivilleri öldürdüğü haberleri, eğer doğrulanırsa, bunu kınıyoruz, bunu olabilecek en güçlü şekilde kınıyoruz” denildi.
Dikkat çekici ayrıntı “eğer doğrulanırsa” ifadesi.
ABD bu ifadeyle, diplomatik bir dil kullanarak, Gara’da ne yaşandığına ilişkin Türk hükümetinin açıklamalarına temkinli yaklaştığını ortaya koymuş oldu.
Buna bir de, ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasının üzerinden yaklaşık bir ay geçmiş olmasına rağmen-diplomatik teamüllere aykırı şekilde- hala NATO müttefiki Türkiye ile kişisel iletişim kurmamış olmasını;
Washington’dan birbiri ardına gelen, LGBTI haklarından, Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına, Türkiye’ye yönelik demokrasi ve ifade özgürlüğüne kadar geniş insan hakları yelpazesindeki uyarıları da ekleyin.
AK Parti hükümeti, Biden yönetimi ile kuracağı ilişkilerde jeopolitik konumunu ön plana çıkartıp, insan hakları ve demokratikleşme konularını “ayrıntı” düzeyinde tutmak istiyordu.
Nitekim Biden’ın göreve gelmesinin ardından, AK Parti hükümeti izlediği dış politikayı esnetmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştı bile. Ancak;
• Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın S-400 füzeleri için “Girit modelini” önermesine;
• Karadeniz’de Türk donanmasının Amerikan savaş gemileriyle birlikte -adı konulmadan Rusya’ya karşı- askeri tatbikat yapmasına;
• Yıllardır Çin’in Uygur Türkleri’ne yönelik insanlık dışı uygulamalarını görmezden gelen Anadolu Ajansı’nın birden bire geçen hafta Çin mezalimini haber yapmasına rağmen;
Belli ki ABD ile Türkiye arasındaki “güven sorunu” aşılmış değil.
Rusya’dan İdlib açıklaması geldi
Dışarıdaki “güven” meselesi sadece Washington ile sınırlı değil;
ABD’nin Gara konusunda “eğer doğruysa” kaydını düşen açıklamasıyla aynı dönemde, Rusya’dan da yine aynı oranda dikkat çekici bir açıklama geldi;
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Oleg Sıromolotov, İdlib’de Türkiye’nin hala Astana-Soçi süreçleri ile uzlaşılan konularda “üzerine düşeni yapmadığını” açıkladı.
Sıromolotov, “Türklerin İdlib’de anlaşmalara uygun olarak, teröristler ile ılımlıların ayrılmasına yönelik taahhüdü henüz gerçekleştirilmedi” dedi.
Rus diplomat, İdlib’de hala 17 bin kadar silahlı El Nusra terör örgütü militanı olduğunu da vurgulayarak, Ankara’ya “ne yapması gerektiğini” de hatırlattı.
Bu hatırlatmanın “zamanlaması” da manidar;
Tam da Türk basınında, 2015’te düşürülen Rus uçağının pilotunu öldürdüğünü söyleyen grubun, o dönem tutuklanan lideri Alparslan Çelik’in salıverildiği haberlerinin ardından yaptı Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı bu açıklamayı.
Bunu Moskova’nın Ankara’ya yönelik diplomatik bir dille “güven sorununu” ortaya koyduğu bir açıklama olarak yorumlamak her halde yanlış olmaz.
İçerde ve dışarıda, izlenen politikalardaki savrulmaların Türkiye açısından bir “güven sorunu” yaratmaya başladığı açık.
Uluslararası ilişkilerde “güvenilirliğin” ülkelerin en büyük sermayesi/ gücü olduğu, kimi yerde sert askeri güçten bile daha etkili olduğu göz önüne alındığında, Ankara’nın mevcut durumu bir kez daha düşünmesinin gerekliliği elzem hale geliyor.