Gayrimenkul karşılığı vatandaşlık: Nedir, nasıldır?

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak en zengin olduğumuz yıl 2013 senesi. O sene, bir yıl önce, 2012’de, 1 trilyon 820 milyar dolar olan servetimizi 15 milyar dolar artırmışız. Böylelikle de 2013’te zirve yapmışız.

Bu 2012 yılının bir başka özelliği var. Bir önceki yazımızda odaklandığımız Mütekabiliyet Yasası da o yılın mayıs ayında TBMM’den geçmiş. Dolayısıyla, mevzuatın tamamlanması, uygulamadaki acemiliklerin giderilmesi vs. derken Mütekabiliyet Yasası’nın ardından yabancıların, şöyle ağız tadıyla, taşınmaz almaya başladıkları seneyi de 2013 olarak kabul edebilir, miladımızı orada belirleyebiliriz. Dahası, 2013 senesinden bugüne kadar, bizim servetimizin % 55’i buhar olmuşken, dünyalıların serveti % 53 artmış! Bizi kıskandıklarını vehmettiklerimize, payımızdan neredeyse 1 milyar dolar kaybetmekle kalmamışız. Kimimizin gerçekten bize bakıp haset içerisinde kıvrandığına inandığı diğer ülkelerin insanları bu arada 155,5 trilyon dolar daha zengin olmuşlar, iyi mi? Aynı on yıllık sürede ülkemize de 128,9 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye girmiş. Gelin görün ki bu paranın % 37’si, yani 47,7 milyar dolar; üretime, sanayiye, teknolojiye değil, bütünüyle gayrimenkul alımına harcanmış.

Şimdi sormamız gereken sorular şunlar: Bu söz konusu satış patlaması neden yaşanmış? Daha açıkça sormak gerekirse, bu “misafirler” ülkemizin arazisine, manzarasına, verimliliğine; memleketimizin bina stokunun mimari zarafetine, peyzajının egzotikliğine; inşaatların, mesela depreme karşı, güvenilirliğine; finansman imkanlarının bolluğuna, şehir ve bölge planlamasının teknik ve estetik çekiciliğine kapılarak, güzel ülkemizde taşınmaz sahibi olmayı arzu ederek mi almışlar bizim evleri; yoksa, bu birden katlayan talebin ardında başka bir sebep mi var?

Biliyoruz ki, 2002’den sonra geçen ilk on yılda Türkiye ekonomisinin performansı, tüm iktisadi indikatörlere göre, sonraki on yıldan, 2013 – 2023 döneminden, çok daha iyiydi. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği de içeren bir hikayesi vardı. Derviş döneminden kalma kurumsal altyapı yerinde duruyordu. Ülkeye, üretim ve hizmetler sektörlerine yatırım amacıyla yabancı sermaye giriyordu. Peki bu dönemde ortada bulunmayan gayrimenkul talebi niçin 2013, daha da fazla 2016, sonrası ortaya çıktı? Hatta 2008 krizi de “teğet geçmişken”, Türkiye’de herkesin adeta kulaklarından para çıkarken, gerçekleşmeyen konut satışı patlaması neden bu dönemde oldu? (Zorunlu açıklama parantezi: O kriz elbette bizi “teğet” falan geçmedi. Esasen, dönemin politikaları Türkiye ekonomisinin kırılganlığını ayyuka çıkardı ve bugün yaşanan problemlerin zeminini hazırladı. Ancak, dünyanın büyük ekonomilerinin merkez bankaları likiditeyi arttırınca biz sıyırmış gibi olduk. Hep Almanya yenilince biz de yenik sayılacak değiliz ya! Bir de Amerika ve Avrupa para basınca biz kazanmış olalım tabii…) Düz yazıyla, ülkenin hikayesi bir sonraki on yıla göre “mis” gibiyken, 2002 – 2012 arasında memlekete uğramayan “müşteri”, neden birden kapıda bitti? Bayramı biz görmeden, onlar hangi arifeyi gördüler de memleket toprağına seyrana (gezinme) çıktılar?

Buyurun hikâyeye…

Efendim, yabancılara gayrimenkul satışı konusu, AK Parti tarafından ilk defa 2003’te gündeme taşınmış. O andan itibaren, tartışma uzun müddet iki ana mevzu etrafında dönmüş: Mütekabiliyet ve edinilebilecek taşınmazların metrekare sınırlaması. Yoksa, yabancı şahısların Türkiye’de mevcut gayrimenkul üzerinde mülkiyet tesis etmeleri 1934’te çıkarılmış 2644 sayılı Tapu Kanunu’ndan beri mümkün. Yani, gayrimenkul almak isteyen yabancının elini tutan hiç olmamış. Yasaklayan olmayınca 2002’de AK Parti iktidara gelene kadar yabancılara 8.780 arazi ve 8.226 adet konut satışı da yapılmış. Ticarette sorun olmamış. Sonra, “bu yetmez” denmiş olacak ki, bir adım ileri gidilmiş. Böyle olmadı kolaylaştıralım diye çıkılmış yola. Bu defa yabancıların ellerinden tutulmuş.

Haklarını yememek lazım! Bir defa ellerinde tutan olunca, “misafirler” de işin bir ucundan tutmuşlar. AK Parti iktidarı tarafından getirilen çeşitli kolaylıklarla yabancılara gayrimenkul satışları olağanüstü düzeyde artmış. Olağanüstü ne demek açayım: Türkiye Cumhuriyetinin, 1923’ten 2002’ye kadar geçen 79 senelik tarihinde yabancılara yapılan taşınmaz satışı miktarı ile kıyaslandığında, 2002 – 2012 arasında geçen on bir yıllık sürede satışlar arazide 3’le, konuttaysa 9’la katlamış. (İnanmazsan sende bak parantezi: Bu sayıların hepsinin müellifi AK Parti Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün. Ben kendisinin Mütekabiliyet Yasası’na ilişkin Mayıs 2012’de TBMM’de Ak Parti grubu adına yaptığı konuşmadan aldım. Üzerimde kalmasın; Sayın Akgün bu satışların AK Parti iktidarı sayesinde mümkün olduğunun da altını çizmiş, Allah razı olsun.) 2012’de, mütekabiliyet şartının kadük hale sokulmasından sonraysa, olay dikkat çekici biçimde başka bir noktaya evrilmiş. Yabancıların konut edinme faaliyetinde tam bir patlama yaşanmış. Arsayı, araziyi bir yana bıraksanız, sadece konut kalemine baksanız dahi, yabancılara satılan konut adedi 2012’den bu yana 370.000’i aşmış durumda. Bu sayı, 2002’ye kadar 79 yıllık Cumhuriyet döneminde yabancıların ülkemizde edindikleri mülk adedini tam 54’le katlıyor. AK Parti iktidara geldikten sonraki ilk on yıla göreyse artış 5 kat. Asıl satış patlamasıysa 2016 sonrası…

Yine geldik aynı soruya, ne oluyor da böyle oluyor?

Bu sorunun cevabı yabancılara konut satışına ilişkin çerçeveyi dönüştüren, 28 Temmuz 2016’da yapılmış, bir başka yasa değişikliğinde gizli. Bu değişiklik Mütekabiliyet Yasasına ve 2013’te yasalaşan, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunuyla hazırlanan altyapıya dayanıyor.

Olay şu: 28 Temmuz 2016’da, 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanununa eklenen 27. maddenin 10. fıkrasıyla 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 31. maddesinin 1. fıkrasına bir (j) bendi ilave edilivermiş. Buna göre “Türkiye’de çalışmayan ancak Cumhurbaşkanınca belirlenecek kapsam ve tutarda yatırım yapacaklar ile bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuklarına” kısa dönem ikamet izni verilmesine imkân tanınıyor. Bu kısa dönem aynı maddenin 5. fıkrasına göre 5 yıl ile sınırlanıyor. Ancak, yine Uluslararası İşgücü Kanununun aynı 27. Maddesine eklenen 9. fıkrayla bu defa 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun, “Türk vatandaşlığının kazanılmasında “istisnai” haller” başlıklı 12. maddesinin 1. fıkrasına da bir (b) bendi ekleniveriyor. Burada yukarıdaki hükme atıfta bulunularak, “kısa dönem ikamet izni” alma konumundaki yabancılara, “vatandaşlık” hakkının önü açılıveriyor! Aslında şunu söyleyebiliriz; Temmuz 2016’da kabul edilen 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu, aslında yabancılara gayrimenkul satışı yoluyla vatandaşlık verilmesinin “taşıyıcı anne”si işlevini görmüş gibi. Bir nevi torba kanun. Söz konusu 27. Maddeyle ilgili olmayan ancak ilintili birçok konu düzenlenmiş.

Hemen ardından, 12 Aralık 2016’da, Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik çıkarılıyor. İşte gayrimenkul satışı vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı mübadelesinin sevmi (kıymet takdiri) ilk defa bu Yönetmeliğe Dair Yönetmelik vesileyle yapılıyor! Biçilen bedel bir milyon Amerikan doları. Sonra, son derece başarılı oldukları tartışma götürmez(!) ekonomi uygulamalarının sonucu olarak, döviz kuru Nisan 2018’de dört lirayı geçip, 6 Eylül 2018’de 6,69’a vurunca (Milli ve yerli farkındalık parantezi: Elbette tamamen dış güçlerin oyunlarıyla!), Türk vatandaşlığının “kıymet takdiri” değişiyor. Acil kayıtlı döviz ihtiyacının karşılanması için vatandaşlık hakkı sağlayacak mülkün bedeli bir anda % 75 iskonto uygulanarak 18 Eylül 2008’de, yine yönetmelik marifetiyle, 250 bin dolara indiriliyor. Ardından 12 Mayıs 2022’de bedele zam geliyor. Bu defa fiyat eşiği 400 bin dolara çıkartılıyor. Muhtemelen seçimde “milli ve yerli” havamız kaçmasın, serencam bozulmasın, kamuoyunun tepkisi sınırlansın diye olsa gerek… Anlayacağımız vatandaşlık bedeli tahterevalli misali; piyasa koşullarına göre, bir iniyor bir çıkıyor!

İki yazıdır sizlerle paylaştığım yabancıların gayrimenkul edinmeleri, bu yolla vatandaşlık kazanmalarına dair yasa değişikliklerinin içerik ve kronolojisi ile yabancılara yapılan konut satışı rakamlarındaki artış trendini üst üste koyduğunuzda ortada enteresan bir manzara var.

Şöyle ki: Memlekette taşınmaz edinmek isteyen yabancıların bu isteklerini gerçekleştirmelerini mümkün kılan mevzuat 1934’ten bu yana mevcut. Bu anlamda 2002’ye kadar yapılmış satışlar da var ve kayıtlı. Öte yandan yabancıların Türk vatandaşlığını kazanması konusu da 22 Mayıs 1928 tarih ve 1312 sayılı ilk Vatandaşlık Kanunundan itibaren düzenlenmiş ve bu mümkün kılınmış. Hülasa, ne gayrimenkul almak isteyen ne de vatandaş olmak isteyen yabancılar yasayla, yasakla sınırlanmış.

Tam tersi.

O halde bu “bedelli” vatandaşlık uygulamasına ne sebeple ihtiyaç var?

Eski ada vapurlarında seyyar satıcılar vardı. Sattıkları ürünleri çekici hale getirmek için müşteriye yanında bedavaya verilmek için şunu, bunu vaat ederler, “promosyon” yaparlardı. Bu uygulamanın daha sofistike bir halini 80’lerin sonundan 90’ların ortasına uzanan bir süreçte gazeteler yapmıştı. Gazeteyi alana; ütü, elektrik süpürgesi, bisiklet, çarşaf, kitap veriyorlardı. Sonra, 1992 ve 1993’ten itibaren, promosyon muharebeleri meşhur “ansiklopedi savaşlarıyla” devam etti. Yetmedi, gazeteyi alana, ansiklopedinin yanında, diş macunu ve deterjan da verildi. Bu sayede günde üç milyon satmayan gazeteler tirajlarını, toplamda, 4,5 milyonlara; hatta deterjan promosyonu gününde 5 milyonun üzerine, taşımışlardı. Zevahiri kurtaran mazeret da belliydi: “Efendim ne vardı ki, alt tarafı gazete okuyucusu olmayanlara gazete aldırılıyor, okuyucu kitlesi büyütülüyordu”.

Bu bizim vatandaşlık işi, ne yazık ki, aynı “promosyon” mekanizmasını andırıyor. Şunun altını çizelim; satılan vatandaşlık değil, gayrimenkul. Vatandaşlık gayrimenkul alana “teşvik” kabilinden, “promosyon” gibi, yanında geliyor. Üstelik, bedeli mukabili bu alışverişle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunuzda, normal olarak başvursanız sizde aranacak birçok şart da aranmıyor!

Hayır, böyle değildir”, diyenlerin, şu sorulara net cevap vermeleri gerekir: Zaten bu ülke istikrar, güven ve büyümede örnek bir ülke değil mi? Böyle bir ülkenin, gayrimenkul dahil, yabancı yatırımcının, ilgisini çekmekte ne müşkülü olur? Taşınmazın yanına, eşik bedeli belli vatandaşlık imkanını, satış teşviki misali, promosyon gibi, koymak neden? Hangi ihtiyaçtan? Başka ülkelerin yaptığı gibi, vatandaşlığa dokunmadan, uzun süreli oturma izni türünden bir yaklaşım neden düşünülmez? Bizim konutlarımız, ülkemiz oturmak, yatırım yapmak için kendi başlarına yeterince çekici değil mi? Değilse neden? Bunu telafi etmek, bunun için el aleme vatandaşlık vermek zorunda mıyız?

Ve nihayet; Bu topraklar yedi düvelin pençesinden ulusun döktüğü kan, ter ve gözyaşı ile kurtarılmış. Vatandaşı olmanın böylece bir bedele bağlanmasını; şehitlere, ecdada, çocuklarımıza nasıl anlatmak lazım?

Tüm yazılarını göster