Demokrasi ve parlamenter sistem çıkarlar ve tutkular üzerine kuruludur. En önemli iki mesele vergiyi kimlerin hangi esaslara göre ödeyecekleri ve hukukun ne olacağı/ne şekilde uygulanacağıdır. Neredeyse bütün devrimler ve bütün demokrasiler vergi sorunuyla başlamış ve hukuk sorunuyla devam etmiştir. Bu böyledir ama demokrasi bu konulara hâkimiyet, ilgi alaka da gerektirir. Ayrıca zekâ, ahlak, erdem de olmazsa olmazdır. 17. ve 18. yüzyıllarda demokrasi ve parlamento üzerine yazan hemen her düşünür kamu yararına odaklı, kendi çıkarını düşünmeyen erdemli yöneticiler ve ekonomiye, sosyal sorunlara, hukuka ve vergi meselesine aşina, sorumluluk sahibi bir halk gerektiği konusunda hemfikirdiler. Bu yüzden Amerikan kasabalarında bile 1787-1788’de o zamanki yazılışıyla “intelegence” aranıyor, sıradan insanlar bakkallarda, tuhafiyecilerde satılan anayasa hukuku metinlerini okuyup tartışıyor, yerel basınla yetinmeyip ulusun önde gelen düşünürlerine mektuplar yazıyor, eyaletler arasında onaya sunulan yeni anayasa metnini satır satır okuyup anlamadan lehte veya aleyhte görüş bildirmek istemiyorlardı.
Amerikan devriminin hayli halkçı karakteri bir yana, kurucu iradenin kurgusu “klasik”, hatta elit bir ton taşıyordu. İngiltere’nin 17. yüzyılına bir güçlü bir gönderme, hatta siyasi düşünce açısından bakarsak daha da “öncesi –ve sonrası” vardı. Amerikan kolonilerinin İngiltere’de olanlardan etkilenmemeleri imkânsızdı. Hem Cromwell Devrimi, hem 1660 Restorasyonu, hem de 1688 Şanlı Devrimi kolonilere yansıdı. Siyasetin hukuk ve hukuk felsefesi üzerinden teorileştirildiği yüzyıllardan sonra Magna Carta’nın mirasçıları olduklarını düşünerek hukuka – özellikle ceza hukukuna- düşkün olan koloni halkı hem bu alandaki değişimleri hem de siyaset felsefesinde Hobbes ile başlayan devrimci adımları izlemekten geri kalmadı. O kadar ki eyaletler anayasa adını verdikleri temel metinler yarattılar; örneğin John Locke’un Carolina anayasasına büyük katkısının olduğu düşünülüyor.
17. yüzyıl İngiltere’sinde de 18. Yüzyıl Amerika’sında da tavernalarda siyaset konuşulması ve çeşitli yayınların okunması yaygındı. Elbette Cromwell devrimi de kapsamlı yayın faaliyetinin ve 1641-1660 arası özgür basının önemli rol oynadığı bir devrimdir ancak anayasanın yığınlarca tartışılması Amerikan devrimine özgüdür. Anayasa’nın eyaletlerde onaya sunulduğu 9 ay süren tartışma süreci güçlü bir demokrasiye nasıl ulaşıldığı, kimlerin bunu hak edebildiği, ne kadar hassas olunduğu konusunda en sağlam tanıklığı sağlıyor. Koloni halkı olayları çok yakından takip ediyor ve siyasetin gündelik hayatını ve geleceğini etkileyeceğini bilerek davranıyordu. Politika oldukça şeffaf biçimde, “kapalı kapıların dışında” yapılıyordu. Sadece bu bile bir aydınlanma durumuna işaret ediyor çünkü siyasetin toplumsal sorunları çözmek için birincil derecede önemli olduğu, “siyasetin her yerde” olduğu tezleri Aydınlanma tezleridir. 20. Yüzyılda oy verme hakkının tüm erkeklere genişlemesiyle halkın mobilize edilmesi, kitleleri sürükleyecek büyük anlatılar, Bolşevizm ve faşizm gibi yeni tipte örgütlenme ve ideolojiler öncesinde Amerikan devrimine katılım olabilecek en yüksek düzeyde sayılmalıdır. Amerikan koloni halkı sadece isyan etmiyor veya sadece bir bağımsızlık savaşına katılmakla yetinmiyordu. Anayasa yapma sürecinden yeni rejimin niteliğine, vergi yasalarından yerel yönetimlerin haklarına, ordunun devletteki konumundan mahkemelerin yapısına hemen her konuda yazılı basını okuyarak “kapalı kapıların” dışına çıkıyor, siyasetin ‘seyircileriyle aktörleri’ birbirine karışıyordu.
Anayasa sorununun ana eksenine, yani federalist-anti federalist tartışmasına katılanların kullandıkları “Publius”, “Brutus”, “Cincinnatus”, “Cato”, “Agrippa” –ayrıca “A Columbian Patriot”, “Centinel”, “Federal Farmer”, “Officer of the Late Continental Army”- gibi takma isimler bize ilgi çekici bir momentin yaşandığını gösteriyor. İlk isim grubu sağlam bir eğitime sahip ve bir kültürel geleneğe ait olan kişilerin kullanabileceği türden ama ikinci grup isimler oldukça plebeian –halk tipi- bir konumlanışa işaret ediyor. Bu takma isimlerin çeşitliliği, en azından amaçları açısından ama aidiyetleri bakımından da oldukça heterojen bir gruptan bahsettiğimizi gösteriyor. Bu saptama özellikle anti federalistler için geçerli.
Anayasa’nın onaylanma süreci çok önemliydi dedikten sonra ilginç bir konuya odaklanalım. Neden takma isimler kullanılıyordu? İki görüş vardı. İlkine göre anayasa hakkında fikir bildirenlerin centilmence davranmaları için isimlerinin açık olması lazımdı. Anonimliğin veya takma isimlerin arkasına saklanmak centilmenliğe yakışmazdı. Bu görüştekiler bazen takma isimlerle yazanların kimler olduğunu keşfedip başka matbaalarda aynı mektup ve broşürleri yazarların gerçek isimleriyle bastırıp dağıtıyorlardı. Ancak gerçek isimleriyle yazanların da kaygıları yok değildi. Pek çok mektup önemli, saygı duydukları kamusal şahıslara gönderilmiş ve gönderilen şahsa mektubun içeriğini açıklama veya mektubu gerçek isimle yayınlama hakkı verilmişti. Buradaki kaygı söz konusu metinlerin sadece centilmenler arası dolaşıma girmesiydi; arzulanan buydu.
Anonimlik taraftarlarının tezi farklıydı. Avamın konuya olan yakın ilgisinin farkındaydılar ve onları da tartışmaya çekmek istiyorlardı. Ancak mektuplar/broşürler gerçek isimlerle basılırsa içeriklerinin ve mantıksal örgülerinin geri planda kalmasından korkuyorlardı. Örneğin Virginia tugayının kahraman albayı kendi ismiyle yazıp anayasaya karşıyım derse Virginia halkı ne dediğini ve nasıl dediğini tartışmak yerine “kahramanımız bunu söylüyorsa doğrudur” diyebilirdi. Elbette diğer taraf bunu kabul etmiyor, halka güvenilmediğini söylüyordu. Onlara göre avam “kahraman albayın” veya "tanınmış avukatın" veya "meşhur iş adamının" yazdıklarını kahramanlığından vs. ayıracak ve tezlerinin mantığına odaklanacak ferasete sahipti.
Tarafların açık ve şeffaf bir tartışma açmakla yetinmeyip öze ilişkin tezler ve bu tezlerin savunulmasındaki mantık üzerinde durulmasını sağlamak için yöntem açısından bile “inceci” davranmaları güçlü demokrasilerin öylesine kuruluvermediğini gösteriyor olmalı. Çıkarlar ve tutkular var ama erdemler ve sorumluluklar da var. Her şeyden önce aktif katılım söz konusu.