Financial Times’da Polonya’nın başına gelenleri okuyunca aklıma Türkiye’nin deneyimleri ve bugünlerde oluşmaya başlayan ve gelecekte başımızı ağrıtabilecek bazı riskler geldi.
Financial Times’taki yazının başlığı “Polonya’nın ipotek saatli bombası”ydı. Yazıda 2000’li yıllarda İsviçre kredisi cinsinden ipotek kredisi ile borçlananların yaşadıkları zorluğu anlatıyordu. Binlerce kişi bankacılarının tavsiyelerine uyarak 30 yıl vadeli konut kredilerini İsviçre Frangı cinsinden almışlar çünkü faizi çok ama çok düşükmüş. O zamanlar İsviçre Frangı çok istikrarlı bir para olduğu için birçok kişiye cazip geliyordu. Ama İsviçre Frangı zaman içerisinde değerlenmeye başlayınca Polonya Zilotisi ile kazanıp, İsviçre Frangı cinsi krediyi ödemek can yakmaya başladı.
Benzer bir dönem Türkiye’de de yaşanmıştı; çok can yanmıştı. Polonya’da bankacıların müşterileri İsviçre Frangı kredilere yönelttikleri sırada Türkiye’de de binlerce kişi İsviçre Frangı gibi para birimlerinden konut kredisi kullandılar. Onlar da zaman içerisinde benzer şoklar yediler. Ne zaman bu konu gündeme gelse Güngör Uras’ın 2011 yılındaki bir köşe yazısını hatırlarım. “Mıçı’nın başına gelen, Ayşe Hanım Teyzem’e ders olsun” diyen Güngör Uras. Kâhtalı Mıçı olarak tanınan türkücü Mustafa Aslan’ın hikâyesini yazmıştı.
Ünlü sanatçı 2008 yılında Japon yeni cinsinden 110 bin liralık bireysel konut kredisini kullanmış. Krediyi kullandığında 100 Japon Yeni 1.06 liraymış. O kurla aylık 1.300 lira civarında kredi taksiti ile Mıçı’nın serüveni başlamış. Ama aradan 3 yıl geçip 100 yen 1.90 lira olunca aylık taksitler de 2.000 liranın üzerine çıkmış, Mıçı krediyi geri ödemekte zorlanmış. Sonrasında Mıçı o dönemdeki binlerce kişi gibi “zede” olmuş.
Kahtalı Mıçı daha sonra, o zaman CNBC-e muhabiri olan şimdi ise Eko TV’de program yapan Melis Kobal’a verdiği bir mülakatta “Japon’dan anlamam. Japon Yeni’ni de hiç görmedim” demişti. Mıçı gibi binlerce kişi faizi daha düşük diye hayatlarında hiç görmedikleri para cinslerinden borçlandılar. Ama TL bu paralar karşısında değer kaybedince mağdur oldular.
Ekonomi yönetimi 2009 yılında doğru bir adım atarak bireylerin dövize endeksli kredi kullanmalarını yasakladı. Bir konut kredisi krizinin yaşanması engellendi. Ve daha yeni kurbanların ortaya çıkmasının önüne geçti. Eğer bu adım atılmamış olsaydı ve yabancı para cinsinden konut kredisi kullanımı devam etseydi, son birkaç yılda yaşanan kur şoku nedeniyle kredi kullanan halkın bugün ciddi zarar görmesine ve belki de intiharlara yol açılacaktı.
Döviz cinsi konut kredilerinde faiz riski yoktu ama ciddi bir kur riski vardı. Bireyler bu riske karşı korunmuş oldu. Düzenleyici otoritelerin ve ekonomi yönetimlerinin görevi vatandaşlarını ve işletmeleri bu tür risklere karşı korumaktır. Bu amaçla Türkiye krizin hemen ardından 2001 yılında önemli düzenlemeler yaparak bankacılık kesiminin ciddi riskler yüklenmesinin önüne geçmişti ve bu sayede Türk bankacılık sistemi güçlü bir yapıya kavuşmuştu.
Ancak son dönemde bu konuda bazı geri adımlar atıldığına tanık oluyoruz. Özellikle bankacılık kesimi düşük faizli Devlet İç Borçlanma Senetleri (DIBS) almaya zorlanarak faiz riskine maruz bırakılmaktadır. Geçmiş deneyimler bize bankaları risk üstlenmeye yönlendirmenin sakıncalarını çok açık göstermektedir.