Gelirden kim ne kadar pay alıyor?

Emrah LAFÇI Ekonominin Doğası

Çok önemli iki veriyi aldığımız bir haftayı geride bıraktık. Biri, 2. çeyrek gayrisafi yurtiçi hasıla(GSYH), diğeri de Ağustos ayı enflasyon rakamı. GSYH beklentilere paralel bir şekilde geçen yılın aynı çeyreğine göre %21.7 artarken, enflasyon beklentilerin biraz üzerinde gerçekleşerek yıllık %19.25 oldu. Özellikle büyüme rakamı salgın etkisini içinde barındırdığından alt detaylara bakmayı gerektiriyor. Öteden beri Türkiye’nin istediği dönemlerde sürdürülebilir olmasa da yüksek büyüme yakalayabildiğini biliyoruz. Fakat enflasyon konusunda çok istese de (ki çok isteyip istemediği de ayrı bir soru işareti) başarısız olduğu sayısız örnek dönem var. Yukarıdaki rakamlar da bunun bir nevi göstergesi olarak karşımıza çıktı.

%21.7 çok yüksek bir büyüme. Tabii öncelikle bu büyümeyi yakalarken hangi iki büyüklüğü karşılaştırdığımıza bakmak gerekir. 2020 Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında yapılan üretimle, 2021’in aynı aylarında yapılan üretimi karşılaştırıyoruz. Yani salgının en hızlı olduğu, kapanmaların en fazla olduğu dönemle nispeten normal bir dönemi üretim anlamında kıyaslayıp, buradan bir sonuca varmanın çok adil olmadığı aşikar. 2019’u da denkleme alıp bir hesap yapalım. Zincirlenmiş hacim GSYH rakamlarına baktığımızda; 2019 2. Çeyrekte 430 milyar TL üretim gerçekleştirmişiz. 2020 2. çeyrekte bu rakam %10.4 küçülerek 385 milyar TL olmuş. Yukarıda bahsi geçen 2021 ikinci çeyrekte ise %21.7 büyüyerek 469 milyar TL olarak gerçekleşmiş. 2020’yi aradan çıkartıp, 2019’la 2021 2. çeyrek üretimlerini kıyasladığımızda artışın toplam %9.06 olduğunu görüyoruz. Bu 2 yıllık artış, bu rakamı yıllıklandırdığımız zaman yaklaşık büyüme yıllık %4.7 olarak gerçekleşmiş oluyor. Bu da zaten Türkiye’nin alışık olduğu bir büyüme hızı. Ayrıca burada referans yıl olarak resesyonun içinde olduğumuz 2019’u aldığım gözden kaçmasın. Çok rakama boğmak istemiyorum ama referans olarak 2018 2. çeyreği alsaydım, 2018-2021 yılları arası yıllık büyüme %2.4 çıkacaktı. Bir gelişmekte olan ülke için bu büyüme rakamı oldukça düşük.

Çalışanlar için zor zamanlar

Bu noktada üretim artışından elde edilen gelirin kimler arasında ne şekilde dağıldığı sorusu gündeme geliyor. Bu hafta GSYH rakamları açıklandığında en fazla dikkat çekilen noktalardan birisi de buydu. Gelir yöntemiyle GSYH hesabı yaptığımızda, yapılan üretim sonucunda elde edilen gelirin üretim faktörleri arasındaki dağılımına ulaşabiliyoruz. TÜİK tanımlarına göre buradaki 3 önemli bileşen; toplam işgücü ödemeleri, sabit sermaye tüketimi ve net işletme artığıdır. Sabit sermaye tüketimini kabaca üretimde kullanılan fiziki sermayenin cari değerindeki düşme olarak tanımlayabiliriz. İşgücü ödemeleri, büyük kısmını ücretlerin oluşturduğu işçilerin elde ettiği gelir. İşletme artığıysa net katma değerden, yani yapılan üretimden çalışanlara yapılan ödemelerle vergilerin çıkarılması ve sübvansiyonların ödenmesi sonucu bulunan rakamdır. Bu rakam brüttür, bir de yukarıda bahsettiğim sabit sermaye tüketimini çıkardığımızda net işletme artığına ulaşıyoruz. Net işletme artığı, sizin anlayacağınız şirkete kalan, ya da sermayedara kalan, hadi biraz daha düz söyleyelim patrona kalan kısımdır. 2021 2. çeyrek GSYH rakamları açıklandığında gördük ki çalışana ödenen kısım azalmış, patrona ödenen kısım artmış. Bu mesele de, haklı olarak gelir dağılımı adaletinin zaten iyi olmadığı ülkemizde eleştiri konusu oldu. Bu konudaki rakamlara biraz daha yakından bakalım. 2020 2. çeyrekte çalışanların aldığı pay %33’ken, 2021 aynı çeyrekte bu rakam %29.5’e düşmüş. (vergi düşülmüş haliyle). Net işletme artığıysa, yani patron payı aynı dönemlerde %71.2’den %74.2’ye yükselmiş. Tabii yukarıda da belirttiğim gibi bu rakamlar pandeminin en sert olduğu dönemi referans aldığından biraz daha çerçeveyi genişletmemiz gerekiyor. Aşağıdaki grafiklerde bahsettiğim iki değişkenin yıllar içindeki değişimlerini veriyorum. İlk grafikte, konumuz 2. çeyrekler olduğu için 2. çeyrekleri paylaştım, diğer grafikte bütünü görmek amacıyla yıllık rakamları paylaştım.

Kamu harcaması bir çözüm mü?

Her şeyden önce 2. çeyrek rakamlarıyla yılın tamamı için ölçülen rakamların birbirlrine paralel olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanında 2016 yılına kadar çalışanların toplam üretimden aldıkları paylar artarken, 2016’dan sonra bu payın yerinde saydığı ve bazı yıllarda geri geldiğini görebiliyoruz. Salgın döneminde hükümet tarafından alınan özellikle krediye bağlı önlemlerin krediye erişimi olmayan kesimler için bir dezavantaj yarattığını söyleyebiliriz. Şirketlerin krediye erişimlerinin daha kolay olması, ihracat pazarlarımızdaki canlanma ve değersiz TL sebebiyle ihracattaki artışın yine şirketlerin lehine çalışması, bunun yanında artan teknoloji sayesinde daha çok işin daha az işçiyle yapılabilir hale gelmesi şirketlerin gelirden çalışanlardan daha fazla pay almalarının başlıca sebeplerinden. Bahsettiğim fenomen sadece bizim ülkemiz için değil dünyanın birçok ülkesi için geçerli. Bazı ülkeler bunu kamu harcamalarını artırıp bu vesileyle dezavantajlı kesimleri destekleyerek çözmeye çalışıyorlar. Bu trend devam ettikçe toplumsal problemlerin önünün alınması amacıyla bu yöntemin daha fazla kullanılacağını beklemek doğru olabilir. Fakat bu önlem de toplam harcamaları artırıp, diğer faktörlerle de beraber enflasyon riski yaratıyor. Son dönemde özellikle gelişen ülke merkez bankalarından gelen peş peşe faiz artırımlarını bu şekilde okuyabiliriz.

Türkiye olarak bu konuda diğer ülkelerle aynı durumda değiliz. Kamu harcamalarını artırma yoluna pek gitmiyoruz. Bunun yerine yukarıda bahsettiğim gibi kredi silahını çekmeye çalışıyoruz. Bu da eşitsizliği daha da artırıyor. Enflasyon ve faizimizin çok yüksek olması kamu harcama önlemini kullanma konusunda her ne kadar alanımız olsa da elimizi bağlıyor. Aslında yine işler dönüp dolaşıp yüksek enflasyon ve yüksek faizin yarattığı kısıtların sebep olduğu ekonomik problemlere geliyor.

Tüm yazılarını göster