Gözünüz aydın. Seçimler bitti. Kabine de açıklandı. Bende “Artık işlerinize dönebilir ve işletmeciler olarak işletmenize yani üretim ve pazarlama işlerinize tahsis edilen mali, insan, alt-yapı ve fiziki, ilişkiler ve stratejik iş-birlikleri ile bilgi ve know-how kaynaklarınızın işletmeniz dışında kalan en iyi diğer seçeneklerden daha fazla geliri sağlaması amacına hizmet edebilirsiniz” demek üzere hazırlanıyordum.
Bu hafta için bu konuda da bir yazı planlamıştım. Okurlarım birçok yazımda ‘işletmeye yani üretim ve pazarlama işlerine tahsis edilen mali, insan, alt-yapı ve fiziki, ilişkiler ve stratejik iş-birlikleri ile bilgi ve know-how kaynaklarının işletme dışında kalan en iyi diğer seçenekten daha fazla gelir sağlaması’ amacını işletmenin tek amacı olarak tanımladığımı ve işletmecinin görevinin bunu sağlamak olduğunu yazdığımı hatırlayacaklardır. Onun için işinize bakabilirsiniz derken işinizi işletmelerin amacından hareketle tanımlıyorum. Neyse,
Hazırlanıyordum ama bir baktım yazı havada kalacak. Gördüğüm duyduğum işletmeler bekleme durumuna geçmiş. İşlerini yapmaya öyle çok niyetli değiller, aceleleri yok gibi. Herkes birbirinden şikayetçi. Üniversiteye girmesine hazırlanırken yardımcı olduğum, şimdi iş kadını olan bir girişimci “Para tahsilatı yapamadığım için girdi alamıyorum diyor. Bir sınıf arkadaşım ihracatçı ihraç edecek mal bulamıyorum diye tedarikçilerini şikâyet ediyor. Bir imalatçı tanıdığım “İmalatı durdurmak zorunda kaldım stoktan çalışıyorum, bekliyoruz bakalım hele” diyor.
Yazılı ve görsel medyayı takip edip ne oluyor öğreneyim dedim ne mümkün. Belli başlı üç görüş var. Bermutat iktidara yakın gurup ‘maşallah[1]’, muhalefete yakın gurup ‘lanetullah[2]’ ortadakiler ‘hafazanallah[3]’ diyor. Maşallah diyenler özetle ülkemize dış para akacak ekonomi uçacak, lanetullah diyenler para mara gelmez ekonomi daha beter olacak derken hafazanallah diyenler de ‘inşallah beter olmaz’ diyerek temennide bulunuyorlar.
Bir araştırma yapmadım ama belli ki işletmeler önlerini göremedikleri için iş yapmaya çekiniyorlar. Dolar nereye çıkacak girdi maliyetlerim ne olacak? Türk lirasıyla satış yaparsam ve maliyetler böyle artmaya devam ederse sattığım malı geriye nasıl koyacağım? Artan fiyatlarla kime satacağım? Kur YTL aleyhine devam eder fiyatlar iç piyasada artarsa malı şimdi stokta tutmak daha akıllı mı acaba? gibi düşünceler işletmecilerin aklından geçmiyordur deseniz zaten inanmam.
Daha bilimsel bir teşhis istiyorsanız bir yazımda risk ve belirsizlik konusunu işlerken “Bir olasılık tahmini yapabileceğiniz gelecekteki gelişmeler risk tanımlarken olma olasılığı konusunda tahmin yapamayacağınız gelişmeler belirsizlik tanımlarlar demiştim. Anlaşılan işletmeler durumun ‘belirsiz’ olduğuna karar vermişler ki pek yerlerinden kıpırdamıyorlar. Ben de kehanet yapıp belirsizlikler üzerine yazı yazmak yerine başka bir konu seçmeye karar verdim. İşte böyle.
Son zamanlarda medyada ‘Türkiye’den beyin göçü’ başlığı altında birçok haber, makale ve yorum gördüm. Kimi kısa kimi uzun bir sürü ‘haber’ ve ‘yorum’. Kimi gidenlere “vah vah” diyor kimi “olacağı buydu,” kimi geçmişe bakıyor, “Neydik ne olduk” diyor kimi “Ne olacağız?” diye soruyor Bu hafta ‘beyin göçü’ denen şey konusunda sohbet etmeye karar verdim.
Beyin göçü derken çoğu kaynak bunu ‘yetişmiş iş gücünün’ ülkeyi terk etmesi olarak tanımlıyor. Yani yüksek düzeyde eğitim almış birinin Türkiye’den göçü beyin göçü olarak tanımlanıyor ve buna hayıflanılıyor. “Bu kadar emek ve yatırıma yazık değil mi?” veya “Gidenin yerine yenisini koymak kaça patlar haberiniz var mı?” falan gibi sorular gündeme getiriliyor. Bunların hepsi doğru ama gidenin tam ne olduğu pek incelenmiyor ve anlatılmıyor. Umarım biri bir gün gidenin ne olduğunu araştırır da bizde kaybımızın bir muhasebesini yaparız. Şimdilik böyle bir muhasebe yapamıyoruz. Yetişmiş iş gücü nedir tanımlanmadan göçün bir ülke veya onun kurumlarına verebileceği zararın muhasebesini yapmak olanaklı değildir.
Bakın göçle bir ülke veya bir kurum veya bir işletme ne kaybedebilir. Doğru dürüst yönetilen kurumlar Bir kurum elemanının ne olduğuna bir bakalım. Kurumlar elemanlarını üç boyutta değerlendirerek işe almalıdırlar:
Bilgi,
Deneyim ve
Tutum
Bu önemli konuya daha önce değinmiştim. İstihdam böyle yapılmalıdır. En azından ben hep böyle yaptım ve yarım aşırı aşkın işletmecilik deneyimimde hep faydasını gördüm. Birkaç istisna dışında bu uygulama beni hiç yanıltmadı.
BİLGİ: İşe alınacak elamanın o işi etkin ve etkili (effective-efficient) yapması için gerecek bilgi birikimin tanımlanması göreceli olarak kolay bir iştir. İş tanımından hareketle işin amaçlarının ve bunlara erişimin işletmenin amaçlarına olan katkısının açıkça belirlenmesi yapılırsa işin gerektirdiği bilgi birikiminin belirlenmesi kolaydır. Kolaydır ama uygulamada bunun çok titizlikle yapıldığı kanısında değilim. İşe alma ilanlarında işin yapılması için gereken bilgi gereksiniminin kısaca ‘… konusunda tahsil yapmış olmak’ falan gibi cümleciklerle geçiştirilmesi bunu gösterir. Daha da beteri müstakbel elemana “Senin işini iyi yapman demek şu amaçlara ulaşman demektir. Senin bu amaçlara ulaşman ise işletmenin falan amacına ulaşmasına şöyle, şu kadar katkı yapar” nadiren denir. Bu konularda uyardığım bir arkadaşım “Yahu! Muhasebeci alıyoruz bunun neresini tanımlayalım?” diye tepki vermişti. Neyse, bilgi gereksiniminin hem tanımı hem de ölçümü göreceli olarak kolaydır ve değerlendirmeler de genellikle buna yoğunlaşır.
DENEYİM: Deneyim ve bilgi arasındaki fark konusuna girmeyeceğim. Vakti olan araştırsın. Pedagojikten esoteriğe (ezoterik) uzanan bir tartışma var. Genellikle eğitim ile edinilen bilgi (eğitim başkalarının deneyimlerini de içerdiğinden bu pek doğru bir ayırım sayılmaz) bilginin uygulanılması esnasında öğrenilen deneyimden ayrı tutulur. Deneyimin bir kişinin performansına katkısı inkâr edilemez. İşe müracaat eden ve karbüratör çizimi yapan bir mühendisin bir karbüratörü sökememesi meşhur hikayedir. Her neyse, deneyimin ne olduğu ve ne işe yaradığı konusunda kabataslak da olsa bir fikrimiz var. Uygulamada deneyim müstakbel personelin yapacağı işle aynı olan veya buna benzeyen başka işlerde ne kadar süreyle, hangi seviyede çalıştığına bakılarak ölçülür.
TUTUM: İşe almada aranılacak en önemli özellik tutumdur. Hepimiz iş hayatımızda bilgili ve deneyim sahibi olan ancak öğrenmeye, işe ve iş yerine, yeniliğe karşı olumsuz bir tutum sahibi olan ‘işe yaramazlarla’ karşılaşmışızdır. Bu tür olumsuz tutumları olanlar bırakınız işe yaramayı genellikle sorun olurlar. Ölçülmesi ve yargılaması en zor özellik budur. O nedenle de tutumun değerlendirilmesi “ilk izlenimlerim,” “vallahi içim ısındı (veya ısınmadı)” gibi laflarla geçiştirilir ve sık sık ‘referanslar’ denilen yazılı veya sözlü bilgilere göre karar verilir. İşte zurnanın zırt dediği yer de burasıdır. Bir yazımda bahsetmiştim. Birleşmiş Milletler’de çalışırken bir işe alma jürisinin başkanı değerlendirmelerin nasıl yapılacağını jüri üyelerine izah ederken tutumdan hiç bahis etmeyince “insanları bilgili ve deneyimli diye işe alıyoruz sonra da tutumları yüzünden kovuyoruz” demiştim.
Arzuladığınız olumlu tutum çok boyutlu bir kavramdır. Söz gelimi, şu özelliklerin hangisine bir itirazınız olabilir: (1). Meraklı olmak; (2). Yaratıcı olmak; (3). Hayırcı’ değil ‘Evetçi’ olmak; (4). Fikirleri konusunda dogmatik olmamak; (5). Fikir beyan etmekte acele etmemek. Aradığınız eleman meraklı mı? Yaratıcı mı? Gönülden evet diyor mu? Fikirlerine dogmatik bir şekilde bağlı mı? Fikir beyan etmekte acele ediyor mu? Bir mülakatta nasıl anlarsınız? Neler sorarsınız? Hangi cevabı nasıl yorumlarsınız? Referanslardan bu bilgileri edinebilir misiniz? Özellikler bu beşli listeyle de bitmez. Söz gelimi, kişi empati sahibi mi? Zeki ve akıllı mı? Bir konuya odaklanabiliyor mu? Yüksek bir enerjisi var mı? Başarı ve yükselme hırsı var mı? Cesaret sahibi mi? Statükoyu eleştirebilecek cesareti, eleştirisini destekleyecek birikimi var mı? Sizin anlayacağınız dostlar ülkeyi veya işletmeyi terk eden bir profesyonel giderken sadece diploma götürmez. Diplomayla beraber bilgisini ve deneyimini de götürmenin yanı daha bir sürü şey götürür.
Sağlıcakla kalın
[1] Tanrı nazardan saklasın, nazar değmesin, ne güzel,
[2] (Arapça la’netullah) Allahın laneti
[3] Tanrı bizi korusun