Salt cari dengedeki fazlaya güvenerek her ne pahasına olursa olsun TL politika faizini düşürmenin ne kadar yanlış olduğunu son dönemde “bir kere daha” gördük. Türkiye gibi sermaye hareketleri serbest olan açık bir ekonomide aslolan sadece cari denge değil ödemeler dengesindeki kalemlerin tümündeki hareketler. Tümüne baktığımızda da gördüğümüz manzara tasarruf sahibinin (çok ama çok haklı olarak) hızla artmakta olan enflasyonun reel faizleri anormal düzeyde eksiye sürüklemesi ile birlikte gün be gün parasının değerinin erimesi gerçeği karşısında tasarruflarını dövize çevirmesiydi.
Bu durum ise doğal olarak döviz fiyatlarını ve dolayısıyla da enflasyonu daha da yüksek seviyelere taşımaktaydı. Bu süreçte Merkez Bankası tarafından yapılan 5 doğrudan döviz müdahelesine rağmen dolar kurunun 18 TL’nin üzerine çıkması engellenemedi.
Bu şartlar altında ve MB’nin en önemli politika silahı olan faiz artırma seçeneğinin de elinden alınması gerçeği karşısında yerli tasarruf sahibinin dövize kaçışının önlenmesi için bir yöntem geliştirilmesi gerekiyordu. Bu da tabii ki (katiyen o şekilde ifade edilmese de) gene faiz artışı yoluyla oldu. Ama bu sefer TL faizlerin değil de, dolar faizinin artırılması yoluyla. Yapılan hamleyle bugüne kadar yüzde 0-1 arası gibi bir yerde faiz alan dolar yatırımcısı bir anda dolardan yüzde 14 (hem de net) faiz alma imkanına kavuştu.
Nasıl dolar yatırımcısı yüzde 14 faiz alacak sorusuna gelirsek: Bugün DTH’ını yeni ismiyle kur korumalı TL mevduat hesabına (kısaca KKMH diyelim) çeviren bir tasarruf sahibi hem en az yüzde 14 net TL faiz alacak, hem de dönem sonunda dolar kurunda hesabı açtığı güne göre bir artış olmuş ise bu farkı da kazanmış olacak. Tabii, KKMH’nin böyle büyük bir avantaja karşı normal bir döviz hesabına göre bazı dezavantajları da söz konusu. Bir defa dövize endeksli bir kazanç söz konusu olsa bile sonuçta bu bir TL hesabı. Yatırımcı dövize dönmek isterse vade sonunda döviz satın almak durumunda. İkincisi ise bu avantajdan yararlanmak için parasını en az 3 ay boyunca çekmemesi gerekiyor. Üçüncü bir risk faktörü de vade gününde MB’nın açıklayacağı döviz kuru ile piyasa kuru arasında oluşabilecek fark. Ancak, her halukarda döviz yatırımcısı için büyük bir avantaj sağlandığı ortada.
İşin asıl ilginç yanı ise bu enstrumanın TL yatırımcısı için döviz yatırımcısından daha da cazip olması. Zaten TL mevduattasınız, ve biri çıkıp size diyor ki, “sana mevduatta bulunduğun sürece dolarda oluşacak artışı da ek bir prim olarak ödeyeceğim.” Peki kur düşerse? Hiç bir zararın olmayacak. Size değeri esasında oldukça yüksek olan bir opsiyonu devlet bedavaya sunmakta. Niye bundan yararlanmayasınız ki? Bu enstruman, de facto, Türkiye’deki tüm tasarruf mevduatlarını dolarize hale getirmiş oluyor.
Şimdi gelelim bu enstrumanın makroekonomi açısından etki ve risklerine. Şahsen, bariz avantajlarına rağmen, DTH sahiplerinin büyük kısmının bu enstrumana döneceğini zannetmiyorum. Türkiye’de DTH’ların büyük bir kısmı kemikleşmiştir, ve tarihte de çok büyük reel faizler verilmediği sürece buradan dönüş yaşanmamıştır. Her ne kadar bu hamleyle Hükümet (hiç optimal olmayan bir şekilde de olsa) serbest piyasa prensipleri içinde kaldığını gösterse de, bu durum bu kesimi ikna etmeye yetmez. Ancak, şunu da görüyoruz ki, bu enstrumanla birlikte son dönemde TL kurları üzerinde en büyük baskı unsuru olan TL yatırımcısının dövize geçme hareketi son bulmuş durumda. Diğer bir ifadeyle yazının başında dikkatini çektiğim Ödemeler Dengesi’nin tamamına baktığımızda gördüğümüz ana problem şimdilik ortadan kalkmış gözüküyor. Tabii ki, bu enstruman dolar kurunun artması ve dolayısıyla da Hazine’nin büyük bir prim ödeme yükümlülüğü altına girmesi riskini taşıyor. (Bu risk şu an için zımni veya bilanço-dışı bir risk olsa da, Türkiye’nin risk primini etkileyecektir.)
Bu riski değerlendirmek için orta vadede diğer ÖD kalemlerinin olası seyrine bakmak gerekiyor. Gerek alım gücü ve reel ücretlerdeki düşüş, gerekse de pandemi sürecinde Türk ihracatçılarının yakaladığı avantaj sayesinde dış ticaret dengesinin pozitife dönmüş olduğu bir gerçek. Görünen bu durumun orta vadede devam edeceği. Eğer omikron vakaları azalır veya başka bir varyant ortaya çıkmaz ise turizm gelirlerimiz de artmaya devam edecektir. Sıcak para dediğimiz kısa vadeli yabancı para yatırımlar ise zaten çok önceden ülkeyi terk etmişti. Bankalar ve özel sektörün dış borcu azalan oranlarda ve artan maliyetlerde de olsa çevrilecektir. Kamunun dış borcu ise çok yüksek değil. Enerji fiyatlarında görülecek anormal bir artış, ABD’nin politika faizlerini beklenenden çok daha hızlı yükseltmesi, ve Türkiye’nin zaman zaman maruz kaldığı dış politikada oluşacak bir “siyah kuğu” durumu diğer riskleri oluşturuyor.
Son olarak da şunları belirteyim: Başlıkta da ifade ettiğim gibi bu “palyatif” ve sürdürülebilir olmayan bir çözüm. Ayrıca, yaratılan bu enstruman tasarruf edebilen daha varlıklı kesimin leyhine bir enstruman. Sonuçta onlara bedava bir opsiyon sunuyor. İşlerin ters gitmesi durumunda ise maliyetini sadece söz konusu kesimin değil, tüm toplumun üsteleneceğini unutmayalım.