Otomotiv, küresel bir endüstri olsa da, her grubun ve markanın çok farklı kültürleri, geçmişlerinden gelen değişik çizgilerde tasarım, sanayileşme, pazarlama ve satış tarzları vardır.
Geçtiğimiz hafta önce Renault’nun ve hemen ardından Audi’nin ürün toplantıları için İspanya ve Almanya’da idim. Fransız Renault için İspanya’da olmamızın sebebi, Palencia fabrikasında üretimine başladığı Rafale modelinin ilk sürüşlerinin Endülüs Sevilla yollarının güzelliğinde olması idi… Sonrasında yine yepyeni tam elektrikli Q6 e-tron’un üretildiği Ingolstadt’ta idik. Her iki markanın ‘renk’lerinin nasıl farklılaştığını en net şekilde görebilme ve yaşadıkları değişimin sebeplerini anlama imkânına kavuştuk.
Renault, her ne kadar tipik bir Fransız markası olsa da tam 20 yıl önce Avantime gibi iri lüks iki kapılı fantastik modeller de hazırlamıştı… Fakat uzun yıllar hep yüksek hacimli satışlara uygun ulaşılabilir modellere konsantre olmuştu… Fakat, Luca de Meo’nun CEO olmasıyla, önce tam elektriklilerde R5 gibi retro stilli modern seçeneklere ve şimdi de Rafale gibi D segmenti yani büyük boy premium Coupe formlu SUV’lara kadar ürün yelpazesini genişletiyor. Luca, aslında geçmişte Alfa Romeo ve Audi yöneticiliklerinin ardından Seat markasının içinde Cupra’yı çıkarma ve liderliğini yaptığı tüm markalarda en heyecan veren modellerin ardındaki isim olarak, “petrolhead” dediğimiz tam otomobil meraklısı sektördeki en değerli yöneticilerden biri… Şimdi göreve geldiği dördüncü yıl dolarken, Renault markasının direksiyonunu çok daha yükseklere çeviriyor… Bunun için Peugeot’nun sihirbaz tasarımcısı Gilles Vidal’i de transfer etmiş ve yeni nesil Espace ile Austral arasına ismini en hızlı uçaklardan alan bu seksi Rafale’i hazırlatmıştı. Yani, Renault, her ne kadar lüks iddiası olmasa da, artık yeniden Paris’in gösterişli restoranlarının önündeki valelerin başa koyacağı bir marka haline geliyor…
Diğer yanda 14 yıl önce Luca de Meo’nun döneminde Audi, diğer premium Alman rakipleriyle kafa kafaya rekabet edebilir hale gelmiş, rekor üstüne rekor kırmıştı. Yani, müthiş birikime sahip Luca’nın Renaulution stratejik planında Renault’yu premium segmente yaklaştırmak isteğini de şimdi fark ediyoruz.
Bir tarafta Renault’nun üst segmentlere hibritlerle yükselmesi, diğer tarafta da Audi’nin zaten bulunduğu yüksek segmentlerde tam elektriklilerle güç pedalına basması, iki farklı markanın iki farklı yönelimi…
Audi tarafında, VW Grubu’nun Porsche’den transfer CEO’su Oliver Blume’nin tercih ettiği eski ekibinden, Avrupa satış direktörü, önceden Almanya ve Çin Porsche operasyonlarını yönetmiş Dr. Jens Puttfarcken ile yeni Q6 e-tron’un tam elektrikli olarak pazar sunumundan önce buluştuğumuzda; Audi’nin yeni nesil elektriklenmiş içten yanmalı PPC ve tam elektrikli PPE yeni platformlarında yeni model atağının başlamak üzere olduğunu öğreniyorduk. Q7 ve Q8’in 2.0 litre motorlarla yenilenmeleri, yıl sonuna doğru A6 e-tron ile yeni A5’ler gibi 2026 sonunda 20 yeni modelin lansmanına için kolları sıvayan Audi, 2033’te tümüyle elektrikli bir marka olma yolunda ilerliyor. Fakat o tarihe kadar şu ana kadar yapılmış en gelişmiş içten yanmalı motorlara sahip olacak PPC mimarisiyle 3 ve 5 serilerini üreteceklerinin altını çizen Puttfarcken, Q4 e-tron gibi Türkiye vergi sistemine en uygun seçenekler yaratmaya çalıştıklarından da bahsediyordu.
Diğer yanda 800V yüksek voltaj alt yapılarının, kullanılan ince kablolardan daha hafif batarya tekniğine araçların ağırlığını düşürdüğünü ve dolayısıyla tüketim ve menzilde avantajlar yarattığının altını çizerek, yakın geleceğin endüstri standardını şimdiden üretmeye başladıklarını açıklıyordu.
Çinlilerin dijitalleşme başarılarından ders aldıklarını ve yeni modellerinde bu gelişmiş teknolojilerin örneklerini sunacaklarını da belirten Puttfarcken, Çinlilerle mücadelede müşterilerin güveni ve sundukları nitelikli servislerle farklılık yarattıklarını anlatırken ticarette eşitlik olmalı da diyordu…
Rakipleri vergi yükselterek durdurmanın anlamsızlığı da, bizim aklımıza geliyordu!..