Geçmişe dönüp son üç yılı yeniden yaşasak... (*)

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Son söyleneceği en başta söyleyelim: “Eğer bugün birçok mal ve hizmete sabahtan akşama zam geliyor, şimdiye kadar görülmedik ölçüde yoksulluk çekiliyor, Türk parasının daha da değer yitirmesini önlemek adına adeta bin takla atılıyor, kimse yarınına güven duyamıyorsa bunun tüm sebebi olmayacak zamanda faiz indirimine gidilmesidir.” 

Bu sorunların ortaya çıkmasında rol oynayan önemli bir etkenin varlığını da kabul etmek gerekir:

“Türkiye, geçmişte siyasilere ‘Bu böyle olmaz’ diyebilen, hatta gerektiğinde istifa edebilen bürokratlardan artık yoksundur, bu gelenek kaybedilmiştir.”

Ve ister istemez akla şu soru gelmektedir:

“Türkiye eğer o eski bürokratlarına benzer kadrolara sahip olsaydı ya da siyasiler ekonomiye doğrudan müdahale etmeseydi, daha açık ifadeyle karışmasaydı şu an girişte sıraladığım sorunları yaşıyor olur muyduk?”

Zamanda yolculuk!

Kasım 2020’de Merkez Bankası Başkanlığı görevine getirilen Naci Ağbal, bu koltukta ancak dört buçuk ay oturabildi. Ağbal aslında Merkez Bankası kökenli bir isim değildi ama politika faizindeki dağınıklığı toparlamış, faiz artışına gitmiş ve Türk parasının değer kazanmasını sağlamıştı.

Martta başkanlık koltuğuna Şahap Kavcıoğlu oturdu. Faiz eylüle kadar yüzde 19’da kaldı ve o ay indirim başladı. İşte o indirimle birlikte TL hızla değer yitirdi, enflasyon fırladı ve bugünlere gelindi.

Hani bilimkurgu filmler vardır, zamanda yolculuğa çıkan kahramanımız geçmişteki bir yanlışı düzeltir, böylece tarihin akışı değişir ya... Biz de geçmişe gidebilsek ve bazı kararları değiştirsek nasıl olur?

Hadi şimdi bir zaman yolculuğuna çıkıp üç yıl öncesinden bugüne ama bu kez farklı bir yoldan gelelim.

O faiz indirimi yok mu, o faiz indirimi!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomik konulara doğrudan müdahil olmak, hele hele çok teknik bir karar olan Merkez Bankası’nın faizine karışmak gibi bir huyu hiç yoktu.

Kasım 2020’de Merkez Bankası Başkanı olan Ağbal, mart 2021’de faizi yüzde 19’a yükseltti. Göreve geldiği dönemde yüzde 14’lerde bulunan ve martta yüzde 16’ya yükselen enflasyonu tehlike olarak gören Ağbal faizi yükselterek enflasyona karşı önlem aldı.

Martta Ağbal’ın yerine başkan olan Kavcıoğlu da aynı faiz politikasını yürüttü. Kavcıoğlu başkanlığındaki her PPK toplantısından sonra yapılan açıklamada politika faizinin enflasyonun altında belirlenmeyeceğine vurgu yapıldı.

2021’in temmuzuna gelindiğinde yıllık enflasyon yüzde 19’a dayanmıştı. Bir ay daha bekleyen ve ağustos gerçekleşmesini de gören Merkez Bankası, ağustos sonundaki yıllık TÜFE’nin yüzde 19.25’e çıkması üzerine faiz artırdı. Politika faizi eylül 2021’de yüzde 19’dan yüzde 20’ye çıkarıldı. Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede kararlı olunacağı ve gerektiği takdirde faiz artırımına devam edileceği mesajı verdi.

Faiz artırımı ve açıklamadaki kararlı dilin etkisiyle 8.40’larda seyretmekte olan dolar önce 8.20’ye, daha sonra 8’e geriledi.

Merkez Bankası enflasyonun yeniden yüzde 19’un altına inmesini ve doların yatay seyrini yeterli görmedi. Ekim toplantısında faiz yüzde 21’e yükseltildi.

2018’deki rahip krizi sırasında faiz yükseltmekte siyasi baskılar yüzünden gecikilmesi ve bu yüzden kurun ve enflasyonun yükselmesi gibi bir olumsuzluk bu sefer yaşanmıyordu. Merkez Bankası dilediği zaman dilediği kararları alabilen bir konumdaydı.

Merkez Bankası proaktif bir şekilde çalışıyordu ve tabii ki “Kur çok artarsa kur korumalı mevduat gibi bir enstrüman çıkarmak gerekir” diye düşünmeye de gerek kalmamıştı! 2021 yılı yüzde 20’nin biraz altında bir enflasyon ve 8 dolayında bir dolar kuruyla kapatıldı.

2022 nasıl geçti?

Tümüyle bağımsız çalışan ve araç bağımsızlığını sonuna kadar kullanabilen Merkez Bankası’nın kredibilitesi üst düzeydeydi. Dövizi artırmaya niyetlenenler çıkmıyor değildi ama bunların niyeti Merkez Bankası’nın piyasaya gireceğini duydukları an kursaklarında kalıyordu. Merkez Bankası’nın adı yetiyordu. 

Öyle “başka ülkelerde” denenen kamu bankaları eliyle arka kapıdan piyasaya döviz satışı tabii ki söz konusu değildi. Hem Merkez Bankası döviz satsa bile bunu kamuoyuna açıklardı, satış yapılmadığı için de açıklama yapmak gerekmiyordu. 

2022’de Türkiye ekonomisini de etkileyen en olumsuz gelişme kuşkusuz Rusya- Ukrayna savaşıydı ve bu yüzden enerji fi yatlarında belirgin bir artış yaşandı. Ancak Merkez Bankası buna karşı da hazırlıklıydı ve olumsuz etkileri en aza indirmek için gerektiği ölçüde adım atmaktan geri durmadı. En büyük avantaj da tabii ki Türk parasının çok değer yitirmemiş olmasıydı, bu da faizin gereken düzeyde belirlenmesiyle sağlanıyordu.

Enerji fiyatlarındaki artışla yıllık enflasyon bir ara yüzde 25’i zorlamış ve bu durum alarm zillerinin çalmasına yol açmış, ancak yıl yine yüzde 20’nin altında kapatılmıştı.

Enflasyon yüzde 15-20 arasında salınıyordu, kira artışı baş döndüren oranlara varmamıştı ve 2022’nin haziranında kira artışını yüzde 25 ile sınırlamak gibi bir karar da tabii ki alınmamıştı! Çok makul oranlarda seyreden kira artışı için tavan oran koymak ne kadar da anlamsız olurdu!

2023 seçim süreci

2023’teki Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi öncesi iktidar partisi harcamaları çok artırdı. Ne var ki Merkez Bankası yine devreye girerek bu parasal genişlemenin enflasyonu azdırmaması için faizi bu sefer daha yüksek oranda yukarı çekti. 

Maliye ve para politikasının uyumlu yürütülmesi sayesinde seçim sonrasında ne Maliye Bakanını ne de Merkez Bankası Başkanını değiştirmeye ihtiyaç duyuldu.

Türkiye ekonomisi istikrarlı bir görünüm sergiliyordu. Tabii ki enflasyon AB ortalamasına göre hala çok yüksekti; yüzde 15-20 dolayında bulunuyordu. Bu oranın tek haneye ineceği pek sanılmıyorsa da 20’lerin çok aşılacağına dönük kaygı da yoktu. 

Benzinin litresi iki yıl önceki yaklaşık 8 liraya göre 2 lira kadar artarak 10 liraya, motorin de 7 liradan 9 liraya çıkmıştı.

TÜİK’in enflasyon ölçümlerine pek kuşkuyla bakılmıyor, çalışanlara verilen zamlar da enflasyonun altında kalmıyordu.

Ayrıca bir ara sayıları bir milyona(!) yaklaşan sığınmacıların büyük bölümünün geri gönderilmesi bir dönem oluşan sosyal barış kaygılarını en aza indirmişti.

Doktorlar akın akın yurt dışına gitmiyordu. Üniversiteyi bitiren gençlerin çok azı yurt dışında çalışmak istiyor, zaten üniversite mezunlarında işsize pek rastlanmıyordu.

(*) Bu yazı, bu köşede 16 Ağustos’ta yer alan yazının kısmen değiştirilmiş ve özetlenmiş tekrarıdır.

Tüm yazılarını göster