Avrupa Futbol Şampiyonası(EURO 2020) öncesinde yaratılan aşırı iyimser beklentiler ve milli takımımızın başarısına odaklanan reklam kampanyaları, hayal kurma yeteneğimizin ne kadar gelişkin olduğunu gösterdi bir kez daha. EURO 2020 başlarken rakiplerimizi alaya alacak kadar emindik başarılı olacağımızdan. Yarı final, hatta final oynayacağımızı iddia edenler hiç de az değildi. Futbol uzmanı sayılan kimilerine göre Türkiye “EURO 2020’nin gizii favorisi” idi.
Sonuçta benzeri görülmemiş bir fiyasko yaşandı. Milli takımımız oynadığı üç maçta zor bela tek bir gol atabildi ve sıfır puanla grubunun sonuncusu oldu. Türkiye dışında sıfır puan alan tek bir takım vardı, o da Kuzey Makedonya idi. İktidarın hoşuna gitmeyecek haberlerden uzak durmayı tercih eden Hürriyet Gazetesi bile “2020 HEZİMETİ, Türkiye Avrupa Şampiyonası’nın en kötü takımı oldu” diye manşet atma ihtiyacını duydu bu fiyasko üzerine.
Ne kadar gelir, o kadar futbol
Futboldaki hezimetin nedenlerini daha iyi analiz edebilecek olanlara bırakıp ekonomide Avrupa’nın neresinde durduğumuza bakacak olursak karşımıza çıkan ülkelerden biri gene Kuzey Makedonya oluyor. Alaattin Aktaş’ın dünkü Dünya’da yayınlanan yazısında yer alan verilere göre Kuzey Makedonya, Bulgaristan, Karabağ, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Arnavutluk, milli gelir(GSYH) endeksi Türkiye’den düşük olan Avrupa ülkeleri. Satınalma Gücü Paritesi(SGP) verileriyle hesaplanan endekse göre 31 Avrupa ülkesinin GSYH endeksi ise Türkiye’nin üzerinde. SGP endeksine göre AB ortalaması 100 olarak alındığında Türkiye’nin notu 64. Aynı endekse göre EURO 2020’de yoluna devam eden Almanya’nın notu 121, İsveç’in 123, Avusturya’nın 124, Hollanda’nın 133, Danimarka’nın 136, İsviçre’nin 160. Ülkelerin gelir düzeyiyle futbol düzeyi arasında yakın bir ilişki var gibi görünüyor.
Türkiye neden çıkmaz sokakta?
Türkiye ekonomisinin krizlerini kırk yıldan beri izleyen bir gazeteci olarak, Türkiye’nin kriz yaratma kapasitesinin çok yüksek olduğunu söyleyebilirim. Farklı dönemlerde Türkiye’yi yönetenlerin ekonomiyi bir çıkmaz sokağa soktuktan sonra yaptıkları yanlışları idrak etmeyerek inatlarının kurbanı olduklarını da defalarca gördük.
Bunun en çarpıcı örneklerinden birini ise son dönemde yaşadık. Bu örnek çok çarpıcı çünkü geçen yılın Kasım ayı başlarında, Naci Ağbal’ın TC Merkez Bankası Başkanı olmasıyla başlayan süreçte, Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği çıkmaz sokaktan çıkma umudu belirmiş ve en önemlisi, uluslararası finans çevrelerinde de böyle bir algı oluşmuştu. Dış dünya, 2017 yılından itibaren ekonomide gerekli altyapıyı oluşturmadan hızlı büyümeye heves eden ve bunun bedelini ağır şekilde ödeyen Türkiye’nin nihayet yanlıştan döneceğine inanmış ve tutarlı bir krizden çıkış programı uygulayacağını düşünmeye başlamıştı.
Çıkmaz sokaktan çıkmak ve uluslararası piyasalardan destek alarak yeni bir yol çizmek için önemli bir fırsattı bu. Ancak bu fırsat da kaçırıldı çünkü şu anda Türkiye’yi yöneten anlayış bu fırsatın değerini anlayamadı ve kendi ayağına kurşun sıktı.
O günden bu yana Türkiye’de yaşanmakta olanları anlayabilmek için şu anda Türkiye’yi yönetme iddiasında olan kadronun birinci önceliğinin ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşması olmadığını kabul etmek gerekiyor. Siyasi boyutu da olan bir başka hesaplaşmanın hazırlığı yapılıyor sanki.
Riskler büyürken işimiz zor
Türkiye ekonomisinin temel sorununun ihtiyaç duyduğu dış finans kaynağını bulmak olduğu bilinen bir gerçek. Şu anda dünya ekonomisinde yaşanmakta olan pandemiden çıkış süreci ise çok farklı fırsatları ve karmaşık tehditleri gündeme getiriyor. Bu ortamda özellikle Türkiye gibi dış kaynağa bağımlı ülkelerin adımlarını çok dikkatli atmaları gerekiyor.
Şu anda finans piyasalarında gündeme gelebilecek senaryoların odak noktasında yer alan ABD Merkez Bankası’nın (FED) davranış seti üzerinde yapılan spekülasyonlar büyük önem kazanmış bulunuyor. Doların değerinin bu süreçten nasıl etkileneceği de merak konusu. Öte yandan bizim ezeli derdimiz olan enflasyonun dünyada nasıl şekilleneceği de çok tartışılıyor.
Türkiye geçen yılın Kasım ayında yakaladığı fırsatı geri teptiği için risk primi yüksek olan ve önümüzdeki dönemde finans dünyasında yaşanabilecek dalgalanmalardan olumsuz etkilenebilecek ülkeler arasında anılan bir ülke olmaktan kurtulamıyor.
Hayallerle avunacağımıza gerçeklerle yüzleşsek daha iyi olmaz mı acaba?