Başkanlık seçimini Trump’ın kazanmasından sonra ABD’deki liberal kesimler neden böyle bir sonuç alındığı konusuna net bir açıklama getirebilmiş değiller. New York Times’ın başını çektiği liberal medyanın hâlâ şokta olduğu söylenebilir. Demokratlar oyların geleneksel olarak çoğunlukla kendilerine gittiği işçiler, siyahiler ve diğer azınlık ve Latinolardan bekledikleri oranlarda oy alamadılar. Özellikle ABD ekonomisinin Biden yönetimi altında gayet iyi sayılabilecek reel bir büyüme göstermiş olmasına karşın (Biden dönemi ortalama büyüme oranı yüzde 3,3 civarında) seçimi kaybetmiş olmalarına anlam veremiyorlar. Halbuki bu tutarsızlığın ana nedeni gayet basit: Evet, ABD 4 senede kümülatif olarak yüzde 14’e yakın büyümüş olmasına rağmen, bu büyümenin toplumdaki kesimlerin alım gücüne etkisi hiç de aynı oranda olmadı.
ABD’de Reagan ile birlikte neoliberal politikaların devreye girmesinden önce 1980 yılında gelir dağılımı eşitsizliğini ölçen Gini katsayısının değeri 0.45 civarındaydı (World Inequality Database). Her yıl artan bu oran 2019’da 0.58’e çıkmıştı. (Kuşkusuz gelişmiş dünyadaki büyük farkla en yüksek oran!) Pandemi yardımlarıyla katsayı gerilese de yardımların bitmesiyle tekrar yükselişe geçti ve 2023’de 0.59 oldu. Ancak problem sadece gelir dağılımındaki bozulma değil, enflasyon nedeniyle daha fakir kesimlerin alım gücünün düşmesiydi. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi enflasyon gelir düzeyi düşük grupları daha çok etkiledi. Neticede ABD ekonomisi istatistiksel olarak büyürken düşük gelirli kesimlerin alım gücündeki artış bu büyümenin çok gerisinde kaldı. Demokrat Parti ise salt büyüme rakamlarına güvenerek bu kesimlere yeterli ilgiyi göstermedi, onları tatmin edecek politikalar geliştirmedi. Karşılığını da aldı.
Türkiye’ye gelirsek, 2007 yılından beri gelir dağılımında belirgin bir bozulma olduğu görülüyor. 2007’de en zengin yüzde 1’in gelirden aldığı pay yüzde 16,9’dan 2023’de yüzde 24,4’e çıkarken en fakir yüzde 50’nin aldığı pay yüzde 15,1’den yüzde 12,4’e geriledi. (Diğer bir ifadeyle toplumun en zengin yüzde 1’lik kesiminin geliri toplumun yarısının 2 katı kadar!) Maalesef, bu kötüleşmenin 2024 yılında da hızlanarak devam ettiğini söyleyebiliriz. Özellikle, yüksek reel faiz politikasının bunu körüklediği bariz. (Bunu bugün uygulanan politikayı eleştirmek için söylemiyorum, ama gerçekler de böyle.)
Bir ekonomide gelir dağılımını bozmak oldukça kolay, ancak bozulan dağılımı düzeltmek ise çok zor ve zor olduğu kadar da uzun bir süreçtir. Mart 2021’den sonra uygulanan politikalar sayesinde Türkiye’de gelir dağılımı çok kısa süre içerisinde iyice bozuldu. Üstelik bu bozulma çok büyük ölçüde enflasyon kaynaklı olduğu için şimdilerde uygulanmaya çalışılan dezenflasyonist politikalar da, değil bu bozulmayı düzeltici, en azından ilk aşamada daha da bozucu olmak durumunda. (Klasik kemer sıkmanın kısa vadeli neticeleri.)
Gelir dağılımındaki bozulma servet dağılımında da bozulmayı beraberinde getirir. Yapılan çalışmalar Gini katsayısının 0.40’ın üzerinde olduğu ülkelerde yüksek gelirli bireyler tasarruf ve servet birikimini çok daha yüksek oranlarda yaptığından, servet eşitsizliğinin de arttığı görülüyor. (World Inequality Database’in hesaplamasına göre 2023’de Türkiye’de Gini katsayısı 0.64 idi!) Bir toplumda servet eşitsizliğinin artması ekonomik gücün küçük bir elit grubun elinde toplanmasına yol açar. Bu elitler, servetlerini ve statülerini korumak için siyasi sistemleri etkileyebilir ve otoriter politikaları destekleyebilir. Örneğin, zenginler, işçi korumalarının zayıflatılması veya servet dağılımı taleplerinin bastırılması gibi adımları teşvik edebilir. Servet eşitsizliğinin yüksek olduğu toplumlarda, zenginler seçim kampanyalarını finanse ederek, medya anlatılarını kontrol ederek veya siyasi kurumları kendi çıkarlarına uygun hale getirerek demokratik süreçleri baltalayabilir. Bu durum, karar alma süreçlerinin elitlerin çıkarlarına hizmet ettiği bir sistem yaratır ve otoriter yönetim yapılarını güçlendirebilir. İşin bir başka ilginç tarafı da (tıpkı Trump vakasında olduğu gibi) servet eşitsizliğinden zarar gören kesimler demagoglara ve otoriter eğilimleri olan popülist siyasetçilere meyil edebilirler. (Bu siyasetçiler artan eşitsizliğin müsebbibi olsalar bile).