Bu 2023 yılının ilk günlerinde yazılan ilk yazısı. Hepinizin yeni yılı sağlıklı ve mutlu olsun. 2023 Cumhuriyetimizin ikinci asırlık ömrüne başladığı yıl. Kurtuluş Savaşı’nı takiben dünya yüzünde vatan, millet ve egemenlik kavramlarının üçünün birleştirilerek yürütüldüğü tek başarılı kuruluş olan Türkiye Cumhuriyeti’ne iç ve dış barış içinde ‘ilelebet payidar’ kalacağı nice yüzyıllar diliyor başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtuluş ve kuruluş çabamıza katkıda bulunanları rahmetle anıyorum.
ABD’den bir tanıdığım ben İstanbul’dayken arayarak “Yakın bir dostum Irak’ta iş görüşmesi yapmak için yola çıkıyor İstanbul’da aktarma yapacak sekiz saat vakti var ilgilenir misin?” diye sorunca, soran da maalesef ve kaderin bir cilvesi olarak yakın biri olunca “Ne yapalım başa gelen çekilir” deyip kabullenmek zorunda kalmıştım. O zamanlar İstanbul’un esas havaalanı olan Yeşilköy Atatürk daha açıktı. Kim ne derse desin kapatılması büyük bir hata oldu.
Neyse, bizim fakirhane de Yeşilköy’de olduğundan kalkıp iş adamını Atatürk Havalimanı’ndan alıp Irak uçağı saatine kadar ağırlamanın bir eziyet olmayacağına karar verip adamı havalimanından aldım. Yeşilköy sahildeki çay bahçesi, kebapçı falan gevezelik ederek vakti dolduracağım. Sohbetin bir yerinde Amerikalı iş adamı kendisini bana havale eden ortak kişiden bahisle suratını ekşiterek “He has the gift of the gab” dedi. Bu terim Türkçede konuşma yeteneği, çene, çenebazlık kelimeleri gibi kullanılır ve de pek iltifatkâr değildir.
Yöneterek, yönetilerek ve yöneticilik konusunda ahkâm keserek geçirdiğim yarım asır içinde ‘gift of the gab’ sahibi çok kişi ile yollarımız kesişti. Yanlış anlaşılmasın, bu kişileri insanları kandırmak amacıyla çene yapmakla itham etmiyorum. Çoğu gayet iyi niyetliydi. Söyledikleri şeylere inançları olduğuna emindim. Hala da öyle düşünüyorum. Sorun onlarda değil bende. Tekrar olacak ama oldum bittim ‘boş laflara’ tahammülüm yoktur. O nedenle ne kadar güzel kelimeler, sofistike kavramlar kullanılırsa kullanılsın mavra özelliği taşıyan takdim, konuşma vesaire gibi çenebazlığı genellikle durdururum. Bazen de sessizce dinlemeye mecbur kalırım.
Söz gelimi içinde elli-beş üst düzey danışmanın çalıştığı ünlü bir kuruluştan gelen işletme danışmanı bir arkadaşımın sahibi olduğu şirketten iş almak için bir sunum yapmaya gelmişti. Arkadaşım da beni ‘özel danışmanı’ olarak dinlemeye davet etmişti. Danışman oturaklı, eli yüzü düzgün, İngilizce’si mükemmel bir genç adamdı. Ve de görseller falan iyi hazırlanmıştı. Hani derler ya “Eşeği boyar babasına satar” diye öyle ikna edici konuşuyor. Ben misafir olduğum için tek bir laf etmeden dinliyorum. Tanıtım yaklaşık yarım saat aralıksız sürdü. Sonunda sorular alındı, cevaplar verildi. Tekrar görüşülmek üzere anlaşıldı ve vedalaşıldı. İnanın tek kelime etmedim. Sizin de muhtemelen çıkarttığınız gibi olay yurtdışında geçiyor.
Tanıtım eğer arkadaşımın şirketi danışman firmanın tavsiyelerini dinlerse dört şey vaat ediyor. Bunların sebep-sonuç ilişkileri anlatılmadığı için vaat edilen şeylerin hangisinin nereden kaynaklandığını anlamak olası değil. Ancak, vaat edilen şeylerin biri bile gerçekleşse bundan bir işletmecinin memnun olmaması da mümkün değil. Arkadaşım bu işletmeyle çalışırsa kendisine vaat edilenler şunlar:
- Artan pazar payı
- Olumlu sosyal etki
- Artan yenilikçilik
- Elemanların işletmeye sadakatları
Şimdi bunları bize sağlayacak yeni strateji, üretim ve/veya pazarlamada devrim sayılacak bir yaklaşım mı? diye merak ediyorsunuzdur. Hiçbiri. Anlatılan konu yeni olduğu iddia edilen bir kaynak yönetimi yaklaşımı. O da kaynaklardan sadece bir tanesi: İnsan kaynakları.
Hatırlayacaksınız bu köşede defalarca yazdım işletmelerin stratejilerini uygulamak için gereken üretim ve pazarlama çalışmaları için insan, mali, fiziksel tesisler ve altyapı, enformasyon ve know-how ve ilişkiler ve stratejik işbirlikleri olarak sıralanan beş kaynağın miktar, kalite, maliyet ve zamanlamasının kararlaştırılması, temin ve tahsisi, kullanım ve kullanımın denetimi (düzeltme dahil) çalışmalarına işletmecilik denir. Bunlarda hata yapmazsanız ki bu neredeyse olası değildir, pazar payınız artabilir, sosyal etkiniz olumlu olur, yenilikçi ve çalışanların mutlu oldukları bir işletme olursunuz. Bir ihtimal o nedenle delikanlıyı dinlerken cehaletimden utanarak susmuşumdur diye düşünüyorum.
Neyse, anlatılan şu: İşletmeler artık değişik kültürlerden, inanç gruplarından, yaşam felsefelerinden vs., insanlarla kozmopolit ortamlarda çalıştıklarından insan kaynakları yönetiminde artık İngilizce Diversity, Equity, ve Inclusion kelimelerinden türetilen DEI yani Türkçeleri Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsama (veya içerme) kelimelerinden ÇEK veya ÇEİ modelini uygulamazlarsa sorunlar yaşarlarmış. Delikanlının şirketi de bu modeli en iyi ‘uygulatan’ danışmanlık şirketi imiş.
Özellikle üst ve orta kademede benzeşmezlik gösteren bir kadroyla çalışmanın zorluklarına oldukça aşinayımdır. Uluslararası Ticaret Merkezi’nde daire başkanlığı yaptığım sıralarda 22 kişilik kadrom 25 ülkeden (bazıları çift vatandaşlık taşıyordu) gelmişti ve oralarda doğup büyümüşlerdi. Çin’den Arjantin’e kadar geniş bir yelpazedendiler. Onun için konu ilgimi de çekmişti. Grafikler, listeler ve diğer görseller arasında anlattıklarının özeti şöyle:
Çeşitlik gösteren yetenekleri işletmeye cezbetmek ve işe almak, her işgören için işletmedeki deneyimlerini insanileştirmek ve işletme içinde ve dışında kapsayıcı bir toplum yaratmak çalışmalarının üç temel sütunu imiş. Bu üç sütun da eşitlikçi bir işletme kültürü, üst yönetimin desteğinin sağlanması ve ÇEK modelinin işletme stratejisinin bir parçası olmasının gerçekleştirilmesine dayanıyormuş. Tüm bunları yapmak için de işletmenin sistemlerini, politikalarını ve uygulamalarını gözden geçirerek tüm çalışanların başarıdan pay sahibi olmalarına olanak verecek şekilde yeniden düzenlemeleri gerekiyormuş.
Hemen uyarayım. Bu konuyu sonradan araştırdım. Aynı modeli! Pazarlayan birçok danışmanlık şirketi vardı. Beş aşağı beş yukarı hepsi aynı şeyleri söylüyorlardı. Hatta, kullanılan tanımsız kavramlar bile birbirlerine çok benziyordu.
Siz bu yazdıklarımdan ne anladınız bilemiyorum. Ben genç danışmanın takdiminden pek bir şey anlamamıştım. Daha doğrusu anladığım beni pek memnun etmemişti. Geçen hafta ‘mavra’ konusuna değinmiştim. Şimdi Allah için söyleyin şu yukarda özetlediğim şeyi bir paradigma olarak pazarlamak mavra değil de nedir?
Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi dostuma tavsiyem “Bu mavraya bu kadar para vereceğine beni yemeğe götür” tavsiyesinde bulundum. Sizler de ‘gift of the gab’ sahibi kişilere kanıp böyle girişimleri finanse etmeye kalkmayın ve…
Sağlıcakla kalın