Fransızların en sık kullandığı terimlerden birisi “Je m’en fous” yani “umurumda olmaz”dır. Bireyleri de, hükümetleri de eleştirilere pek takılmazlar. Özel yaşamlarını kutsal sayar ve kimsenin müdahale etmesini istemezler. 1789’daki devrimle aristokrasiyi kanlı bir biçimde yıkıp kurdukları cumhuriyetin özünde de dik kafalılık vardır.
Fransa gerçek bir ulus devlettir. Köylüleri, çiftçileri, işçileri, öğrencileri her zaman haklarını ararlar. Sömürgelerden gelen farklı dinlere, farklı etnik kökenlere mensup vatandaşlar da kendilerini Fransız olarak görür, bununla gurur duyarlar. Grevler, karışıklıklar olur ama son tahlilde ülke çıkarı söz konusu olduğunda birleşmeyi bilirler. Bataclan, Charlie Hebdo saldırıları sonrasında tüm ülkenin birlik oluşu, JeanPaul Belmondo’nun cenazesinin saygın bir devlet töreniyle defnedilişi gibi Fransa’nın ulusal gururunu açıkça ortaya koyan sayısız örnek bulunabilir.
Fransa siyasette bölünmeler olsa da, bir bütün olmanın gururuna sahiptir. İngilizcenin veya Amerikan kültürünün ülkeye girmesinin önünde bir kale gibi durmayı başarmıştır.
“Fransız gibi düşün, Fransız gibi davran”
2024 Paris Olimpiyatları da Fransa’nın Fransız gibi düşünüp, Fransa’nın çıkarlarını her şeyin ötesinde görmesinin harika bir örneği olarak tarihe geçti.
Öncelikle, her zaman bir devlet güç gösterisi olarak stadyumlarda düzenlenen açılış törenini Paris’i tanıtım kampanyasına çevirdiler. Töreni sadece yerinde izleyenler için değil, dünyadaki milyarlarca televizyon izleyicisine göre tasarladılar.
Paris pek çok kentin aksine “desantralize” olmakla övünen bir kenttir. Birden çok meydanı, birden çok merkezi vardır. Olimpiyat yarışmaları da bu merkezleri öne çıkaran bir anlayışla seçilmişti. Örneğin, Olimpiyat ateşi için şehrin kalbinde yer alan Concorde Meydanı tercih edilmişti. Eyfel Kulesi neredeyse her çekimde geri planda başrolde yer aldı. Versailles Şatosu’nun bahçesinde kurulan devasa alanda görkemli yarışmalar yapıldı. Atletizm, yüzme, basketbol, voleybol vs. yarışmalar da mükemmel tesislerde, mükemmel biçimde gerçekleşti.
Fransızlar tüm itirazlara rağmen, Seine Nehri’nde yarışma yapmaktan da vazgeçmediler. Sürdürülebilirlik anlayışıyla yarattıkları Olimpiyat köyünde karton yataklar, hayvani protein az menüler sundular. LGBTQ bireyleri öne çıkaran şovla ilgili Katolik Kilisesi ve Vatikan ayağa kalktı. Tüm eleştirilere “Umurumda olmaz” yaklaşımıyla kulaklarını tıkadılar.
Fransa organizasyon ve koordinasyon becerisinin yüksekliğini de kanıtladı. 155 ülkeden gelen 45 bin gönüllü ordusunu başarıyla yönettiler. Paris hiç olmadığı kadar temiz ve düzenliydi. Büyük güvenlik önlemleri alınmıştı. 15 milyon olduğu tahmin edilen ziyaretçiler gelişmiş toplu taşıma imkânları sayesinde yarışmalara rahatlıkla ulaşabildiler.
Genç, güler yüzlü, neşeli ve dinamik
Kapanış töreninde Fransız sanatçılar Fransızca parçalar söylediler. A’dan Z’ye her şey Fransa merkeze alınarak planlanmıştı. Şovlarla Fransa teknolojik becerilerini de ortaya koydu. Herkesin güler yüzlü ve neşeli olduğu, hamasi gövde gösterilerinden uzak, genç, kapsayıcı ve dinamik bir kapanış töreniyle Fransa unutulmaz bir olimpiyata imza atmış oldu.
Özetle, Fransa uluslararası bir etkinliği, ulusal bir bakış açısıyla planladı, başta Paris olmak üzere şehirlerini ön plana aldı. Onları en güzel açılardan, en özenli ve dikkat çekici biçimde ortaya koydu. Hem ülke markasını, hem de Paris şehir markasını daha da yüksek zirvelere taşıdı.
Dilerim Türkiye’deki yetkililer, belediyeler, bakanlıklar bu örneğin özündeki unsurları derinlemesine incelerler. Bu çok başarılı “yerli ve milli” organizasyondan dersler çıkarırlar. İlham alırlar.