Güç zehirlenmesi kurumlara zarar verir

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Bir hikâye

Eski zamanlarda bir ülkede bir şah varmış. Hikâye bu ya; Şah şiire merak sarmış. Ama bir okuyucu olarak değil, bir şair olarak. Şiir sandığı şeyler yazmaya başlamış. Şah’ın çevresindeki, onu her fırsatta her konuda şişirmeye meraklı saray beslemesi dalkavuklar bu fırsatı kaçırmamışlar. Başlamışlar Şah’ı yağlamaya “Hünkârım, bu şiirleriniz harika. Şimdiye kadar ülkemizde böyle şair yetişmedi. Şiirleriniz insanın içine işliyor”. Şah bu şişirmelerle kendisini iyice şair sanmaya başlamış. Şiir dediği yazıları yalnızken kendi kendine okumaya ve kendi kendine duygulanmaya başlamış. Yemek sofralarında “Benim yeni bir şiirim var” deyip yazdıklarını okur olmuş. Saray sofrasından doyan beslemeler da hayran hayran dinler “Hünkârım bu şiiriniz daha bir başka olmuş” diye Şah’ı pohpohlarmış. Kendisini şair olduğuna iyice inandıran Şah, bir gün ülkenin en ünlü şairini huzuruna çağırmış. En beğendiklerinden bir küçük seçki yapıp uzatmış ünlü şaire “Bak bakalım bu şiirlerimden en çok hangisini beğeneceksin?” demiş. Şair de almış eline desteyi, yazılanların hepsini okumuş. Sonra da “Bunlar şiir değil ki” demiş açık yüreklilikle. Bunu duyan Şah küplere binmiş. Dönmüş adamlarına “Bu haddini bilmezin yarın sabah kellesini vurun”. Böyle bir emir bekleyen şakşakçılar hemen Şair’i yakalamışlar zindana götürmüşler.

Saraydaki okumuş yazmış, cesareti olmasa da vicdanı kalmış olanlar hemen devreye girmiş “Şahım, evet bu şair patavatsız biridir. Yalnız patavatsız değil, aynı zaman da kadir bilmez biri. Bu nedenle sizin şiirlerinizin değerini bilemedi; eşeklik etti. Onun kellesini vurmak çok hafif bir ceza olur. Kellesi vurulunca hemen ölüp kurtulacak. Hâlbuki bu eşekliğinin cezasını hissede hissede çekmeli. Onu ahıra eşeklerin yanına koyalım; cezasını böyle çeksin. Hem başka eşeklik yapanlara da ders olur” demişler. Hikâye bu ya; Şah “Öyle mi diyorsunuz?” deyip razı olmuş. Bu şekilde Şair’in hayatı da kurtulmuş.

Aradan bir süre geçince Şair’i sevenler yine devreye girmiş. “Şahım, şu haddini bilmeze yeni şaheserlerinizi göstermelisiniz. Hem bu sürede ahırda kalmak onun da aklını başına getirmiştir.” demişler. Şah’ın da ruhu zedelenmişmiş. Yalnız saray beslemelerinin değil, ülkenin en ünlü şairinin şiirlerini beğenmesini istiyormuş için için. “Öyle mi diyorsunuz? Getirin bakalım şu şair bozuntusunu” demiş. Şair’i huzura getirmişler. Şah “Evet, sen benim önceki şiirlerimi beğenmemiştin. Şimdi tekniğim daha da gelişti. Bak bakalım bu yeni şiirlerime. Ne düşünüyorsun söyle” demiş. Ve yeni yazdıklarını içeren desteyi uzatmış Şair’e. Şair desteyi alıp, her bir kağıdı dikkatle okumaya başlamış. Şah da merakla sonucu, Şair’in hükmünü beklemeye başlamış. Şair okumasını bitirip desteyi Şah’a teslim etmiş. Sonra da hiç bir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başlamış. Şah şaşkınlık içinde sormuş: “ Daha fikrini söylemeden nereye gidiyorsun böyle? ”. Şair bu soruya tek kelime ile karşılık vermiş “Ahıra “.

Bir yorum

Bu, eski bir hikayedir. “Bu devirde kimse şah değil, padişah değil” dense de, günümüzde de buna benzer olaylara tanık oluruz. Örneğin, bir işletmenin en tepesindeki kişi güç zehirlenmesi ile bu hikâyedeki Şah’a benzer davranışlar gösterebilir. Ve yarım yamalak, ne idüğü belirsiz bilgisi ile kendisini bir konuda uzman bile ilan edebilir. Örneğin, mimarlık fakültesinin arka kapısından bile geçmemiştir. Bakarsınız “Ben mimarım” diyebilir. Onun demesi önemli değildir; herkes, “her şeyim” diyebilir. Ancak sorun, demekle kalmayıp mimarlık yapmaya kalkmasındadır. Bu da şiir yazdığını sanmak kadar masum değildir. Hikâyedeki Şah’ın zararı sadece ünlü Şair’e idi. Ama mimar olduğunu zannedip mimarlık yapan Genel Müdür’ün zararı, sorumluluğu altındaki kuruma olur.

Güç zehirlenmesini bir ölçüde önleyecek, zararlarını en aza indirecek faktörlerden birisi, işletmelerde hikâyedeki “Şair” yerine geçecek kimselerin bulunmasıdır. Böyle birisi olsa “ Sayın Genel Müdürüm. Ben mimarım diyorsunuz da, hangi okuldan mezunsunuz? Örneğin, şu mevcut fabrika binamıza ek olarak yaptırdığınız binayı ele alalım. Hiç bir uyarıyı dikkate almadınız. Benim mimarlık inancım bu deyip herkesin yaptığının tersi bir bina yaptırdınız. Bu ucube bina ile mevcut fabrika binamızın ve bahçenin canına okudunuz. Netice ortada. Bu ne biçim mimarlıktır.” diyebilir. Diyebilir de, böylesi cesur yüreklere çok rastlanmaz. Güç zehirlenmesi kronik bir hal almış vakalarda bu tür genel müdürler cesur yürekleri çevrelerinde tutmazlar.

Cesur yüreklere sık rastlanmaz ama hikâyedeki saray beslemesi dalkavuklar her yerde bulunur. Aslında çoğu kez tepedekilerin güç zehirlenmesine güç katanlar, çevrelerindeki besleme dalkavuklardır. Örneğin, Genel Müdür’ün mimarlık hevesini görünce iltifat yağdırmaya başlarlar. “Aman efendim siz en iyi mimardan daha iyisiniz” sözleri havada uçuşur. Belki Genel Müdür ilk zamanlar “Yapmayın arkadaşlar. Ben biraz mimarlık okudum ama diplomam bile yok” demiştir. Ama saray beslemeleri “Aman efendim, diploma şart mı? Siz hayat üniversitesinden yetişmiş mimarsınız” diyerek zehirlenmenin kronikleşmesine neden olurlar.

Sonuç olarak, tepedekilerde görülen güç zehirlenmesi kurumlara zarar verir. Zehirlenmenin şiddetini artırmada güçten çöplenen beslemeler katalizör rolü oynar. Kurumların selameti için şair olmayana “Sen şair değilsin”, mimar olmayana “Sen mimar değilsin” diyebilecek cesur yüreklere ihtiyaç vardır.

Tüm yazılarını göster