Fransa: Melez siyasi akışkanlık örneği

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Fransa tarihinde hiçbir şey basit görünmez çünkü öyle değildir. Bu tarih tek ve homojen bir entelektüel, kültürel ve siyasi çizgiyi yıllarca izleyen insanlardan çok –ki bunlar da elbette var- melezleşme, pozisyon değiştirme veya yeni zamana uymanın tarihidir. Örneğin Vichy döneminde Grenoble yakınındaki Uriage köyünde kurulan Ecole Nationale des cadres d’Uriage birbirinden çok farklı özenle seçilmiş 30 kadar genci bir araya getirmişti. Bu gençler tıpkı 1970’te Neo-faşist çıkış başladığında sınırlı basılıp sınırlı dağıtılan manifestoda anlatıldığı gibi yeni Avrupa’nın tasarımını yapacak eliti oluşturacaklardı. Konu bir Vichy projesi gibi görünse de Uriage bağımsızlık emareleri gösterince 1942 sonunda Vichy rejimi başbakanı Nazi işbirlikçisi Pierre Laval projeyi sonlandıracaktı. Uriage gençliği ağırlıklı olarak direnişe katılacak ve la Thébaïde şatosunda yeniden örgütlenecekti. Fakat bu şato Alman ordusu tarafından yakılacak ve Uriage kadroları canlarını zor kurtaracaklardı. Yenilenen Uriage kadrolarının Fransız ordusu Annecy’nin kurtarılmasında rol alırken ön planda oldukları fakat Fransız Genel Kurmayının –gençlere önem veren (Uriage müdürü, tuğgeneral ve direnişçi) Pierre Dunoyer de Ségonzac’ın “askeri hümanizm okulu” olarak adlandırdığı- bu kadrolara önemli pozisyonlar vermeyi düşünmediği görülüyor.

Bu konudan bahsetmemin nedeni Fransa siyasi tarihinin kenarda kalan detaylarını incelemeye çalışmak gibi zor bir işe kalkışmak değil. Uriage’dan bahsetmeyi 1930’ların dalgalanmasının Vichy dönemine de 1945 sonrasına da ne kadar karmaşık bir ideolojik ve siyasi miras devrettiğini gösteren açık bir örnek olduğu için uygun gördüm. Misal, Fransa’da Hristiyan Demokrat partilerin önemli bir rol oynayamamaları çeşitli siyasetlere dağılan çeşitli türden Katoliklerin oralarda etkili olmadıkları anlamına gelmez. Mesela Charles de Gaulle’un Alain Peyrefitte’e “bütün düşündükleri ve yazdıklarının Charles Péguy’dan geldiğini” söylediği belirtiliyor ki önemli çünkü Péguy son yıllarında Katolik olmuş, gençliğinde sosyalizm ve milliyetçilikten esinlenmiş bir şair ve deneme yazarıdır. De Gaulle’ün “sosyal Katoliklik” ve “Hristiyan demokratlık” ile yakın bir ilişkisi olduğu biliniyor. De Gaulle’ün savaş sonrası George Bidault’ya “ben bir sosyal Hristiyanım” dediği ifade ediliyor ve bu konuda daha fazlası da var. De Gaulle’ün “Maurras yanlısı milliyetçi bir karşı-devrimci” olduğu görüşü de hayli yaygındır. Nitekim Fransa’da “Maurras yanlısı Katolikler” –catholiques maurrasiens- olduğu için bu görüş yabana atılamaz. Ancak gerek “sosyal Katoliklik” gerekse Révolution Nationale –Vichy döneminin resmî ideolojisi olan sağcı Milli Devrim akımı- öngörülemez sonuçlar da doğurmuştur –ki tam da bundan bahsediyorum. Örneğin 1946’da evsizler için lojmanların işgal edildiği çatışmaların öncüsü olan bir işçi hareketi bu gelenekten gelenler tarafından örgütlenmiştir. Unutmayalım ki Althusser de komünist saflara geçmeden önce “sosyal Katolik” gençlik hareketinde yetişmişti. 1920’lerin ve 1930’ların Katolik sağı da Katolik solu da II. Dünya Savaşı sonrasına miras bırakmıştır.

Bunları neden yazdım? Bir, ‘ne diyorsak o’ tarzı siyasi hareketler genelde güç kazanamamışlardır çünkü bütün kitle hareketleri ve kitle partileri melezlenme ürünüdür. En köşeli ama güçlenebilmiş hareket belki Bolşevizm’dir ama o da hem köklüdür hem dev bir devrimci dalganın içinde kitleselleşebilmiştir hem de muazzam Rus köylülüğünü 1917’de kendi partisinin değil SR (köylü) partisinin programını uygulayarak arkasına almıştır. İki, Fransa gibi bir yerde bile hemen herkesin başka bir yerlere değdiği, başka türlü eğitildiği, başka mücadeleler sayesinde öne çıkabildikleri (örneğin Nazilere direniş), mesela teolojik tartışmaları iyi bildikleri dönemler olmuştur –ki buna komünistler dâhildir. Başka türlü yüzde 25’lere varan oylar alamazlardı. Kitle partileri hibrit partilerdir.

 Ancak bu bir strateji meselesi değildir. On kere kongre yapsan yüz kere ara yüz değiştirsen olmaz. Böyle şeyler kendiliğinden olmuyorsa olmuyordur. Olmuyorsa da sonuçta hiçbir şey olmayacaktır çünkü ne siyaset ne sosyoloji irade beyanı işi değildir veya menüden yemek seçer gibi “biraz solcu olsun, az biraz da laik olsun, ama sağa da saygılı görünelim, acaba başka ne olsun, salatalardan soslardan ne var?” şeklinde hat seçilmez. Reklamcıya para vererek sonuç alındığı da görülmemiştir çünkü bu iş sokakta, mahallede doğal iletişim ve yakınlık gerektirir. Melezleşme, genişleme, toplumsal ittifak kurma genellikle ‘şirin görünelim, yapalım, olsun bitsin’ yaklaşımıyla veya iradeyle yapılabilecek iş değildir. İsteyerek uykunuzu getiremezsiniz. Doğal olan neyse, tarihsel olarak nereye gelindiyse siyasi sonuç ona paralel olacaktır.

Tüm yazılarını göster