İnsan doğasının temel özelliğidir sürekli anımsatma… Sözel kültürü yaratan ve çoğaltan etkenlerden biri de, tekrar etme ve sürekli anımsatmadır.
Herhangi bir ihtiyacın net olarak tanımlanması verinin üç bileşeninin dengesine bağlıdır: İhtiyaçları tanımlarken, ölçüm yaparak üretilen “sayılar” gereklidir. Sayıların bize anlattıkları konusunda ilgili olanları ikna etmek için verilerin “görsellerle” desteklenmesi işimizi kolaylaştırır. İhtiyaçlarla ilgili çözümlerin üretilmesi ve sürekliliğinin sağlanması için de “kavramsal gelişme” hayati önemdedir. Verinin sayı, görsel ve kavram içeriklerinin bütünlüğü sağlamadan, verimli bir “anlama ve anlamlandırmaya” erişemeyiz.
Can Yücel’in dilimize kazandırdığı şiirdeki dizeleri her sabah, içtenlikle inanmış bir dindarın güne başlama duası gibi tekrarlamalıyız: En uzak mesafe/ Ne Afrika’dır/ Ne Çin/ Ne de Hindistan/ Ne seyyareler/ Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan / En uzak mesafe/ İki kafa arasındaki mesafedir/ Birbirini anlamayan!”
Tekrarlamalıyız, çünkü döviz, faiz ve borsa gibi piyasa hareketleriyle ilgili analiz bilgilerinden yararlanarak yeni bir “nesne” ve “yeni bir iş yapma metodu” üretebilmemizin gerek şartı “zamanın ruhunu” anlayarak bileşen ve bağlam dengelerini kurmaktır.
Zamanın ruhu nedir?
Zamanın ruhu Almanca kökenli “zeitgeist” kavramının dilimizdeki karşılığıdır. Dawkins’e göre, “zamanın ruhu” toplumların on yıllar geçtikçe değişen, oldukça gizemli ortak görüşüdür.
Dawkins, sosyal bilinçteki uyumlu ve düzenli değişmelerin kesinlikle inanç sistemlerinden gelmediği kanısındadır.
Zamanın ruhundaki değişmenin çok geniş insan grupları ve kitleler arasında senkronize olması, görece kararlılığını da açıklamaktadır.
Nitin Ohria’ya göre “zamanın ruhu”, yani bir dönemi karakterize eden ruh, atmosfer, fikir ve inançları algılayıp benimsenmesidir.
Kavramı sosyolojik gelişmelerin analizinde kullanma üzerine kapsamlı bir makale yazan Monika Krause’ye göre, “zamanın ruhu”, belirli bir tarihsel zaman dilimine özgü, farklı sosyal yaşam alanlarını ve sosyal grupları birbirine bağlayan ve coğrafi bağlamlara yayılan anlamlı uygulamalardaki bir modele yönelik varsayımdır.
Ne olduğu, toplumsal yaşamı nasıl etkilediği konusunda çok sayıda analizlerin yapıldığı, akademik makalelerin yazıldığı “zamanın ruhu” Ohria’ya göre, küresel ölçekte jeo-ekonomik, politik ve kültürel gelişmeler, hükümet kararları, işgücü hareketleri, nüfus oluşumları, toplumsal geleneklerin etkileri ve teknolojik gelişmelerin dayattığı eğilimler bağlamını dikkate alındığında anlaşılabilir. Ohria ve arkadaşlarının “bağlamsal zekâ” olarak tanımladıkları bu olgu, zamanın ruhunu anlamanın ne denli önemli olduğunu bize anlatır. Bağlamsal zekâyı iyi kullanırsak zamanın ruhunu gerektiği gibi anlayarak, günün değer zincirinde doğru konumlama yapabiliriz; aksi halde gelişmelere uyum gösterme konusunda zorlanırız.
Anlamak edilgen olgudur
Biz, kendimizi güdüleyerek “anlamaya” çalışmazsak, en iyi okulların, kendini kanıtlamış bilgelerin, çağın en gelişmiş araçlarının bizim için yapabileceği bir şey yoktur. Öğrenme ve anlama etken değil, edilgendir. Öğrenmek ve anlamak için meraklarımızı hareket geçirmek, zamana kıyarak öğrenmek istediğimiz konular için emek ve zaman ayırmamız gerekir.
İçinden geçtiğimiz sürecin bileşen ve bağlamlarının ne olduğu üzerinde gerekli analizleri yapmadan, ne işimizin hakkını verebilir; ne insanımızı sevebilir, ne de vatanımızın bekasına sahip çıkabiliriz. O zaman yaptığım işin “anlamını” sorgulamadan kaçınır; ırk ve inanç hamasetini kutsal şal haline getirerek, eksiklerimizi, yanlışlarımızı ve kötülüklerimizi örtme kurnazlığına yöneliriz.
İnsanlık tarihinin en büyük değişim ve dönüşümün yaşandığından hiçbirimizin kuşkusu olmamalı. Bu dönemde, “insan biraz da başkaları için yaşadığı zaman insandır” diyen özdeyişin hakkını vermek için, gücümüz neye yetiyorsa sonuna kadar değerlendirerek “ anlama ve anlatma” için çabalamalıyız. Çaba göstermeden kendi yankı odalarımızda kendimizi övmenin üreteceği hiçbir değer olmayacaktır.
Zamanın ruhunu anlamak için düzenli, kararlı, sistemli çaba göstermek kadar, her sabah kendimize “Doğayı, yaşamı, insanları ve kendimi anlamak için ne yapıyorum?” sorusunu yöneltmek gerektirir. Güncelin kolaycı, ucuzcu, çözüm üretmeyen miyopisine kendimizi mahkûm ederek yaratmak istediğimiz sonuca ulaşamayız… Zamanın ruhunu iyi okumalı, iyi öğrenmeli, iyi anlamalı ve anlamlandırmalıyız.