Cuma gecesi Merkez fonlaması kaçtaydı? 14,56. Tek harekette politika faizini yükselterek kuru tutma şansını kaçırdığı –ama aynı gün geç likiditeyi 14.75 yaparak üst sınırı koyduğu- zaman fiili faizin buraya kadar çıkacağını çoğunluk düşünüyor muydu? Evet. Bu oldu mu? Oldu. Yine de kur yükselmeye devam etti çünkü zorunlu koşul –yeterli değil- olarak kapsamlı bir para politikası çerçevesi değişikliği ve ona uygun iletişim bekleniyordu. Sonuç: Hem faiz 700 puandan fazla artırıldı –yazı yazılırken 728 puan- hem de kur hızla yükseldi. Elbette geçen haftaya, faizlerin açıkça artırılacağı ve Ortodoks bir para politikasına geçileceği beklentisi oluşana kadar bu böyle oldu. Ondan önce 16 Temmuz’da 7.32 olan fiili fonlamanın yaklaşık 15 hafta boyunca adım adım yüzde 14,12’ye yükselmesi sırasında kur da artmaya devam etti. Rakamlar ortada: TCMB ortalama fonlama faizinin en düşük seviyesinde olduğu (7.32) 16 Temmuz günü dolar kuru 6.85, sepet kur 7.33. Kurun son düşüş öncesi en yüksek kapanış seviyesi 6 Kasım günü: 8,47 dolara karşı, 9,25 sepete karşı. O gün fonlama maliyeti ne kadar? 14.12. 7.32’den 14.12’ye gelinen 16 Temmuz- 6 Kasım arası 15 haftalık dönemde faiz 680 puan artarken kur nereden nereye gelmiş? Faiz artarken kurun stabilize olması beklenmez mi? Ama olmamış, tam tersi olmuş. Şimdi bu dönemde oluşan “köpük” erimiş durumda.
Bu hafta politika faizi 10.25’ten 14.75’e çıkarılırsa ne olur? Çok fazla bir değişiklik olmayacağı düşünülebilir çünkü Merkez zaten adım adım geldiği yeri teyit etmiş olur. Böylece diğer pencerelere bakılır ve fiili fonlama kaçtan olacak hesabı yeniden başlar. Aslında politika faizini 200 artırdığı gün bir fırsat kaçırdı; 300 yapsaydı o gün için hesap doğru olacaktı. Politika faizi geç likiditeye geleceği için o ana kadarki en yüksek fonlama faizini taban yapmış olacaktı. Üstelik sürpriz artış olduğu için etkisi de büyük olurdu.
Dolayısıyla 450 puanlık politika faizi artışı aslında artış anlamına gelmiyor çünkü sonrasında hangi pencerenin kullanılacağı önemli. Fiili faiz 10.25 değil 14.56 ve 14.75 olması gün meselesi olduğu için 450 puanlık politika faizi artışı ek bir artış olmayıp mevcut durumun adının konması demek. Yine de bu hareketle kararlı bir mesaj verilmiş sayılabilir. Tek seferde yapılacaksa yetmeyebilir ancak 400-450 puanlık artış yapıp devamı gelebilir şeklinde net bir açıklama yapılırsa iyi karşılanacaktır. Ama “şimdilik 250-300 artıralım, bakalım ne olacak” yaklaşımı işe yarayacak gibi görünmüyor. Bu o derece açık ki fiilen 7.32’den 14.75’e giden bir yol açılırken olanın bitenin adını koymamak kurdaki hareketin önlenememesi sonucunu verdi.
Geçmişe bakalım: 2013 Ocak-2017 Ocak arası dönemde neler olmuştu? 22 Mayıs 2013’te Bernanke varlık alımlarını azaltacağız dedi ve sonrasında ‘taper tantrum’ oluştu. “Stresli yaz” geldi, “Kırılgan 5’li” içine girdik. Varlık alımlarının azaltılmasını Fed faiz artışı takip edecek diye bankalar portföylerinin riskine odaklandılar, en basitinden her yerde durasyon ve konveksite hesapları yapıldı. Gelişmekte olan piyasalar Fed faiz artışı başlayınca sermaye çıkışıyla karşılaşacak veya en azından faiz artırıp dolar-TL arası faiz farkını koruyarak cazip olmayı sürdürmek isteyecekler denildi. Sonuçta ne oldu? Gelişmekte olan piyasalar için çalkantılı ve bilanço küçülmesi/ faiz artışı risklerinin belirlediği bir dönem açıldı. TL çok etkilendi; hatta en çok TL etkilendi. Buna rağmen, yani o çalkantılı dönemle kıyaslarsak, sepet kura karşı 2013 Ocak-2017 Ocak arası dört yıldaki değer kaybı 2017 Ocak-2020 Kasım arası kaybın yaklaşık yarısı oldu.
Mesele sadece faiz artırmaktan ibaret değil. Bu noktada yapısal sorunlara vurgu yapıp ‘faiz artırmakla sorunlar çözülmez’ demenin anlamı yoktur; bu kadarını herkes biliyor. Artırmak gerekiyorsa artırılmalıdır ve daha önemlisi hem artırıp hem sonuç alamama durumuna yol açabilen yan yollara sapılmamalıdır.