Son haftalarda ülkemizde sayıları beş milyonu aştığı anlaşılan “mültecilere” karşı yayınlara herkesçe izlenen sanal medyada sıkça rastlanıyor. Genel mesaj şu: Ülkemize Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve diğer bazı ülkelerden yaygın bir göç vardır. Gelenlerin ülkemizde geçici süre yaşayacakları, ülkelerine geri dönecekleri söylenmekle beraber, çoğunluğunun böyle bir niyeti yoktur. Türkiye’ye yerleşmişlerdir. Göçmenler toplumsal barışımızı zorlayan demografik, iktisadi, siyasi ve kültürel bir dizi sorun yaratmaktadır. Gerekli tedbirler alınmaz, “mülteciler” ülkelerine gönderilmezse, bizleri zor günler beklemektedir. Ülke elden bile gidebilir. Sanal ortamda yazılanlar, bir bölümünün gerçekliği tartışmalı olan fotoğraflar, bireylerin yaşadıklarını söyledikleri deneyimlerle ve “uzman” değerlendirmeleriyle de desteklenmektedir.
İddialara göre, demografik veriler “mültecilerin” nüfus artış hızının çok yüksek olduğunu göstermektedir. Bir vade sonunda, yabancı kökenlilerin nüfus içindeki payı ülkenin kaderini belirleyecek düzeye yükselecek, Türkler kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşeceklerdir. Zaten bazı sınır illerinde “mültecilerin” nüfus içindeki payı çoktan yerli nüfusun üzerine çıkmıştır. Buradan siyasi yorumlara geçilmekte, ülkenin elden gidebileceği sonucuna varılmaktadır. Bazı gözlemciler sonucun Araplaşma olacağını, diğerleri bazı yörelerin ülkemizden koparılacağını ileri sürüyorlar. Gelenlerin bir bölümü silahlı militanlardır. Siyasi düşünceleri ülkemizin düzeniyle uyuşmayan bu kişiler güvenliğimizi tehdit etmektedirler. Hükümetin bir kısım “mülteciye” vatandaşlık verdiği, böylece seçmen desteğini güçlendirdiği, aslında kaybetmesi mukadder görünen seçimleri lehine çevirme amacı güttüğü son bir siyasi konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Korkulan, seçimler yaklaştıkça daha da çok kişiye vatandaşlık verilerek iç siyasi dengenin bozulacağıdır.
İktisadi alana geçtiğimizde ilk şikayet, “mültecilerin” daha ucuz ücretlere razı olarak ülke vatandaşlarının işsiz kalmalarına vesile olduklarıdır. Bunun yanında, devletin “mülteci” nüfusa daha geniş maddi imkanlar sağladığı, bunun toplumun dar gelirli kesimlerinin çok üzerinde olduğu söylenmektedir. Büyük mahrumiyetlerle yaşayan nüfus kesimleri bu durum karşısında isyandadır. Diğer yandan, döviz gelirlerini arttırmak için ülkede gayrimenkul satın alan yabancılara vatandaşlık verilmekte, böylece iktisadi amaçlı görünen bir faaliyet aslında ülkenin demografik ve siyasi yapısını değiştirmektedir. Bu gelişmelerin sosyolojik ve kültürel sonuçları olduğuna da işaret ediliyor. Türk toplumunun ulus bilincini esas alan cumhuriyetçi, laik değerlerinin yerini ümmetçi bir cemaat anlayışı almaya başlamıştır. Bu yabancı nüfus içerisinde çocuk evlilikleri, çok eşli evlilikler, kuma almak gibi Türkiye’nin uzun mücadeleler sonucu büyük ölçüde kurtulduğu alışkanlıklar yaygındır.
Kolluk kuvvetlerinin denetleyemeyeceği olaylar çıkabileceğinden korkuyorum
İnternette, yukarıda özetlemeye çalıştığım iddiaları destekleyecek bol miktarda fotoğraf, film ve yazı bulmak pek zor değildir. Bakıyorsunuz, Suriyeli olduğu söylenen birisi “Buraları zaten bizim, hepsi Suriye’nin bir parçası olacak,” diye demeç veriyor, bir başkası “Halifeliği kuruyoruz, şeriat gelecek” diyor ya da bir grup genç Afgan bayrağını bir yere dikip, selamlayıp, alkışlıyorlar. Bir kısmı silahlı binlerce “mültecinin” herhangi bir müdahaleyle karşılaşmaksızın dağlık bir bölgede yürüdüklerini de görüyorsunuz. Yürüdükleri yer Türkiye toprakları mı bilinmez ama görenler öyle olduğuna inandırılıyor. Özetle, “mültecilere” karşı yoğunlaşan bir tepki oluşturuluyor. Gelişmelerden endişeleniyorum. Ülkemizde “mülteci” tabir edilmekle birlikte hukuken bu niteliği haiz olmayan, savaş, iç karışıklıklar, benimsemedikleri bir rejim karşıtlığı ya da işsizlik gibi muhtelif saiklerle gelen, belirli yerleşim merkezlerinde yoğunlaşan çoğu masum insanların hedef olarak görülmeye başlandığını, bunun sonunda kolluk kuvvetlerinin denetleyemeyeceği toplum olayları çıkabileceğinden korkuyorum.
Pekiyi, ne yapalım? Hükümetimiz bugüne kadar daha çok “mültecilerin” yeme ve barınma sorunlarıyla ilgilendi. Bir kısım “mülteciyi” Suriye’de savaşmak için kullandı. AB ile anlaşma yaparak, göçün Türkiye’den öteye geçmesini engellemeye çalıştı. Duruma göre bir sürü perakende tedbiri devreye soktu ama kapsamlı bir göçmen siyaseti geliştirmedi. Din, insaniyet ve sair gerekçelerden söz edildi, durumun uzun vadeli değerlendirilmesinden ise kaçınıldı. Açık kapı siyasetinin daha fazla göçü teşvik edeceği gerçeği görmezden gelindi. Şimdi de tepkiler doğunca, geri göndereceğiz türünden, gerçekçiliği son derece tartışmaya açık perakendeci değerlendirmeler yapılıyor. Konunun kapsamlı biçimde incelenmesi, bu tür göç hareketleri yaşayan başka ülkelerin de tecrübelerinden yararlanarak bir plan oluşturulması, yeni göçlerin engellenmesi, mevcut göçün toplum üzerindeki baskısının hafifletilmesi, kalacakların toplumla nasıl kaynaştırılacağının tasarlanması gerekiyor. Sorun ulusaldır, siyaset planlaması partiler arası biçimde yürütülmesi lazımdır. Toplum da kendisinden ne beklendiği konusunda bilgilendirilmeli, ikna edilmelidir. “Göndeririz, giderler,” ve benzeri, hangi verilere dayandığı belirsiz iddialar, sadece sorunun daha da derinleşmesine yarayacak, bilahare aşılması daha da güç sorunlar yaratacaktır. Göç konusunda ulusal bir siyasete ihtiyaç var.