“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; sucuların hiç durmayan çıngırakları, kuşların çığlıkları…” Orhan Veli Kanık.
Bir şehri dinlediniz mi hiç? Kulak verdiniz mi sesine? Şöyle gözler kapalı şehirden yükselen sesleri bir senfoniymiş gibi kendinizce kurguladığınız oldu mu? 2007 yılında Stephan Crasneanscki’nin kurucusu olduğu “Soundwalk Collective” adlı ABD’li bir şirket ile bir işbirliği fırsatı doğmuştu. “Soundwalk”, şehri ve şehir kültürünü sinematik bir kurgu ile dinleyiciye aktaran bir işitsel gezi uygulamasıydı. Bir rota boyunca ve bir hikaye doğrultusunda, bölgenin kültürel zenginliği dinleyiciye aktarılmaya çalışılmakta; hikayenin kurgulanması, hikaye edenin (anlatanın) performansı ve ortama ait kaydedilen ses ile müziğin niteliği, işitsel gezinin dinleyici için eşsiz bir deneyim olmasına katkıda bulunmaktaydı. Bu işbirliği süresince günlük hayhuy arasında kaybolup giden, ya da kanıksandığı için dikkat çekmeyen şehirden kaynaklı ne kadar ilginç ve bir o kadar da çekici ses olduğunu fark ettim. Hele bir de bu sesler uzman ellerde kurgulanırsa ortaya şehir için ayırt edici, cezbedici sonuçlar çıkması işten bile değil.
Şimdilerde şehirlerden kaynaklı seslerle uğraşan başka başka kuruluşlar var. Örneğin “Soundcities” her şehri bir orkestra olarak kabul ediyor. Şirket 20 yıl boyunca 60 şehri ziyaret etmiş, buralarda ses kayıtları yapmış. Binlerce ses kaydından oluşan bir veri tabanına sahip. Örneğin İstanbul’a ait 18 kayıt var; ezan sesi, vapur düdükleri ve benzeri. Onlara göre şehrin gürültüsü aslında şehrin müziği; küreselleşen dünyada gittikçe bir diğerine benzeyen şehirleri ayırt eden bir müzik. “Sounds of the Cities” ise bir başka kuruluş. Bir şehri ziyaret etmenin bir müzik parçası dinlemek olduğunu ileri sürüyor. Bir kakafoniden nasıl bir yaratıcı sonuç edinileceğini anlatıyor. Kulaklar kadar kalbi açarak dinlemenin ilham verici olduğundan söz ediyor. “Cities and Memory” dünyanın en kapsamlı ses projelerinden biri olarak kendini tanıtıyor. 100 ülke ve 5 bin yere ait ses kaydedilmiş; kalabalık bir istasyon, kanal motorları, dini mekanlar gibi. İsteyen bu sesleri müzik ile harmanlayabiliyor, vokal ekleyebiliyor.
Bu arada, şehirlerden kaynaklı seslerin bir başka deyişle gürültünün insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri gündeme getiriliyor. Dünyanın en gürültülü ve en sessiz şehirleri seçiliyor. “Dünya İşitme Endeksi”ne göre en gürültülüsü Çin’in Guangzhou şehri. Hindistan’ın Kalküta şehri de en gürültücü şehirlerden biri. Şehrin yoğun kavşaklarından birinde 24 saatte 18,857 korna sesi duyuluyor; her 5 saniyede bir korna! Uzmanlara göre gündüz 55 geceleriyse 40 desibeli geçmemesi gereken ses düzeyi Mısır’ın başşehri Kahire’de 90 desibelin altına hiç düşmüyor. Sonuç, işitme kaybı. Bu arada, İstanbul gürültüde 5. sırada yer alıyor!
İnsanoğlu dinleyici olarak doğar. Daha anne karnında cenin halinde iken bile annenin kalp sesini dinlemeyi, doğduktan sonra da çevresini saran sesleri ayırt etmesini öğrenir. İnsanın bitmez tükenmez öğrenme arzusu sesler aracılığıyla dünyayı algılamasını ve böylece kimlik oluşturmasını mümkün kılar. Duymak ile dinlemek arasında fark vardır. Duymak, kulağın dikkate almadan sesleri algılaması demektir. Dinlemek ise düşüncelerimizi de dikkate alarak, bilinçli olarak duyduğumuz sese odaklanmak demektir.
Biz yine de konuya romantik yönünden yaklaşalım; Venedik’te vaporettoların düdüğünü, İstanbul Kapalıçarşı’da kalabalığın sesini dinleyelim, değişik siren sesiyle Paris’i hatırlayalım, şehrimizin sesini dinleyip nasıl bir müzik olurdu diye düşünelim.
Haftanın Şehri: ZÜRİH, İSVİÇRE
Zürih, İsviçre'nin en büyük şehridir. Merkez nüfusu 415 bin, ilçeleriyle birlikte 1,4 milyondur. Ekonomik anlamda İsviçre’nin merkezi kabul edilir. 100’e yakın bankanın merkezi bu şehirde yer alır. Özel bankacılık ve varlık yönetiminde dünyanın gözdesidir. Lüks mağazaların yer aldığı Zürih “Mercer-2020” raporuna göre dünyanın dördüncü en pahalı şehridir.
50 şehirde 200 bin kişi üzerinde yapılan testlerin sonucuna göre hazırlanan “Dünya İşitme Endeksi”ne göre Zürih dünyanın en sessiz şehri. Buna rağmen, geceleri gençlerin seslerinden rahatsız olanlara da “sonucunda burası bir şehir, kütüphane değil” der, en sessiz şehrin bile bir sesi olması gerektiğini kabul ederler.