Dostoyevski’nin ilginç bir duası vardır; “Allah’ım bana baş edemeyeceğim bir şey vermeyeceğini biliyorum. Sadece bana bu kadar güvenmeseydin diyorum.” Baş edip edememe gücüne dair kaygıya değil de maliyetine, ancak böylesi güzel vurgu yapılırdı.
Kurumun ilk yıllarında baş edebildiğiniz dertler, büyüme sürecinde dönüşecek, belalar da ölçek değiştirecektir. Bu dertlerin terazisi genelde, diğer kefedeki talip olduğunuz güçle eşleniktir.
Yolsuzluk, rüşvet, irtikâp ve benzeri belalar, her iklimde, her inanç sisteminde, her coğrafya ve gücün geliştiği her yapıda ola gelmiştir. Tedbiri alınmadıkça büyümüş, ülkeleri, kurumları helak etmiştir. Bunların özrü olmaz. Risk gerçekleşir, tedbir devreye girer ve bir sonraki aşamada bu kirlenme, daha yüksek standartlı düzenlemeleri davet eder.
Kayıp yılları hatırlıyorum; 1990’larda bu gerçeği en uzun yoldan öğrendik. Maliyetini 2001 kriziyle herkes ve her kesim ödedi. Ancak antikorlarını da geliştirdik. Daha şeffaf yapılar, hesap verebilirlik, kurumsal yönetişim ilkeleri gibi modern kavramlar oluşturduk.
Burada sorun, yeni belaların yeşereceği küflü ortamların daima, “gölgeleri” seçiyor olmasıdır. Gölge, ışıktan nasibini almama halidir. Daha da hayati olanı; gölgeye mahal vermeyip, kurumu yolsuzluktan koruyayım derken, gölgelerin yıkıcı gücünden sakınabilmektir.
Gölgede yolsuzluk, usulsüzlük kalmasın. Kalmasın ki gölgelerin gücünü kullanıp kurumların itibarını kemirmeyebilelim.
BIRAK GÜNEŞ İÇERİ GİRSİN
Yeni Ticaret Kanunu 2012’de devreye girdiğinde, içindeki 3 hayati madde çıkarılmıştı. Hesap verebilirlik, ortaklar hesabından para çekme ve şeffaflık… Oysa her kurum hesap verebilmeli, bir ortak diğerini dolandıramamalı…
Daha da hayati olan şeffaflık düsturudur. Bırak güneş içeri girsin. Bilginin ışığında gölge ve barındırdığı kötülükler tutunamayacak, yok olacaktır.