‘Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar’ Ömer Koç Koleksiyonu’nda yer alan çeşitli nadide eserlerden oluşuyor. Meşher’deki serginin odağında iki kıtanın hasretle yaklaşıp bir türlü öpüşemediği şehir İstanbul var…
Geçen hafta gündemde güncel sanat vardı. Bu hafta bambaşka alanlara yelken açıyoruz. İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde ‘İki İmge Yolcusu Nejad Devrim-Mübin Orhon’ sergisiyle 1960’lar, 1970’lerin modern sanat akımına, İstanbul Meşher’de ise 15. yüzyıldan 20. yüzyılın yarısına kadar beş asırlık bir sanat üretimine uzanıyoruz.
Meşher’deki ‘Göz Alabildiğine İstanbul’ sergisinin yelpazesi çok geniş. Yağlıboya tablolar, fotoğraflar, gravürler, nadir kitaplar, güzel İstanbul’umuzun panoramik tasvirleri, Yadigâr İstanbul objeleri Ömer Koç’un koleksiyonuna ait.
Katalog için kaleme aldığı sunuş yazısında bakın ne diyor?
“İstanbul binlerce yıllık tarihi boyunca büyülü güzelliğiyle nâm salmıştır. Özellikle Osmanlı payitahtı olduktan sonra Batılıların ilgisi bakımından yeni bir döneme girer, arzu edilen şehir konumu kuvvetlenir. Şüphesiz ki bu arzu, şehri tasvir etme isteğini de artırır; İstanbul en çok temsil edilen şehirlerden biri haline gelir. Sarayburnu, Galata, Haliç ve Boğaz’ın iki yakası başta olmak üzere birçok yerinden sunduğu manzaralar temâaşâya değerdir.
Yazar Robert Byron’un deyimiyle ‘iki kıtanın hasretle yaklaşıp bir türlü öpüşemediği’ bu şehir, Asya ve Avrupa etkileşiminin doğurduğu kültürel zenginlikle sanatçılara ilham olur.’ Ömer Koç “uzun yıllar tutkuyla bir araya getirdiğim koleksiyonumdaki eserlerden böyle bir serginin hazırlanması benim için çok heyecan verici” diyor.
Sergi, “İstanbul kazan ben kepçe” gezmeyi, eski İstanbul’un sokaklarında kaybolmayı seven benim gibi İstanbul tutkunları için de heyecan verici. Yeni uğradığım Eyüp 300 yıl önce nasıl görünüyordu?
18. yüzyılda denizden gelen bir seyyahın karşısına ilk ne çıkıyordu? Gökdelenler yükselmeden, bahçeler, bostanlar yok olmadan önce mahalleler, sokaklar, evler nasıldı? Ya insanlar? Ya hayvanlar? Bu soruların cevabı ve çok daha fazlası Meşher’de. Açılış günü sergiyi küratörler Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin ile birlikte geziyoruz. Sergiye girer girmez karşınıza çıkan iki eser çarpıcı.
“Hevesli bir oryantalist” diye bilinen Prusya doğumlu Rudolf Hellgrewe’in 1900 tarihli yağlı boya tablosu ‘Gün Batımında Haliç’. Hemen altında Lucien Levy- Dhurmer’in 1906 tarihli, gecenin loşluğunda cami silüetlerinin göründüğü ‘Constantinople’ tablosu.
İlk katta sergiyi gezenlerin şaşkınlık, hayranlık çığlıklarına neden olan, Hartmann Schedel’e ait, 15. yüzyılın en çok çizim içeren kitabının ilk baskısı.
Albrecht Dürer’in de katkıda bulunduğuna inanılan kitabın ilk baskısı Ömer Koç koleksiyonunda. Tepeden çekmek için parmak ucuna yükseldiğim kitabın açık sayfasında İstanbul karşımda.
Kitap 1493 tarihli ancak Ebru Esra Satıcı’nın söylediğine göre, İstanbul görseli şehri 1453’ten önce gösteriyor, zira surların içinde cami gibi İslami yapılar yok ve surların üzerinde Bizans’ın simgesi çift başlı kartal görülüyor.
Serginin ilk katında heyecan yaratan başka şey, Galata Kulesi’nden sekiz çizimin yan yana gelerek, özel tasarlanmış yuvarlak bir duvarda oluşturduğu İstanbul Panoraması.
İngiliz ressam Henry Aston Baker 1799 yılında İstanbul’u ziyaret ettiğinde Galata Kulesi’nin tepesinden bu çizimleri yapmış.
Henry Aston Barker ‘panoramayı’ icat eden ressam Robert Baker’ın oğlu. Baker ve çevresi Yunancada “her tarafı kapsayan görüntü” anlamındaki panorama sözcüğünü resme uygulamışlar.
İstanbul Panoraması resmi 1801 yılında bu tür resimleri sergilemek için tasarlanan Panorama binasında sergilenmiş.
Tabii bu sergi İstanbul’un ününe ün katmış. Panorama yöntemi daha sonra, İstanbul’un yüksek noktalarından pek çok çizim, fotoğrafta tekrarlanmış.
Kendisi gibi mimar kardeşiyle birlikte Ayasofya’yı onaran mimar, ressam Gaspar Fossati, Ayasofya’nın minarelerinin birinden İstanbul Panoramasını çizmiş, taş baskıya uygulamış. Abdullah Biraderler’in Beyazıt Kulesi’nden 1865 yılında çektikleri İstanbul Panoraması 1867 Uluslararası Sergisi’nde gösterilmiş. Sebah& Joaillier’in aynı yöntemle çekilmiş fotoğrafları sergide. Bu arada Ömer Koç’un işaret ettiği gibi İstanbul o kadar merak, hayranlık odağı olmuş ki şehri hiç ziyaret etmeyenler de onu resmetmeye kalkışmış. Sonuç kıyafetleriyle, insanlarıyla, manzarasıyla bambaşka bir İstanbul.
Sergide gördüğümüz eserleri üretenler farklı mesleklerden. Gemi kaptanı, seyyah, diplomat, yazar, mimar, şehir plancısı vesaire. İyi ki küratörler dikkat çekmiş; bunca erkek arasında 3 kadın ressamın eserleri de sergileniyor.
Bunlardan biri Clara/Chiara Barthold Mayer. Kendisi, İstanbul’da 1776-1792 yılları arasında bulunmuş İngiliz elçisi Robert Ainslie’nin maiyetindeki ressam Luigi Mayer’in eşi.
Clara Mayer’in ‘Kız Kulesi’nden İstanbul Şehri’nin ve İstanbul Limanı’nın Görünümü’ başlıklı suluboya tablosu pastel renklerde.
Alicia Blackwood, Kırım Savaşı sırasında Florence Nightingale ile birlikte İstanbul’a gelmiş, kiraladığı bir evde kadın ve çocuklar için bir hastane kurmuş. Bunca iş arasında resim yapmayı da ihmal etmemiş. Özenli, biraz naif çizimlerini bir kitapta toplamış. Üsküdar’da askeri hastane ve çevresini gösteren çiziminde mandalar ve köpekler var ki İstanbul’un sokaklarında o dönemlerde bu hayvanlara rastlandığını anlıyoruz.
Üçüncü kadın ressam Evelyn Gorkiewicz de Hadbank, İstanbul’da yayımlanan Levant İstanbul Gazetesi’nin sahibi Edgar Whitetaker’ın manevi kızı.
Sergide iki suluboya resminden bir ‘Pera Ağa Hamam’, ikincisi yine Ağa Hamam’dan ‘1895 Yılının Son Günü’ tablosu.
İki tablosu da Victoria& Albert Müzesi’nde olan De Hadbank Birinci Dünya Savaşı sırasında bazı Britanyalı savaş esirlerinin şehirden kaçmalarına yardımcı olmuş. Meşher’deki serginin eserleri kadar eserlerin hikayeleri de ilginç ve bir dönem İstanbul’da bugünden farklı bir kozmopolit atmosfer yaşandığını gösteriyor.
İstanbul tutkunları 26 Mayıs 2024’e kadar açık sergiyi kaçırmasın.
İkisi de Cumhuriyet ile yaşıt… İkisi de Paris’te yaşayıp sefalet içinde ölmüş… İkisinin de eserleri şimdi önemli koleksiyonlarda… Karşınızda ‘Nejat Devrim ve Mübin Orhon: İki İmge Yolcusu...’
İSTANBUL İSTİKLAL CADDESİ ’NDEN İzmir Kordon’a uzanalım. Arkas Sanat Merkezi ‘İki İmge Yolcusu’ başlığı altında, Türk modern sanatının ve soyut resmin önde gelen iki ismine Nejat Devrim ile Mübin Orhon’a ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Dr. Necmi Sönmez’in yaptığı sergi, eserlerinin merceğinden Devrim ve Orhon’un sanat yolculuklarını ele alıyor, zor yaşamlarından, kişiliklerinden ipuçları veriyor.
6 koleksiyondan ve çoğu ilk kez sergilenen 90’ın üstünde eseri bir araya getiren sergi 18 Şubat 2024 tarihine kadar açık. Devrim ile Orhon’u ‘İki İmge Yolcusu’ sergisinde neden yan yana getirdiklerini Sönmez şöyle açıklıyor:
“İki sanatçının uluslararası alanda yankı getiren, dünyanın sayılı modern sanat müzelerinin koleksiyonlarına girmiş olan resimleri, Cumhuriyet’in hedeflemiş olduğu uygarlık seviyesinin görsel sonuçları olarak değerlendirilebilir. Onları ilginç ve farklı kılan bir diğer özellikse sanat yaşamlarını yurtdışında sürdürerek uluslararası alanda varlıklarını göstermeyi başaran ilk sanatçılarımız arasında olmalarıdır.”
Nejad Devrim ile Mübin Orhon İstanbul doğumlu. Sanat hayatları hep inişli çıkışlı olmuş.
Arkas Sanat Merkezi’nde ilk kez karşıma çıkan bir tasarımla tabloların arkasından zikzaklar çizen bazı ipler geçiyor.
Bunlar iki ressamın inişli çıkışlı hayatlarına ve aralarındaki bağa atıfta bulunuyor.
Her iki sanatçı da 1945 sonrasında Paris’te çalışarak iniş çıkışlarına rağmen birçok önemli başarıya imza attılar. Ne yazık ki her ikisi de sefalet içinde memleketlerinden uzak aramızdan ayrıldılar.
Nejad Devrim, Nowy Sacz kasabasında yaşama veda edip Belediye Mezarlığı’nda toprağa veriliyor.
Mübin Orhon ise Paris’te kanser tedavisini reddederek, Sönmez’in sözleriyle “intiharı seçerek” yoksulluk içinde ölüyor. Sönmez’e göre, Nejad Devrim ile Mübin Orhon resimlerinde özgün yorumlar geliştirerek, Türk sanatı ile Avrupa Sanatı arasında köprüler kurdular.
Türk soyut resmin öncüleri oldular. Sönmez, iki sanatçının Türkiye’den, Türk Sanatı’ndan çıkışla geliştirdikleri renkler, formlar, imgeler üzerine eğilerek ‘kültürlerarası etkileşime’ dikkat çekiyor. Devrim 1947’de, Orhon 1956’da arkalarında hiçbir destek olmadan Paris’te ilk kişisel sergilerini açmayı başarmış.
Dönemde Devrim ile Orhon’un yurt dışı sergileri Türk sanatı açısından önemli bir adım.
Ressam Fahrelnissa Zeid ile yazar Melih İzzet Devrim’in çocuğu olarak Büyükada’da ünlü Şakir Paşa Köşkü’nde dünyaya gelen Nejat Devrim annesinin dikkatini çekmek için resme başlıyor.
Zaten ailenin tüm fertleri sanatla iç içe isimler. Teyze Aliye Berger gravür sanatçısı, amca yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), kuzen seramik sanatçısı Füreya Koral, kız kardeş tiyatrocu Şirin Devrim. 1940’ların başında ilk resimleri figüratif ve yaşadığı çevreden. Büyükada iskelesi, Şakir Paşa Köşkü’nde Şirin Devrim, Büyükada’da oltaya takılmış bir kırlangıç balığı gibi resimler usta bir sanatçıyı müjdeliyor.
Kişisel bir not sıkıştırayım buraya. 2006 yılında İstanbul Modern’in düzenlediği, hatta Şirin Devrim’in de katıldığı ‘Fahrelnissa Zeid ile Nejad – Gökkuşağında İki Kuşak’ sergisini gezerken bir sanat tarihçisinin “boynuz kulağı geçti” dediğini hatırlıyorum.
Mübin Orhon, Devrim’in aksine sanat eğitimi görmemiş bir isim. Kendi kendisini yetiştirmiş. Gemi kaptanı olan Ömer Lütfi, Fatma Servet’in oğlu olarak 1924 yılında Emirgan’da aile köşkünde dünyaya geliyor.
Ailenin kökleri Tanzimat Fermanı’nı hazırlayan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’ya kadar uzanıyor. Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okurken dönemin sanatçı ve aydınlarıyla yakın dostluklar kuruyor.
Eğitimine Paris’te Uluslararası İlişkiler alanında devam etmek için gemiyle Marsilya’ya yola çıkarken onu uğurlamaya gelinler arasında şair Orhan Veli de var.Orhon için şairin kaleme aldığı Ayrılış şiirini buraya bırakıyorum.
“Bakakalırım giden gemin
ardından.
Atamam kendimi denize,
dünya güzel;
Serde erkeklik var
ağlayamam”
Hedefinde Sorbonne’de doktora yapmak olan Mübin Orhon ilk haftalarda Selim Turan, Abidin Dino, Albert Bitran ile tanışıyor ve sanatçı olmaya karar veriyor. Paris’te Grande Chaumiere Akademisi’nde resim eğitimi alıyor. 1950’lı yılların başından itibaren Paris’deki modern sanat topluluğunda adından söz ettirmeyi başarıyor.
Eserlerinin, İngiliz Sainsbury market zincirlerinin patronu ve eşi Robert ve Lisa Sainsbury’nın koleksiyonlarına girmesi sanat hayatında bir mihenk taşı. Sönmez’e göre, Mübin Orhon içine dönük bir sanatçı ve resminin derinliği sizi içine çekiyor.
Ressam Ara Güler ile iyi dost. Sergide yer alan Ara Güler fotoğraflarında Mübin Orhon’un Yves Montand ile çarpıcı bir benzerliği hemen göze çarpıyor.