Gereksiz, amaçsız, yararsız ve şuursuz

Yaprak ÖZER HAYATIN İÇERİĞİ

Hepimizin muzdarip olduğu israftan söz edeceğim. İsraf anlamsızca tükettiğimiz her şey… Zamanımız, gıdamız, giyimimiz; aklınıza ne geliyorsa… Korona da bu yüzden olmadı mı?... Şuursuzluğumuzdan!

Daha şimdiden yerlerini çekirdek çitleyip arkanızda çöp yığını bıraktığınız Boğaz sahilini, şimdiden bir ekmek almak için serbestçe dışarı çıkmayı, dışarıda otururken adabı bir kenara fırlatıp ses duvarlarını aştığınız sohbetlerinizi, makaslar atarak sanki daha önce gideceğiniz yere varmanıza yarayacak diye gaza basarak asfaltı inlettiğiniz mazbut trafiğimizi, umarsızca doldurduğunuz Arap turistle mezbeleye çevirdiğiniz güzelim yaylaları, pislik şeridi haline gelen mavi sahil ve altın sarısı kumsallarımızı, termik santral yapmak için yerel insanları ezdiğiniz yeşil doğayı… özlemediniz mi? İsraftı hepsi. Akıllara ziyan israf. Utandık mı kendimizden? Şüpheliyim.

İsrafı Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül’le koronadan (CÖ) hemen önce yüz yüze bir araya gelmiştik. Aziz Akgül asker kökenli, siyasetçi, işletme profesörü akademisyen. Hepsi her zaman bir araya gelmez ama gelmiş işte. İsraf başlığı açısından daha fazla duyarlılığa işaret ettiğini düşünüyorum.

Akgül, israfın yalnızca ekonomik değil, sosyal anlamda zararlarına da dikkat çekmek istiyor. Vakfın son çalışması haftada 4 gün mesai modeli. Bu çalışmanın verimliliğini artırdığını iddia eden Akgül, kadınların iş yaşamına katılmasının da israf önleyeceğine vurgu yapıyor.


Türkiye her yıl, yaklaşık GSMH’sının yüzde 15’ini israf ediyor. Elimdeki son rakamı paylaşayım, örneğin 2018’de 550 milyar lirayı israf etmişiz… Meşhur Altı Sigma Yönetim yaklaşımını ele aldığımızda, her 1 milyon işlemde 66 bin hata yapıyormuşuz. Yani 1 milyon liranın 66 bin lirasını israf ediyor.

“Etmeseydik ne olurdu?” diye sordum: “Tek işsiz kalmazdı… Bir tek fakir kalmazdı… Eğitimin bütün fiziki altyapısı tamamlanmış olurdu… Sağlıkla ilgili hiçbir altyapı sorunumuz kalmazdı!” yanıtını aldım.

Mutlu muyuz Türkiyem? İyi ki, har vurup harman savurduk canıma değsin diyecek baba yiğit var mı? Var var… olmaz mı! Hala korona şarkısı söyleyip partileyenler, hala konuya odaklanmak siyaset yapmayı tercih ederek esip gürleyenler! Olmaz mı var.

Koronadan sonra (CS) anımsayacak ve anlamlandırabilecek miyiz israf ettiklerimizin değerini?... Çocuklarımız için, kendimiz ve hayatta kalmayı başaracak yaş almış nüfusumuz için yaşanır bir dünyada nefes almak için bireysel çabaya ihtiyacımız var. Tekstilde aldığınız markalara dikkat edin. Geri dönüşüme saygı göstermiyorsa, almayın. Hayat normale döndüğünde görgüsüzce “serpme kahvaltı” sipariş etmeyin. Kullanacağınızdan fazlasına göz dikmeyin. Önce kendi evinizdeki israfa “dur” deyin… Ama yetmez! israfa kaldıraç olan hiçbir organizasyona, siyasete prim vermeyin. Söz söyleme hakkınız, herkesten fazla. Dünya hepimizin, memleket hepimizin. Yaşam tek kerelik…

Yaprak Özer: İsrafı Önleme Vakfı, 1998 yılına uzanıyor. Ne kadar israf ediyoruz?

Aziz Akgül: Biz Türkiye İsrafı Önleme Vakfı olarak, israfı; gereksiz, amaçsız, yararsız yere yapılan iş, işlem ve harcama olarak tarif ediyoruz.

Yaprak Özer: Çok var ama onlardan…

Aziz Akgül: Zaten onun için… Şu anda kaynaklarımızı hem dünyada hem Türkiye’de çok ciddi manada israf ediyoruz. Türkiye’den başlayalım… Türkiye her yıl, “altı sigma yönetim yaklaşımı”nı ele aldığımızda, yaklaşık GSMH’sının yüzde 15’ini israf ediyor.

Yaprak Özer: Altı Sigma’da seviyemiz ne?

Aziz Akgül: Türkiye, üç sigma seviyelerinde… 2018 rakamlarını dikkate alalım; 2019 rakamları henüz netleşmedi, 550 milyar lirayı israf etmişiz biz…

Yaprak Özer: Havaya gitmiş yani…

Aziz Akgül: Evet. 550 milyar lirayı israf etmemiş olsaydık, ne olurdu biliyor musunuz? Tek işsiz kalmazdı bu ülkede… Bir tek fakir kalmazdı. Eğitimin bütün fiziki altyapısı tamamlanmış olurdu. Sağlıkla ilgili hiçbir altyapı sorunumuz kalmazdı.

Yaprak Özer: Siyaset de bu değil mi zaten, bu amaçla siyaset yapılmalı…

Aziz Akgül: Ben size bir şey söyleyeyim mi, bakın… Bir tek konu üzerinde konsantre olsak, kaynaklarımızın verimli kullanımına odaklansak; yani bu ülkenin lideri çağırsa ilgilileri ve bakanları: “Getirin kardeşim, bütçelerinizi… Neyi, nereye harcıyorsunuz?” dese…

Bakın ben size daha enteresan bir şey söyleyeyim… Türkiye ve dünyanın mutlu olabilmesi için, hiçbir şekilde bu kadar çok silahın satılmasına ihtiyaç yok. Bunu ben asker kökenli bir şahıs olarak söylüyorum.

Yaprak Özer: Üstelik tezinizi de bu konuda yazmış birisi olarak…

Aziz Akgül: Evet, savunma sanayii konusunda yapmış… Savunma Sanayii Geliştirme, Destekleme İdaresi’nin kurucusuyum ben. Yani şimdi Başkanlık ve öncesinde de Müsteşarlık olan o kuruluşun, Başbakanlıkta Başbakan Müsteşarı Hasan Celal Güzel ile kurduk…

Yaprak Özer: Yani şu anda üzgünsünüz…

Aziz Akgül: Çok üzgünüm. Ben bu işin yanlış olduğuna inanıyorum. Savunma sanayii dediğiniz nedir Allah aşkına? İnsanlığın öldürülmesi için siz bir mekanizma geliştiriyorsunuz. Halbuki, insanlığın mutluluğu için çalışmamız lazım.

Yaprak Özer: Savunma sanayii yerine mutluluk sanayii… Bildiğim kadarıyla Mutluluk Bakanı var Birleşik Arap Emirlikleri’nde… Konumuz: israf… İsrafı, GSMH’nin yüzde 15’i dediniz… Çok büyük bir rakam… Nerelerde israf, söyler misiniz …

Aziz Akgül: İsrafın olmadığı alan yok. Biz Türkiye İsrafı Önleme Vakfı olarak, israf alanlarını 4 kategoriye ayırıyoruz: “altın israf alanı”, “gümüş”, “bronz” ve “düz alanlar” olarak… Altın israf alanı demek, onun çok değerli olduğu manasında değil… En büyüğü, en çoğu manasında kullanılıyor. Türkiye’deki en büyük israf alanı…

Yaprak Özer: Neresi?

Aziz Akgül: Sosyal güvenlik sistemine bütçeden aktarılan fonlar…

Yaprak Özer: Sosyal güvenlik… Bir sürü insan başkaldıracak… Nasıl oluyor da sosyal güvenlik…

Aziz Akgül: Evet. Ne diyecekler biliyor musunuz? Diyecekler ki: “Kardeşim yani emekli maaşını…” Ben de emekliyim. Ne zaman emekli oldum, biliyor musunuz? 39 yaşında… Böyle bir sistem olabilir mi?

Yaprak Özer: Ama şimdi bir dakika… Siz şanslısınız. Ama bir sürü kişi de bekliyor. Özellikle kadınlar mağdur.

Aziz Akgül: Böyle bir şey olabilir mi? Adalet yok… Sosyal güvenlik sistemi nedir, biliyor musunuz? Yaklaşık 80 milyar lira, sosyal güvenlik sistemine bütçeden ilave aktarılan fon… Halbuki sosyal güvenlik sistemi, 1800’lerde Bismarck tarafından, kara Avrupası'nda geliştirilmiş. Bizim şu anda aldığımız, uyguladığımız sistem Avrupa’da uygulanmış olan bir sistem. Biz de onu replika etmiş, uyguluyoruz. Nedir sosyal güvenlik sistemi? Bir; işveren primi, işçi priminden alınan gelirlerle, bunu sürdürülebilir hale getirmemiz… Ne yapmışız? Her yıl 80 milyar lira açık veriyoruz. Böyle bir sistem olabilir mi? Böyle bir yönetim tarzı olabilir mi?

Yaprak Özer: Sosyal güvenliğin amacı, çalışma süresini geçirmiş, belli bir dönemden sonra insanların refah düzeyini, onurlarıyla, sağlıkla yaşayabilecekleri hale getirmek… Bir kere bunu kabul edelim.

Aziz Akgül: Devam ettirmek… Yapamıyoruz ama…

Yaprak Özer: Sistem yanlışsa insanların suçu ne?

Aziz Akgül: Sistem yanlış…

Yaprak Özer: Sosyal güvenlikten mahrum bırakmamak mümkün diyorsunuz, yanlış anlaşılın istemiyorum.

Aziz Akgül: Hayır… Bütçeden kaynak ayrılması yanlış… Neden? İyi idare edilemeyen bir sistem… O zaman ne yapmak lazım, biliyor musunuz? Demek ki, fon yönetimi dediğimiz, şu anda farklı bir sistem uygulamak suretiyle; bunu çalışabilir hale getirmek lazım… Ama benim vergilerimle değil… Bütçeden ilave fon aktarmak ne demektir biliyor musunuz? Devletin çok zor şartlarda topladığı vergilerle…

Yaprak Özer: Aziz Bey, bunu dünyada yapanlar var. “Varlık Fonu” dediğimiz şey böyle bir garabet…

Aziz Akgül: Hayır. Varlık Fonu çok farklı bir şey…

Yaprak Özer: Sosyal güvenlik fonu kendi kendisini üretebilecek, geliştirebilecek hale dönüştürülebilir, kimsenin bütçe ayırmasına gerek kalmadan… Ama iş, o bütçeye de göz koymamak lazım.

Aziz Akgül: Koymamak lazım.

Yaprak Özer: “Altın İsraf Alanı”na geri dönecek olursak… Bir tek bu mu, başka ne var?

Aziz Akgül: Örnek olarak verdim... “Gümüş israf alanı”na giren… İç borç faizi… İç borç olabilir. Aslında dış borç makbul olanıdır. Çünkü daha az maliyetli ve daha uzun süreli…

Yaprak Özer: Yani bireylerin borcu…

Aziz Akgül: İç borçlanma ne demektir? Ben devlet olarak, size diyorum ki, “Yatırım yapmayın. Ben size olabilecek en üst seviyede faiz veriyorum. Gelin, benden tahvil alın. Siz oturun, rahat gelir elde edin. Ne lüzumu var iş yapacaksınız, işçi bulacaksınız, insanlarla uğraşacaksınız, SGK ile devletle uğraşacaksın? Hiç gerek yok… Ben size rant geliri veririm”. Kim diyor bunu? Devlet diyor. İşte onun için, iç borç faizi dediğimiz meblağ, yani rantiye geliri, israftır. Ne yapmak lazım peki? İş adamlarına, iş kadınlarına, iş insanlarına, “Hayır. Üretken olun, yatırım yapın” diyebilmek için bizim iç borçlanma gereğini yok etmemiz lazım. “İç borçlanma gereği” nedir biliyor musunuz? Kötü yönetim…

Yaprak Özer: Bir dakika… Rantiyeler olabilir. Kadınların arasında da rantiyeler olabilir. Ama bu ülkede kadınlar, çok çalışmaktadır ve rantiye olmayanlar vardır. Yani faiz geliriyle, böyle “gel, yat” durumunda olanları ben tanımıyorum. Onlarla tanışmak da istemiyorum. Ben, o Türkiye’ye ait olmak da istemiyorum. Benim gibi düşünen de bir sürü insan var. Yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.

Aziz Akgül: Yok canım, niye yanlış anlayacaklar? Kötü yönetimden kaynaklı, kamu…

Yaprak Özer: Siz şunu söylüyorsunuz: Yandaşıma ben faiz geliriyle güzel yaşam vadediyorum.

Aziz Akgül: Sadece yandaş meselesi değil ki, açık herkese… Şu anda hazine bonosu almak herkese açık… Halbuki, ona gerek yok, ben de diyorum ki, kaynaklarımızı düzgün idare edebilmemiz için, “kamu borçlanma gereği” ortaya çıkıyor.

Yaprak Özer: Ben bankaya gittiğimde kredi vermiyor.

Aziz Akgül: Dolayısıyla siz ne yapıyorsunuz? Aslında yatırıma gidecek olan kaynağı siz iç borçlanmaya transfer ederek kaydırıyorsunuz. Bu kötü yönetim tarzı…

Yaprak Özer: Tamam. Sistem kötü… Sistem yanlış… Burada anlaşıyoruz.

Aziz Akgül: Sistem kötü. Evet.

Yaprak Özer: Gelelim “Bronz”a …

Aziz Akgül: Bronz israf alanları, kamuda gördüğünüz… sizin aklınıza gelebilecek… 184 bin araç gibi… Her şey israf… Örnek vermek istiyorum… Ankara’yı bilenler, Eskişehir Yolu’nun iki tarafında da kamu kurumları dizilmişler… Bunlardan biri Devlet Malzeme Ofisi… Devlet Malzeme Ofisi dediğiniz nedir, biliyor musunuz? Risk üstlenmeyen, ihaleye girmek istemeyen tembel bürokratların müracaat edip, “Aa burada ne satıyorsunuz? Sizin elinizde ne var? Buzdolabı… Tamam kardeşim, ben sizden alıyorum…” şeklinde fiyatı ne olursa olsun ucuz-pahalı vs. önemli değil malzeme tedarik ettikleri bir yer… Bu çağda artık böyle şeylere gerek yok…

Yaprak Özer: Oysa hiç böyle şeyler yapmıyorlar, kağıt üstünde üç yerden anlaşmalı teklif alıyorlar.

Aziz Akgül: Size bir şey söyleyeyim mi? Depoları yok. Depoları olmamasına rağmen tam Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın simetrisinde olduğu için de aynen Kara Kuvvetleri Komutanlığı gibi tel örgülerle örmüşler; üstüne de “Devlet Malzeme Ofisi” yazmışlar… Akşam da onu ışıklandırıyorlar. Sanki ben, akşam ışıklandırılınca Devlet Malzeme Ofisi’nden, “Aaa ne güzel, bu iyi bir market… Sabahleyin gideyim oradan ben sabun vs. alayım” diyeceğim. Hakikaten, böyle bir şey olabilir mi?

Yaprak Özer: Aziz Bey, size kimse kızmayabilir ama bana bütün oklar gelirse, ne yaparım? Bir kameraman arkadaşım bir ben varım… Çabalıyoruz iletişim için…

Aziz Akgül: 20 yıldır israfı önlemeyle ilgileniyorum. Herkes israfı önlemede, “Aman ne kadar güzel” der. “Hadi…” dediğimizde kimse ilgilenmiyor, biliyor musunuz…

Yaprak Özer: Bence yapılabilecek şeylerle başlayalım… Bir de “düz” israf var…
Aziz Akgül: Düz alanlar bizim, bireysel olarak yaptığımız israflar…

Yaprak Özer: O ne kadar olabilir Allah aşkınıza…

Aziz Akgül: Çok büyük. Gıda israfı 2018 yılında 214 milyar lira… Sadece serpme kahvaltı için, israf ettiğimiz kaynak 100 milyar lira…

Yaprak Özer: Serpme kahvaltı? Alerjim var ona…

Aziz Akgül: Serpme kahvaltı… Bu, bir görgüsüzlüktür…

Yaprak Özer: Her yerde…

Aziz Akgül: Bunun, mutlak surette bizim kültürümüzden yok edilmesi gerekiyor. Bir tarafta 850 milyon insan aç… Bir tarafta Türkiye’de 18 milyon insan yoksulluk sınırının altında… Asla yeme imkanımız olmayan unsurları getirip; masanın üstüne koyma gösterişinden öteye gitmeyen bir kahvaltı tarzını reddediyorum.

Yaprak Özer: Peki, o zaman ona da şöyle hemen çok basit bir sistem getirelim. Seçerek al yemeden de ayrılma…

Aziz Akgül: Harika…

Yaprak Özer: Peki, bunca yıl çalıştınız. Aktif olarak siyasetteydiniz. Hükümette bir milletvekili olarak yer aldınız…

Aziz Akgül: Ben KOSGEB Başbakanlık Müsteşarlığı yaptım. Tabii ki, hükümette bulundum.

Yaprak Özer: Allah aşkına verdiğiniz rakamlarla “Harakiri” yapıyorsunuz şu anda… Nasıl bir paradoks?

Aziz Akgül: Aynen öyle… Bu neden böyle, biliyor musunuz? Ben milletvekilliği dönemimde de KOSGEB Başkanlığı, Başbakanlık başmüşavirliğimde de hep bu konuları gündeme getirdim. Ama insanın bir gücü var ancak… Yapabilme, yaptırabilme…

Yaprak Özer: İnanmıyorlar mıydı size?

Aziz Akgül: Hayır. Şöyle: Bir defa, “israfı önleme” dediğiniz zaman, ilgi göstermeyen hiç kimse yok. Her seviyedeki insan çok ilgili... Uygulamaya gittiğiniz zaman… Mesela şu an 184 bin kamu aracı var. Bana sorarsanız, çok ayıp… Ülkemize yakışmayan… Diyelim ki, bir kişi A biriminin başında… O, A biriminin başında olup da; beni dinleyen, diyecek ki: “Kardeşim ben zaten buraya, arabam, sekreterim, şuyum, buyum olsun diye geldim”… Halbuki geliş gayesi ne biliyor musunuz? Bana hizmet etmek için… Kamu görevlisinin esas amacı o… Tamam mı?

Yaprak Özer: İsraf konusuna “zihniyet”i koymanız lazım, koymamışsınız. İsraf ekonomisine “pırlanta” bölümü açıp “kirli zihniyet”.

Aziz Akgül: Aynen öyle. Çok büyük bir zihniyet değişikliğinin olabilmesi için toplum önderlerinin, liderlerinin başlangıç adımı atması lazım. Asla başka şekilde çözülmez.

Yaprak Özer: Atabilirler, inanıyor musunuz?

Aziz Akgül: Tabii… Liderler, toplum önderleri bunu yaptığı zaman, diğerleri buna mecbur kalacaklar…

Yaprak Özer: Kim yapar? Nasıl yapılabilir?

Aziz Akgül: Beklentim, Sayın Cumhurbaşkanımızın çıkıp; “Ben, şundan, şundan, şundan vazgeçiyorum. Kamudaki herkes de bundan vazgeçecek” demesi… “Maliye Bakanı bisikletle gidecek…” diyecek… Tabii, öyle olacak. Alman Maliye Bakanı ki, binlerce-milyonlarca Mercedes’i satan Bakan, bisikletle iş yerine gidebiliyorsa, Türkiye’de de öyle gidebilmesi lazım.

Yaprak Özer: Ama bir şey diyeceğim… Bakandan 10 sıra sonra gelen, geçerken sokakları kapatıp 10 tane arabayla dolaşırken söyledikleriniz nasıl olacak?

Aziz Akgül: Bu tamamen bir gösteriş…

Yaprak Özer: Ne zaman doyacak bu insanların gözü? Karınları tok da gözleri ne zaman doyacak?

Aziz Akgül: Doymasının bir tek yolu var… Toplum önderlerinin çok radikal, inançlı ve kararlı bir şekilde, “Ben, böyle yapıyorum. Siz de yapın”…

Yaprak Özer: Çuvaldızı kendimize batıralım. İsrafta kendinizi eleştirdiğiniz bir yer var mı?

Aziz Akgül: Çook… Mesela Karaca vardı. Sadece kırmızı bir süveter giyen…

Yaprak Özer: Evet. Erozyon Dedemiz…

Aziz Akgül: Düşünebiliyor musunuz, benim modelim o… Ama bana şu anda, “Hadi kardeşim, sadece bir tane lacivert hırkayla dolaş” deseniz, dolaşamam.

Yaprak Özer: Tamam. İki tane olsun.

Aziz Akgül: İşte görüyor musunuz, öyle olmuyor… O var ya o, müthiş bir fikir değişimi, müthiş bir olgunluk. O olgunluk seviyesine gelebilmek çok zor bir iş yani…

Yaprak Özer: Niye?

Aziz Akgül: Çok zor… Bakın bana soruyorsunuz, samimi duygularla… “Kardeşim bugün sen bu ceketi giydin… Yarın başkasını…”. “Evet, yarın başkasını giyeceğim” diyeceğim size…

Yaprak Özer: Tamam, yarın başkasını giyin… Havalandırır ütüler giyersiniz… Yani bilmiyorum.

Aziz Akgül: Ben mesela, kendimi o seviyede görmüyorum.

Yaprak Özer: Anladım. Serpme kahvaltı yapıyor musunuz sabahları evinizde?

Aziz Akgül: Kesinlikle reddediyorum.

Yaprak Özer: Peki, kaç tane arabanız var? Elektriğiniz geceleri açık mı?

Aziz Akgül: Yok. Bir tane arabam var. Ama şunu söylemeye çalışıyorum: Bizim şu anda elektrik kapama vs …

Yaprak Özer: Önce bizim model olmamız lazım.

Aziz Akgül: Hayır, bizim model olmamız değil… Benim ışıkları kapamam vs… hiçbir şey ifade etmiyor. Benim 20 yıllık edindiğim tecrübe, önce toplumun önderlerinin öncü olması gerektiğini gösteriyor. Biz, çok çok sonra geliyoruz.

Yaprak Özer: Ben belki bu şekilde örnek olarak, üç kişiyi etkileyeceğim… Bakın, gerçekten ben de bu yola baş koydum. Onun için sizi de davet ettim. Konuşalım, çünkü ortak bir yere varmamız lazım. Elektrik faturamı kesmek, efendim işte, bilgi işlem faturalarımı düşürmek…

Aziz Akgül: Onu nasıl yapabiliriz, biliyor musunuz? Çocuklarımızı…

Yaprak Özer: Ben yaptım… Yapıyorum. Bütün bir ay yaptığım harcamalara bakıp; bunların ne kadarına ihtiyacım var diye…

Aziz Akgül: Çok güzel. Gelin, bir öneride bulunalım topluma… Ailelerimizin çok büyük bir çoğunluğunun öğrenci çocukları var. Bu çocuklara, “enerji müfettişi”, “su müfettişi”, gibi unvanlar verelim. Ellerine faturaları verelim. Eylül ayındaki fatura, diyelim ki, 5 lira… Eğer Ekim ayındaki fatura 4 lira gelirse, aradaki fark 1 lirayı, onlara harçlık verelim. Onları motive edelim.

Yaprak Özer: Altında güzel bir duygu seziyor olsam da çocuklarımızı “müfettiş” yapmayalım. Anaokulu çocukları Türkiye’de yetişkinlerin ve sözünü ettiğiniz liderlerin hepsinden daha gelişmiş, “sürdürülebilirlik” beynine sahip. Onlar, suyun fazla akıtılmasına ya da bir hayvana kötü muamele edilmesine karşı çıkıyorlar. Küçücük bir çocuk, “Ben tavuk yemeyeceğim. Çünkü tavuklar benim arkadaşım…” diyebiliyor.

İsraf konusuna dönelim anlayamadığım bir öneriniz var: 4 gün çalışalım diyorsunuz. Yani, hafta 7 gün… Biz 4 gün çalışırsak, 3 günü israf etmeyecek miyiz Aziz Bey?

Aziz Akgül: Burada iki tane bilimsel yaklaşım uyguladık. Bunlardan bir tanesi, 80/20 prensibi… Yani “Pareto Optimality”… İkincisi de “Altı Sigma Yaklaşımı”… 80/20 prensibinde kaide şudur: Zamanınızın yüzde 20’sinde, yapmanız gerekenin yüzde 80’ini yapmanız önerilir.

Yaprak Özer: Gerçekçi olan nasıl oluyor?

Aziz Akgül: Gerçekçi olanı söylüyorum ben… Bu, verimlilik kriteri… Dolayısıyla, bizim burada istediğimiz iki tane husus var: Bir; öncelikli olarak insanlar mutlu olsun… Evlerinden işlerine gittikleri zaman, “koşa koşa” gitsinler… Devamlı iyi bir mod’da olsunlar… İkincisi de işveren olarak beklentilerim var, nedir; verimli çalışacak, gerçekleştirilmesi gereken hedefler var.


Yaprak Özer: Bunu illa 4 gün çalışarak mı yapmak zorundayız?

Aziz Akgül: 4 gün çalışacağız… Daha az bir sürede… Çünkü zaman, insanın hayatındaki en değerli kaynak…

Yaprak Özer: Diğer 3 günü ne yapacağız? Onda da bir fikriniz vardır…

Aziz Akgül: Diğer 3 günde en önemli husus, kişinin ailesiyle arkadaşlarıyla daha fazla zaman geçirmesi; beynini boşaltıp rahatlaması… Dolayısıyla pazartesi günü “koşa koşa” işe gelip; istediğimizi çok verimli ve etkin bir şekilde yapmak…

Yaprak Özer: Siz herkesin beyninin çok dolu olduğunu falan düşünüyor musunuz? Boşaltmaya ihtiyacı var mı?

Aziz Akgül: Yani şu anda 232 personel, 3 farklı kurumda bu çalışmayı yapıyoruz ve bizim personelimiz…

Yaprak Özer: Çok mu çalışıyorlar?

Aziz Akgül: Hayır, şöyle yani: Biz bir defa, personel performans yöntemi uyguluyoruz. Herkesin hedefleri var. Vakıf’ta 64 ilde 91 şubemiz var. O kadar dağınık bir organizasyon ki, ancak tamamen bilimsel performans yönetimi sistemi uygulayarak idare edebilirim çalışanı… Görmüyorum çünkü ben onları… Onun için, hedeflerini koyuyoruz vs… Güveniyoruz…

Yaprak Özer: Ama zaten takip ediyorsunuz.

Aziz Akgül: Takip ediyoruz tabii… Şu anda… onların bilgisayar başında hangi saniye, hangi işle uğraştıklarını, hepsini görebiliyoruz.

Yaprak Özer: Yani “biri onları izliyor”…

Aziz Akgül: Hayır. “Biri izliyor” manasında düşünmemek lazım bunu… Çünkü şeffaflığı getirmek lazım. Örneğin bir film seyrediyor, özel hayatıyla ilgili deşifre etmiyoruz. Çünkü o, kişinin kendisine ait bir şey… Bizim deşifre etmek istediğimiz husus üretimle alakalı…

Yaprak Özer: Zaten kişisel verilerin korunması…

Aziz Akgül: Onu söylüyoruz kendisine; “Arkadaşım sen zamanının yüzde 70’ini benimle çalışmışsın, yüzde 30’unu da gazete okumuşsun.” Gazete okumuşsun deyince, örneğin insan kaynakları yöneticisi bana, “Ben orada iş ilanlarına bakıyordum; bize uyan bir ilan var mı vs…” şeklinde bir açıklama getirirse, onda da herhangi bir problem yok.

Yaprak Özer: Ben bunları geçtiğimizi düşünüyorum ama, sizin de ben burada bütün çalışanlara zaten işe girerken, hangi kurallara uyacaklarını ve/veya hangi noktalarda onları monitör ettiğinizi söylediğinizi varsayıyorum. Çünkü başka türlü olmaz… Yasalar karşısında siz sıkıntıya düşersiniz. “4 gün çalışma” konusunun altında yatan çok güzel fikirler eminim var ama ben vakıf olamadım. Aziz Akgül: İnsanların mutluluğu…

Yaprak Özer: Ben 7 gün çalışmayı öneriyorum. 7 gün, 24 saat… Neden biliyor musunuz? Beynimiz her şeyi yapabilmeye uyarlanabilecek bir beyin… Adam gibi dinlenebilirsiniz. Kafanızı da boşaltabilirsiniz. Bu devirde 4 güne sığdırmak diye bir şey yok… İsterseniz 5 gün de çalışmayabilirsiniz. Önemli olan teknolojiyi kullanarak, bulunduğunuz yerden çalışarak, faydasız, gereksiz, amaçsız çalışmama…

Aziz Akgül: Tamam. Burada mühim olan: verimlilik ve mutluluk.

Yaprak Özer: Yüzde 20’ye yüzde 80’i koymak…

Aziz Akgül: 80/20 prensibini uygulayarak, zamanınızın yüzde 20’sinde yapmanız gerekenlerin yüzde 80’ini yapar; “altı sigma yönetim yaklaşımı”nda, 1 milyon işlemde en fazla 3 hata yapar noktaya gelirseniz…

Yaprak Özer: Biraz önce “Türkiye 3 sigma seviyesinde” dediniz…

Aziz Akgül: Yani bu, “1 milyon işlemde 66 bin hata yapılıyor” demektir. Yani israf yapılıyor. Yani “1 milyon liranın 66 bin lirasını” israf ediyor, manası çıkar orada… 1 milyon işlemde 3 lira israf etmemiz lazım. Görüyor musunuz aradaki farkı?

Yaprak Özer: Önemsediğim başka bir noktayı hemen kısaca izah etmenizi istiyorum, kadınları Muhammed Younus’un “Mikro Kredi” sistemiyle buluşturuyorsunuz. Şu ana kadar muvaffak olduğunuzu düşünüyor musunuz? Ne kadar kredi verdiniz? Devam ediyor mu? Hâlâ alınabiliyor mu?

Aziz Akgül: Biz, 2018 yılında “hibe” şeklindeki yardımlara 42 milyar lira para aktarmışız. Türkiye, hibe şeklinde yardımları, 42 milyar lira olarak dağıtmış. Düşünebiliyor musunuz? Bu kadar büyük parayı biz, hibe şeklindeki yardımlarla dağıttığımız zaman, netice şu olabiliyor mu? “Daha az fakirimiz var”… Hayır…

Yaprak Özer: Bence 42 milyar lira az bir rakam… Bu, herhâlde resmî…

Aziz Akgül: Çok büyük bir rakam… Yani buna şu anda, bütçeden ayrılan bir para olarak baktığımız zaman, çok ciddi bir rakam… Biz, şu anda 200 bin kadına 1 milyar lira para aktardık. Elimizdeki fon 57 milyar lira… Niye öyle diyorsunuz? Ciddi rakamlar bunlar… 42 milyar lira bizim elimizde fon olsa, belki Türkiye’de yoksulluğu tamamen kaldırırız.

Yaprak Özer: Tamam… 42 milyar TL nereye gittiği belli olmayan hibeler…

Aziz Akgül: Biz ne yaptık? 2003 yılında 6 kişiye, her birisine 500 lira vermek suretiyle, toplam 6 bin lira ile başladık. Bugün itibarıyla, 200 bin kişiye yaklaşık 1 milyar lira kredi verdik. Teminat, kefalet, icra, mahkeme, prosedür yok…

Yaprak Özer: Ödendi mi hepsi?

Aziz Akgül: Yüzde yüz geri dönüş oranı var. Bankacılar bizi dinliyorlardır.

Yaprak Özer: Ama kadınlar… Öderler…

Aziz Akgül: Muhammed Yunus, bu mekanizmayı 1976 yılında kurmuş…

Yaprak Özer: Erkek de olsa öder miydi?

Aziz Akgül: Olma ihtimali zayıf… Muhammed Younus’un kadınlara kredi verme prensibini biz de Türkiye’de uyguluyoruz. Onların gelir getirici faaliyette bulunmalarına yardımcı oluyoruz.

Yaprak Özer: Bu faaliyetleri gerçekleştirebildiler mi?

Aziz Akgül: Mükemmel bir şekilde gerçekleştirdiler.

Yaprak Özer: Siz denetleyebiliyor musunuz?

Aziz Akgül: “Kibele” diye bir belgesel film yaptık. 200 bin kadın içerisinde 7 tane kadın seçtik. Gösterimlerini illerde yapmaya başladık. Amacımız kadınların yararlanmasını sağlamak hem de özgüvenin arttırılmasında güzel bir şey…

Yaprak Özer: Kaç kadın var şu anda?

Aziz Akgül: Şu anda 37 bin kadın var. 45 bin kadın da mikro kredi almayı bekliyor. Çünkü bizim elimizde yeterli fon yok. Fon bulmak lazım.

Yaprak Özer: Hibe aktarmak belki de… Bu arada siz, hibe kabul etmiyorsunuz değil mi?

Aziz Akgül: Hayır. Hibe değil. Hibe aslında, işletmecilik noktasında… Şöyle… Biz hibe kabul ediyoruz. Başlangıçta Vakıf’ın kuruluş şeklinde, bağış ve üye kabul etmeyen vakıf olarak kurulduk. Aile vakfı olarak… Ancak mikro kredi uygulamasını başlattığımız zaman, benim ona gücüm yetmediği için; aile bireylerini Vakıf’tan çıkardım ve Vakfı farklı bir modele geçirdik. Dolayısıyla şu anda hem bağış kabul ediyoruz hem de üye kabul ediyoruz. Ama bu, hibe yardımlarıyla olmaz.

Çalışamayacak durumda olan hasta, yaşlı, engelli… Gruplar belli yani… Bu grupların dışında kalan insanlara biz nasıl olur da hibe yardımı yaparız? Yapamayız… Yapmamamız lazım.

Yaprak Özer: Bilmiyorum. Onu yapanlara sormak lazım. Siz de uzun yıllar bu ülkenin yönetiminde bulundunuz, benim de size sormam lazım.

Aziz Akgül: Yanlış yapıyorlar. Ben bir vatandaş olarak söylüyorum: Vergilerimi yanlış yerde kullanıyorlar.

Yaprak Özer: Gıda bankacılığı konusunda da bir çalışmanız olduğunu söylemeden geçmeyeceğim. Gıdada israfın çok büyük olduğunu biliyoruz. Kendimizi de artık besleyemiyoruz. O da ayrı bir kanayan yaramız…

Aziz Akgül: Şimdi 2004 yılında… milletvekili olduğum dönemde, Gelir Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yaptığımız düzenlemelerle, Türkiye’de gıda bankacılığı kavramının hukuk sistemimize girmesine vesile olduk. Orada da amacımız: Gıdaların israf edilmeden, ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasına yardımcı olmak… Nasıl bir gıda bu? Raf ömrünün bitmesine az zaman kalmış, paketleme veya diğer sebeplerden dolayı satılamayacak durumda olan, mesela hasat mevsiminde çiftçi karpuzu şu veya bu sebepten dolayı satamadıysa imha etmesin, gıda bankalarına devredip maliyet bedeli üzerinden gider kaydetsin ve biz de onu alalım, ihtiyaç sahiplerine dağıtalım diye bir mekanizma kurduk.

Yaprak Özer: Çiftçi herhalde bir kaynak, ama süpermarketler çok önemli bir kaynak.

Aziz Akgül: Çiftçi, toptancı, perakendeci olmak üzere, her seviyede hangi noktada olursa olsun bakmak lazım… Yapmamız gereken bir diğer adım daha var. Fransa yaptı, kanun haline getirmek bütün seviyelerde; çiftçi, perakende toptancı, her seviyede, eğer bu benim söylediğim, raf ömrünün bitmesine az zaman kalmış veya sağlığa uygun olan ürünler hala satılamadıysa, imha etmeyecek, gıda bankalarına dağıtarak, ihtiyaç sahiplerine ulaşması mecburiyeti getirilmesi lazım, bu bir. İkincisi, giyside de bunu yapmak lazım Fransa’da herkes yapıyor… Biliyorsunuz, moda merkezi…

Yaprak Özer: Bazı firmalar yapıyorlar.

Aziz Akgül: Bazı moda firmaları ne yapıyor? Ellerindeki giysileri yakıyorlar, biliyor musunuz? Onun yerine ihtiyaç sahiplerine dağıtılması anlamlı.

Tüm yazılarını göster