COP28 İklim Zirvesi’de 130'dan fazla ülke tarafından imzalanan Dayanıklı Gıda Sistemleri, Sürdürülebilir Tarım ve İklim Eylemine ilişkin Emirlik Deklarasyonu, gıda sistemlerinin geleceğini güvence altına alacak somut bir sonuç içermiyor. Oysa gıda sektörünün geleceği için yatırım yapılması gereken 3 alan son derece net: Çiftçiler, teknoloji-inovasyon ve su.
Gıda sektörü, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 10'unu temsil eden ve dünyadaki 8,1 milyar insanın yaşamlarını ve geçim kaynaklarını doğrudan etkileyen oldukça karmaşık bir sistem.
Birleşmiş Milletler Gıda Sistemleri Zirvesi, BM Su Zirvesi ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi diyalogları gibi önemli etkinlikler aracılığıyla küresel gıda ve su sistemlerine öncelik verilse de, 2022 yılına geldiğimizde hala 783 milyon insan açlıkla karşı karşıya. Hatta bu oran, Covıd-19 öncesi seviyelere göre yüzde 1,3 artmış durumda. Gıda sistemleri küresel sera gazı emisyonlarının üçte birini oluşturuyor ve bu nedenle iklim hedeflerine ulaşmada önemli bir rol üstleniyor.
COP28 İklim Zirvesi’nin önemli gündem maddelerinden biri de gıda oldu. Dayanıklı Gıda Sistemleri, Sürdürülebilir Tarım ve İklim Eylemine ilişkin Emirlik Deklarasyonu, Türkiye dahil 130'dan fazla ülke tarafından imzalandı. Deklarasyon tarım işletmelerinin kırılganlığını azaltırken gıda güvenliğinin sağlanması, tarımda ve gıda sistemlerinde su kullanımının iyileştirilmesi gibi hedefler içeriyor. Buna karşın COP28'den gıda sistemlerinin geleceğini güvence altına alacak somut bir sonuç alınamadı.
Oysa, jeopolitik gerilimler, enerji-gıdasu- sağlık krizleri, enflasyonist baskılar ve artan maliyetler gıda güvenliğine yönelik zorlukları daha da içinden çıkılamaz bir hale getiriyor. Gıdanın geleceği için acilen yatırım yapılması gereken üç temel alan ön plana çıkıyor:
1-Çiftçiler
Gıda üretiminin, güvenli, doğa-pozitif, su-pozitif ve kapsayıcı süreçlere doğru evrilmesi gerekiyor. Bu noktada toprak sağlığını ve biyoçeşitliliği koruyabilen ve geri kazandırabilen tarımsal uygulamalar devreye giriyor. Rejeneratif yani onarıcı tarım toprak erozyonunu yüzde 80 oranında azaltabildiği gibi, toprak organik maddesindeki yüzde 1'lik artış başına 20 bin galon ilave su tutabiliyor ve topraktaki biyolojik çeşitliliği yüzde 10 oranında artırabiliyor. Çiftçinin gelirini artıracak ve yaşam kalitesini iyileştirecek bu dönüşüme, bizzat çiftçiler ile birlikte liderlik etmek, onların bilinçlendirilmesini sağlamak çok önem taşıyor.
2- Teknoloji ve inovasyon
Gıda üretimi ve tüketiminde ihtiyaç duyulan dönüşüm sağlansa bile, ne yazık ki aşırı sıcaklar ve kuraklık gibi iklim şoklarının daha yoğun ve daha sık hale geleceği, yetersiz beslenen insan sayısının ise küresel olarak artmaya devam edeceği öngörülüyor. Teknoloji ve inovasyon, bu zorlukların üstesinden gelmeye yönelik çabaları ölçeklendirmek için oyunu değiştirebilecek güce sahip. Geliştirilmiş tohum çeşitleri, mikrobiyal gübreler, biyo-çözümlerdeki ilerlemeler, veri ve yapay zekadan yararlanan gelişmiş dijital tarım, sulama ve toprak sağlığı teknolojileri, sentetik biyoloji ve kişiselleştirilmiş beslenme ve alternatif proteinler başlıca örnekler arasında sıralanabilir. Tabi ki, gıda sisteminin dayanıklılığını geniş ölçekte geliştirmek için doğru ortamın yaratılması ortaklıklar ve kolektif çaba ile mümkün olacak.
3 - Su
Yatırıma ihtiyaç duyulan üçüncü alan ise su olarak ön plana çıkıyor. Gıda ve suyun ayrılmaz bir bütün olduğunu unutmamak gerekiyor. Küresel tatlı su çıkarımının yüzde 70'i tarım amaçlı gerçekleşiyor. Su, daha geniş gıda sistemindeki doğrudan rolü nedeniyle küresel ekonominin 58 trilyon dolarını temsil ediyor. Bugün geldiğimiz noktada, küresel hidrolojik döngülerin bozulması iklim krizinin ilk olumsuz sonuçlarından biri ve tarım sektörünü ciddi şekilde etkileyecek. Günümüzde kuraklık veya sel gibi iklim felaketlerinin yüzde 90'ı suyla ilgili. Yeraltı suyu rezervlerinin yenilenenden daha hızlı tükenmesi nedeniyle, su yönetişimini geliştirebilecek ve su döngüsünü kapatmaya yardımcı olabilecek girişimler, su ve gıda güvenliğini sağlamak için giderek daha önemli hale geliyor.
Zeytin verimi Türkiye genelinde düşme eğiliminde
Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sevil Acar'ın çalışması, 1968-2018 yılları arasında, Türkiye'nin en büyük zeytin üreticisi olan 12 şehirde zeytin veriminin ne şekilde değiştiğini inceliyor. Çalışmaya göre son yıllarda ülke genelinde düşüş gözleniyor. Bazı şehirlerde zeytin verimi, 50 yıl önceki seviyelere gerilemiş durumda. Prof. Dr. Sevil Acar’ın, Dr. Oğuz Tutal ile birlikte gerçekleştirdiği çalışma kapsamında 1968-2018 yılları arasında sürekli olarak zeytin üretiminde önemli rol oynayan, meyve veren zeytin ağaçlarının en az yüzde 1’inin bulunduğu şehirler (Adana, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Gaziantep, Hatay, İzmir, Manisa, Mersin ve Muğla) incelemeye alınmış. Çalışmanın bulguları, 50 senede zeytin dağılımının fazla değişiklik göstermediğini, ancak Bursa, Çanakkale ve Muğla dışındaki tüm kentlerde, verimin düşüş eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Prof. Dr. Sevil Acar’ın çalışmaya dair açıklamaları şöyle:
Zeytin için ideal koşullar kayboluyor
“İklim değişikliğiyle birlikte sıcaklıkların artması ve yağışların azalmasının yanı sıra, en yüksek ve en düşük sıcaklıklar arasındaki farkın açılması, zeytin verimini olumsuz etkileyen unsurlar arasında yer alıyor. 15-20 derece arasındaki sıcaklıklar, yüksek zeytin verimi için en olumlu koşulları yaratıyor. Zeytin ılık kışları ve çok sıcak ya da çok nemli olmayan yazları seviyor. Sıcaklıkların 40 derecenin üzerine çıkmasından zarar gördüğü gibi, çok soğuyan havalar konusunda da hassas. Türkiye’de de iklim değişikliğinin etkileri şiddetlendikçe yağışların azalması, zeytin verimini daha da düşürebilir.”
Tarımsal kuraklık artacak, ekonomi daralacak
Akdeniz Havzası, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin en çok hissedildiği coğrafyalar arasında yer alıyor. Nitekim Türkiye’nin risk seviyesi ‘orta-yüksek’ olarak tanımlanıyor. G20 İklim Atlası’na göre, acilen harekete geçilmediği takdirde, Türkiye’de tarımsal kuraklık 2050 yılına kadar yüzde 37 artacak. Sıcak hava dalgaları ise yaklaşık yüzde 4 daha uzun süreli olacak. Bugün, Türkiye’de tarım arazilerinin yalnızca yüzde 20’sinin sulandığı durumda dahi tarım sektörü, su kullanımının yüzde 84’ünden sorumlu. Tüm bu olumsuzlukların, 2050 yılında Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılasında yüzde 2,26’lık bir daralmaya sebep olacağı öngörülüyor.”