G20 Zirvesi, Hindistan ve jeopolitik Kuzey-Güney

Dr. S. Armağan VURDU DEVR-İ ÂLEM

G20 Liderler Zirvesi Hindistan'ın ev sahipliğinde “Tek Dünya, Tek Aile, Tek Gelecek" ana temasıyla geçen hafta gerçekleşti. G20, 19 ülke ve Avrupa Birliği’nden oluşuyor. Son zirvede 55 üyesi bulunan Afrika Birliği (AFB) de daimî üye statüsünde birliğe dahil edildi. Afrika önümüzdeki dönemde hem sahip olduğu kaynaklar hem de nüfus artışı ile önemi gittikçe artan bir konumda olacak. Küresel hasılanın ve ticaretin kahir ekseriyetini oluşturan G20 ülkelerine AFB’nin dahil olması bu manada da önem arz ediyor.

Hindistan 3,74 trilyon dolarlık GSMH’yla küresel hasılanın yaklaşık yüzde 4’ünü temsil ediyor. 1.44 milyarlık nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi. 450 milyar dolarlık ihracatı ve 730 milyar dolarlık ithalatı var. 2016 yılında başlattığı “Make in India” projesiyle sadece hizmet sektörlerinde değil imalat sanayiinde de iddialı olduğunu ortaya koymayı amaçlıyor. “Ulus Markalaşması” “Nation Branding” alanında da 2002’den bu yana “Incredible India” “İnanılmaz Hindistan” mottosuyla hareket ediyor. Hindistan ekonomisi haziran ayına kadar olan üç aylık dönemde yüzde 7,8 büyüyerek son bir yılın en yüksek büyüme rakamına ulaştı. Hindistan’ın, mazide Çin’in süregelen bir şekilde sergilediği büyüme rakamlarıyla benzer bir çizgiyi takip ettiğini ve müstakbel ekonomik büyüklüğünün birçok ülkeyi geride bırakacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Zirvede Hindistan'ı Orta Doğu ve Avrupa'ya bağlayacak, ticaretin artırılmasına, enerji kaynaklarının sağlanmasına ve dijital bağlantının geliştirilmesine yardımcı olacak çok uluslu bir demir yolu ve denizcilik projesi olan "Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru" tanıtıldı. Koridorun kurulmasına yönelik Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, İtalya ve Avrupa Birliği arasında mutabakata varıldı. Proje, Hindistan'ı Batı Asya/Orta Doğu'ya bağlayan Doğu koridoru ve Batı Asya/Orta Doğu'yu Avrupa'ya bağlayan Kuzey koridoru olmak üzere iki ayrı koridordan oluşacak. Planlanan koridor, Hindistan'dan Birleşik Arap Emirlikleri'ne uzanacak, ardından Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail'i geçerek Avrupa'ya bağlanacak. Söz konusu inisiyatif, Avrupa Birliği’nin 2022’de duyurduğu Küresel Geçit planından sonra Çin'in Kuşak ve Yol girişimine alternatif olarak oluşturulan ikinci bir hamle olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan, bu rotanın hayata geçmesi halinde Avrupa’ya ulaşımda Süveyş Kanalı ve Türkiye’nin bypass edilmesi gibi bir neticenin hasıl olması da söz konusu.

Hindistan’ın ikinci ismi: Bharat

Zirve kapsamında dünya liderlerini ağırlayan Hindistan Devlet Başkanı’nın delegelere gönderdiği akşam yemeği davetiyelerinde kendini "Hindistan Devlet Başkanı" yerine "Bharat Devlet Başkanı" olarak adlandırması ilgi çekti. Hindistan’ın Sanskrit dilindeki ismi olan “Bharat” ülkede resmi olarak kullanılıyor. Ülkenin anayasasında "Hindistan, diğer adıyla Bharat, bir Eyaletler Birliği olacaktır" ifadesi yer alıyor. Ayrıca Hindistan tarafından basılan pasaportlarda hem Hindistan hem de Bharat ibareleri yer alıyor.

1947 yılında bağımsızlığını kazanana kadar yaklaşık 200 yıl boyunca İngiltere tarafından yönetilen Hindistan’da önemli bir kesim ülkenin genel olarak bilinen isminin sömürgecilik dönemine ait olduğunu savunarak, ülkenin adının Bharat olarak değiştirilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu görüştekiler, Hindistan isminin sömürge döneminde İngilizler tarafından verilmiş bir isim olduğunu düşünüyor, ülkenin tarihi ve kültürel mirasını en iyi biçimde yansıtan ismin ise Bharat olduğunu ifade ediyor. Öte yandan, ülkenin iki resmi isminden biri olan Hindistan'ın 'Bharat' olarak adlandırılmasının karşısında, yüzyıllardır kullanılan Hindistan isminin önemli bir marka değerine sahip olduğunu ve bu ismin kaldırılmasının oldukça büyük bir kayıp olacağını düşünen büyük bir kesim de bulunuyor.

Kuzey-Güney

G20 zirvesinde liderler, iklim değişikliğiyle mücadele için yatırım ve finansmanın "hızla ve önemli ölçüde artması" gerektiği konusunda uyarıda bulundu ve gelişmekte olan ülkelerin yeşil dönüşümü gerçekleştirmelerine ve iklim hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak için daha fazla finansman çağrısı yaptı. Bildiride, gelişmekte olan ülkelerin özellikle emisyon hedeflerini uygulama ihtiyaçları için, 2030 öncesi dönemde gerekli olan 5,8-5,9 trilyon dolarlık ihtiyaca dikkat çekildi. Ayrıca, dünyanın enerji dönüşümü için yıllık toplam 4 trilyon dolarlık düşük maliyetli finansmana ihtiyacı olduğu ve birincil enerji karışımında yenilenebilir enerjinin yüksek bir paya sahip olması gerektiği konusunda taraflarca mutabakata varıldı.

Finansman ihtiyacına yapılan vurgu çerçevesinde G20 liderler zirvesinin bana hatırlattığı konulardan biri de jeopolitik olarak Kuzey-Güney mefhumu. Zira, AB, ABD, Rusya, Çin ve Hindistan gibi Gelişmiş ve gelişmekte olan belli başlı ekonomilerin küresel karbon emisyonlarındaki payı yüzde 70’in üzerinde. Dolayısıyla da emisyonların azaltılması için gerekli finansmanın sağlanması konusunda en çok bu ülkelerin desteği gerekiyor. Dünya Savaşları sonrasında ortaya çıkan Bretton Woods sistemi olarak da adlandırılan yeni dünya devletler sistemi ile Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik eşitsizliğin boyutu daha çok fark edilir hale geldi. Müreffeh ve gelişmiş ülkeler olarak ön plana çıkan Kuzey devletleri ve bölgeleri; ABD, Kanada, Batı Avrupa ülkeleri ve Doğu Asya ülkeleri iken, Gelişmekte olan ve kırılgan ekonomik yapıya sahip Güney ülkeleri ve bölgeleri ise; Afrika, Latin Amerika ülkeleri ve Ortadoğu olarak konumlandı. Esasen 17-18-19’uncu yüzyıllarda dünya temel olarak Doğu ve Batı diye ayrılıyordu. Bu ayrımda ekonomik farklılıklar dışındaki sosyal, kültürel siyasal farklılıklar da vurgulanıyordu. Buna mukabil, Kuzey-Güney daha çok ekonomik farklılıkları ifade etmek için kullanılan bir mefhum. Kuzey zengin Güney ise yoksul olanı temsil ediyor. Bu tanımlamada kuzeyde yer alan tüm ülkeler zengin, Güneydekiler ise topyekûn yoksul ülkeler değil tabii ki. Yoksul ülkelerde kalkınamamaktan kaynaklı bir kitlesel yoksulluğun varlığı vurgulanıyor. Doğu-Batı ayrımından Kuzey-Güney ayrımına giden dünyada eskisi kadar keskin coğrafi çizgilerle bu farklılıklara vurgu yapmak artık pek de mümkün değil. Net bir biçimde yoksul ve zengin olarak ayrılacak coğrafyalardan değil, fiziksel olarak çok yakın ama imkânlar açısından çok farklı mikro coğrafyalardan bahsedebiliriz. Çin’in kıyı bölgeleri ile iç kesimi arasındaki gelişmişlik farkı bu duruma örnek olarak verilebilir.

Diğer taraftan iklim değişikliği ve beraberinde getirdiği sorunlar, kuzey, güney, doğu, batı ayrımı yapmaksızın tüm dünya için ciddi bir mesele olarak önümüzde duruyor. Bu manada “Tek Dünya, Tek Aile, Tek Gelecek" mottosunun bir slogan olarak kalmayıp küresel yönetişimin güçlendiği ve Dünyamızın tüm meselelerinin rasyonel bir zeminde çözülme yolunda girmesi için tüm tarafların elini taşın altına koyduğu bir vasat yaratmak G20 gibi önemli platformların başarısı olacaktır.

Tüm yazılarını göster