Bankacılıkta teknoloji ile değer yaratan startuplar olan fintekler ve teknolojiyi iyi kullanan bankaların oluşturduğu tekfinler, bankacılık ile teknolojiyi birbirine sıkı sıkıya bağladı. Bu dünyada başarıya ulaşmak içinse bankacılık süreçleri konusunda uzman olmak ve riski analiz ederek ürün/servis geliştirme becerisini oluşturmak gerekiyor.
Bankacılıkta dışa ve içe doğru teknoloji kullanımının derinleşmesi yeni bankacılık modellerinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu yeni nesil bankacılığı en iyi takip eden ve yönlendiren isimlerden Brett King, şu anda teknoloji kullanarak sağlanan en ayırt edici performans kriterinin müşteri edinme olduğunu söylüyor. Dijital olanakların bu konuda yarattığı katkı ve geniş müşteri portföylerini daha kolay oluşturabilme olanağı, farklı ihtiyaçları olanlara farklı ürünler geliştirmekten bu banka ekosistemini güvenli tutmaya kadar bir dizi yeni ihtiyacı da ortaya çıkarıyor.
ING Global Analitik Başkanı (CAO) Bahadır Yılmaz ve ING Hubs Türkiye Başkanı Emre Danacı ile bankacılık süreçleri ve analitik üzerine sohbet ederken suiistimal ve ürün/süreç tasarımını birlikte konuşmamız bankacılığın bu yeni doğasının sonucu. Finans dünyasının içinde olanlar kadar bu dünyaya katılacak olanların da dikkat etmesi gereken konu, dijitalleşmenin bu etkisini çözenlerin sistem içinde kilit noktalara gelebilecek olması. Bu tezimi kanıtlamak için Yılmaz ve Danacı’nın hikâyelerine bakmak gerekiyor.
ING’nin bütün global analitik işlerinin başında bulunan CAO (Chief Analytics Officer) Bahadır Yılmaz, bütün gelişmiş analitik ve yapay zekâ stratejileri ile bunların geliştirilmesinden sorumlu. 2005’te girdiği İstanbul Teknik Üniversitesi’nden endüstri mühendisi olarak mezun olan Yılmaz, Milano’da yaptığı yüksek lisansın ardından ING’de çalışmaya başlıyor. 2011-2017 döneminde ING Türkiye’de yaptığı süreç geliştirme danışmanlığı, bugünkü görev alanı olan analitik ve veri yönetiminde çözüm ve ürün geliştirmek için mükemmel bir bileşim oluşturuyor. 2017’de gittiği Amsterdam’da global görev alan ve 2023’te ING CAO’su olan Yılmaz, daha önceki görevlerinde dijitalleşme, dönüşüm, ileri teknolojiye odaklı olan görevinde bunların iş amaçlarının gerçekleştirilmesine yönelik olarak kullanılmasında deneyim kazanmasının faydasını burada görüyor. Yılmaz’ın bir diğer avantajı da şu anda başında bulunduğu ekibin kuruluşunda danışman olarak rol oynaması: Bu, daha sonra aldığı liderlik görevleri açısından iyi bir deneyim sağlıyor. Bir buçuk yıl önce başladığı CAO görevinde ING’nin operasyondan sorumlu başkan yardımcısına raporlayan Yılmaz, 40’ı Türkiye’de olan 400 kişilik bir ekibin başında.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nden (YTÜ) 2003’te matematik mühendisi olarak mezun olan Emre Danacı, ING’de çalışmaya bilgi teknolojilerinde yazılımcı olarak başladıktan sonra kredi risk analitiği iş birimine geçiyor. Özyeğin Üniversitesi’nde veri bilimi yüksek lisansı ve YTÜ’de MBA yaptıktan sonra katıldığı ING Türkiye’de, Pınar Abay’ın liderliği döneminde, üç yıl boyunca CEO ofisinde strateji yöneticisi olarak çalışıyor. Bu dönemde banka, risk analitiği algoritmaları ile kredi karar sistemlerini baştan aşağı yeniliyor ve Danacı bireysel kredi risk analitiklerinin başına geçiyor. Daha sonra tahsis ekiplerinin kendisine bağlanması ile süren sekiz yıllık yolculuğun son iki yılında ticari bankacılığa kadar olan işletme bankacılığı (business banking) da Danacı’ya bağlanıyor. 2022’de Yılmaz’ın globaldeki CAO pozisyonu Türkiye’de açıldığında bu pozisyona atanan Danacı, 2024 başında kariyerinde yaşadığı gelişmeyi “Türkiye’de uzun yıllardır hayalini kurduğumuz HUB’ın açılışını Şubat 2024’te gerçekleştirdik. İkinci bir görevim daha var. Birden fazla görev yapmak ING içinde desteklenen bir yapı. İkincisinde de Yılmaz’a raporlayacak şekilde analitik başkanı olarak çalışıyorum” diyor.
Her ikisinin rolleri, geleneksel bankacılıktan dijital bankacılığa geçişte değişme ve değiştirme boyutları ile dikkat çekiyor. Yılmaz, “ING’nin Türkiye gibi 10 ülkede bireysel bankacılığı ve 40 ülkede de kurumsal bankacılığı var. Türkiye’de Pazar payı olarak biraz daha geriden gelen durumda olsak da ING, Avrupa’nın en büyük bankalarından biri. Hollanda’da pazarın yüzde 50’si ING müşterisi ve birinci banka durumundayız. Almanya, İspanya ve Belçika’da ilk beşteyiz; Avustralya, Polonya ve İtalya’da üst sıraları zorluyoruz” diyor. Belçika ve Hollanda’da büyük ve köklü banka geleneği doğrultusunda tamamen şubeli bankacılık yapan ING, diğer ülkelere gidip bankacılık sistemi kurarken direkt bankacılık denilen dijital bankacılık modelini kullanıyor.
Yılmaz, “ING’nin direkt bankacılıktaki stratejisi, mobil ya da internet üzerinden kişiye özel hizmetler sunmaya ve müşteri yolculuklarını arada takılma olmadan ilerleme üzerine kurulu. Faydalı olduğu yerler bulunduğu için bir şube olsun deniliyor ama esasında dijital olarak verilen hizmetlerin uçtan uca kurgulanması hedefleniyor. Bankaya gitmeye gerek kalmadan Turuncu’yu her yerden açmayı sağlayan e-Turuncu bunun örneklerinden biri” diyor.
Bu müşteri edinimi ya da kredi verme süreci dijitalleştirilmeye çalışıldığında analitik devreye giriyor. Yılmaz, buradaki değişimi, “Üç yıl önce Hollanda’da bireysel kredi sadece şubeye giderek alınabiliyordu. Biz orada çeşitli algoritmalar, analitik çözümler ve yapay zekâ kullanarak kredilerin yüzde 60-70’ini beş dakikanın altında verilebilir hale getiriyoruz. Kararı verme ve hizmeti sağlama konusunu müşteri için nasıl daha hızlı yapabileceğimize odaklandığımız bir veriyi kullanma teknolojisi uyguluyoruz” diyor.
Bunu yaparken sadece müşterinin izin verdiği verilerin kullanılabilmesi işi daha ilgi çekici hale getiriyor. Yıllarca bu konuları anlatırken kullandığım Facebook’ta işlerin kötüye gittiğinden yakınırken Brezilya fotoğrafları paylaşan adama kredi vermemek gerekir esprisi, KVKK ve GDPR’ın koşulları nedeniyle bu verileri izinsiz kullanamayan bankalar için fıkra olmayı sürdürüyor. Türkiye’de de işlemlerin yaklaşık yüzde 90’ını dijitalden yapmaya olanak tanıyan ING, portföy yöneticisini mobile taşıyan “cebimdeki danışmana” kadar servis çeşitliliğine de sahip. Bu, dijital bankacılık anlamında ilgi çekici olsa da, Kredi Kayıt Bürosu gibi bir kurumun bulunmadığı Hollanda’da gelir/gider, para hareketleri ve başvuru sahibinin para biriktirebilmeye ne kadar elverişli olduğuna kadar çeşitli verilere bakılarak yapılan analitik bana değişimi anlama açısından daha cazip görünüyor.
Beş 10 sene önceki modelde, kredi başvurusu yapan kişi gelirinden kendi evinde ya da kirada oturmasına kadar birçok şeyi beyan ediyor ve banka da bunu inceleme için belgelendirmesini istiyordu. Buna bağlı olarak dosya ve dosya masrafı gibi kavramlar hayatımızda yer alıyordu. Yılmaz, bugün bankanın kendi müşterisinin hesaplarını veri olarak alan yapay zekânın burada hızla çözüm bulmak için iyi bir yardımcı olduğunu söylüyor. Ancak bunu yaparken müşterinin ya da başvuru sahibinin belirli bir işlev ya da süre için izin verdiği verinin kullanılması mümkün oluyor ve Facebook’tan izlemek bunların arasında yer almıyor.
Bunun mutfakta aşçılık yapmaya benzediğini söyleyen Danacı, “Her ülkenin kendi regülasyonları ve kısıtları olsa da bütün oyuncular benzer yapıdaki malzemeye ulaşabiliyor ve oradan en iyi yemeği çıkartmaya çalışıyor. Elinizdeki insan yetkinliği ile birlikte arkada kullandığınız araçları çözüme giderken ne kadar iyi kullandığınız; oluşturduğunuz bir çözümü günlük hayatta veriyi odağına koyarak nasıl daha iyi bir yolculuk kurguladığınız, sonucu etkiliyor” diyor. Türkiye’deki olanaklarla bireysel kredilerinin yüzde 99,9’unu otomasyonla verdiklerini ifade eden Danacı, bu çözümün, kredi verme işini sürekli aynı şekilde yapmayı sağlayan nitelikte olduğunu da kaydediyor.
Beş ülkede bulunan HUB’lar, operasyon, teknoloji ve analitik/yapay zekâ olmak üzere üç alana odaklanarak bu çözümlerin global olarak geliştirilmesini sağlıyor. ING’nin yatırım yaparak iştirak olarak kurduğu uzmanlık merkezleri olan HUB’lar, odaklı yapılar ve buradaki uzman ekibin yarattığı ürünü coğrafyadan bağımsız bir şekilde bir ülkenin dinamiklerine uygun şekilde uyarlanmasını sağlıyor. Bu, teknoloji şirketlerinin çalışma tarzını çağrıştırıyor ve organizasyonun eşit bir şekilde kurgulanmasıyla her ülkede eşit servisler sunulmasına olanak tanıyor.
Türkiye’deki HUB, Türkiye’den ING’nin perakende bankacılık yaptığı Türkiye dışındaki dokuz yabancı ülkeye hizmet veriyor. Sekiz Avrupa ülkesi ve Avustralya’nın oluşturduğu bir coğrafyaya hizmet veren yapı, bir hizmet ihracatçısı kimliğine sahip. Türkiye’nin ihtiyaçları düşünüldüğünde bu kimlik bizi en fazla ilgilendiren boyut gibi görünüyor.
ING’nin yüzde 100 sahibi olduğu HUBS yapısının Polonya, Romanya, Slovakya, Filipinler ve Türkiye olmak üzere beş ülkede farklı alanlara odaklanmış yapıları bulunuyor. Bu yapılar bir dış kaynak şirketi olarak değil, bir ülkede bir projeyi yapan ekibin uzantısı olarak çalışıyor. Telekomünikasyon olanaklarını kullanarak başka bir ülkedeki ekibin parçası ya da uzantısı olarak farklı bir ülkedeki çözümün uzmanlığı ile iş yapmak, hizmet ihracatının ötesinde bir anlam ortaya çıkıyor. Bu, Türkiye’deki yetenek havuzunun global işgücünün bir parçası olarak konumlanması anlamına geliyor ve çok daha büyük bir değer önermesi taşıyor.