Gelecek perspektifini yitiriyoruz

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Doğrusu benim gibi güncel gelişmeler ile gelecek perspektifi arasında sürekli bir bağı korumaya çalışınca zaman zaman yazma hevesi azalıyor. Ülkenin gündemi, odaklanılması gereken onca kritik sorun varken, ilgisiz denebilecek sistemik yozlaşma örnekleri ve mevcut sorunları daha da ağırlaştıran, çözümü güçleştiren uygulamalar ile işgal edilmiş durumda. Sanki görünmez bir el, toplumun enerjisini ve sınırlı kaynaklarını savurganca tüketen bir manivelaya bağlamış gibi. Sistemin tümünü yeniden şekillendirip tahkim edinceye, devletin kurumsal ve idari yapısını onarıncaya kadar hep gereğinden söz ettiğimiz “önceliklendirme ve odaklanma” işlevi sahipsiz kalacağa benziyor. Son yıllarda gözle görülür tek öncelik olarak benimsenen “kısa vadeli büyüme”nin ise ekonominin temellerinde yol açtığı bozulma ve tırmandırdığı kırılganlıklar umursanmayınca bugün içinde bulunduğumuz hem döviz kurunun, hem faizin ve hem de enflasyonun hep birlikte zirve yaptığı duruma düşmemiz neredeyse kaçınılmazdı. Üstelik bu maliyeti göze alarak sağlayabildiğimiz tamamı ile iç talebe dayalı %1.8’lik büyümenin yapısal bozukluğu daha da arttırdığının en büyük işareti,%7.5 büyüdüğümüz 2017’de %4.7 olan cari açığın, güç bela bu cılız büyümenin sağlandığı 2020’de %5’i aşması. Dış borçların milli gelirin %60’ını aşmış olması da cabası. Yörünge değişikliği yapamazsak şelaleye sürüklenmekten kurtulmamız zor olacak.

Pandemide ve enflasyonda ufuk bulutlu

Pandemi yönetiminde ve vaka sayılarında da durum hala belirsiz. Gelişmiş ülkelerde ve Çin’de yoğun mücadele ve çok yüksek kamu harcaması sayesinde sürü bağışıklığı aşamasına varılmış görünüyor. Bizde ise test uygulama ve aşılama hızındaki yavaşlık, henüz rahat bir normalleşme sürecine elverişli görünmüyor. Salgının işsizlik ve gelir dağılımı üzerindeki olumsuz sonuçları muhtemelen giderek kötüleşecek. Ekonomideki kriz nedeniyle salgın ile mücadele için yapılan kamu harcaması milli gelirin ancak %1.5’ine varabildi. Oysa bu oran başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde %30’lara varırken bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bile % 5’ler düzeyinde.

Enflasyon cephesinde ise durum daha kötü. MB bile 2021 enflasyon tahminini %9.4’ten %12.2’ye revize etti. ÜFE’nin TÜFE’yi %21 aşmış olması, 18 yıllık rekor bir makas açıklığına işaret. Yani TÜFE’nin yakın gelecekte tırmanması kesin gibi. Bunun hem kur, hem de faizi yükselten yanlış para politikasının sonucu olduğu açık. İşin kötüsü şimdilerde faiz indirilmediği halde sanki öyleymiş gibi döviz talebi artıyor. Dış finansmana erişimde de bize özgü yüksek maliyeti dışında giderek önemi artan sürdürülebilirlik ve karbon izi kriterleri yönünden önümüzdeki dönemde zorluklar artabilir. Uzun vadeli devlet tahvillerinde faizin %20’yi aşması da beklentilerdeki kötüleşmeyi doğruluyor. Diğer yükselen ülkelerde %3-4 civarındaki politika faizlerinin bizde %19 olması da aynı yöndeki bir başka işaret. Buna karşılık bizim politika yapıcılarımızın inşaat önceliğinden ve kredileri arttırma saplantısından vazgeçeceklerine dair bir emare ortada yok.

Gündemimiz dünyadan ayrışıyor

Dengeler böyle hassas sınırlardayken akla zarar kötü yönetim örnekleri, piyasaların işleyişini ve güven zafiyetini daha da olumsuz etkiliyor. Çekler konusunda kanunla yapılan hata ile kişiler ve şirketler arasındaki özel hukuk(borç-alacak)ilişkisine müdahale edilip sayısız ihtilafa ve kaosa yol açılması, sonra da bu hatanın genelgeyle apar topar düzeltilmeye çalışılması inanılır gibi değil. Neyse ki çeklerin yarıdan fazlası piyasanın sağduyusu sayesinde ödendi. Kripto para dolandırıcılığında da halktan para toplanması değerlendirmesiyle SPK kuralları kapsamına alınması gereken bir alanın başıboş bırakılması söz konusu.

İşin en kötü yanı, biz normal ekonomilerde sıradan gereklilik haline gelen konjonktürel ve makroekonomik dengelerle sürgit boğuşurken ve pandemi ile başa çıkmaya uğraşırken dünyanın gündeminin hızla değişmesi, bir yandan pandemi sonrası restorasyona, öte yandan yeni teknolojilere ve çevreye uyumlu yeni yatırımlara, en önemlisi işgücünün yeni gerekliliklere göre eğitimine yönelik programların ağırlık kazanması. Bizim ise bırakın değişen gündeme ayak uydurmayı, 2007 sonrasında yoğunlaşmış göründüğümüz fakat bir türlü sonuçlandırmadığımız sektörel stratejilere ve teşvik tasarımına yeniden dönmeyi bile uzun süre başarmamız mümkün görünmüyor. Zaten mevcut kredi değerliliğini yükseltip finansman maliyetini düşürmeden kapsamlı herhangi bir programı ya da proje setini finanse etmede zorlanacağımız da ortada. Çok söyledik ama tekrarlamak zorundayız: Taktik ve münferit politikalardan medet ummayı bırakıp, bütün gücümüzle içeriye ve dışarıya güven vermeye çalışmak başlıca önceliğimiz olmalı, bütün politikalar ona göre kurgulanmalı.

Tüm yazılarını göster