4 Ocak 2024’te toprağa verdiğimiz Ferdi Tayfur’un dijital araçlar ve ekonomi ile bağlantısını kurarsam bozulmazsınız umarım. Ferdi Tayfur giderayak bilişim dünyasını temelinden sarsacak bir kavramı ortaya koydu. Bu olgu daha önce Silicon Valley Bank’in iflas etmesinde de kendisini ortaya koymuştu.
Sahi Silicon Valley Bank (SVB) neden battı? Startupların değerleri tavana vururken ve milyarlarca dolarlık etiketler üzerlerinden sallanırken bu kadar değerli ve değeri yükselen ürünlerin piyasasına yatırım yapmaya odaklanan bir banka neden batardı? 10 Mart 2023’te batan Silicon Valley Bank’in varlıkları 2022 sonunda 209 milyar doları buluyordu. ABD bankacılık tarihinin en büyük iflaslar listesinde üçüncü sırayı ele geçiren SVB, 2007-2008 finans krizinin ardından gerçekleşen en büyük iflas olma özelliğini de elde etti.
Bütün işletmelerde olduğu gibi bu iflasta da nakit akışının bozulması etkili olmuştu. Söylentiler ile tetiklenen bir panik ortamında çekilmeye çalışılan mevduatlar bu sonucu doğurmuştu. Wikipedia’da olayın tarihçesi var. Olayın ruhunu anlamak içinse, Edvard Chancellor’ın kapağında Finansal Spekülasyonlar Tarihi açıklamasıyla piyasaya çıkan Şeytan Sofrası kitabını tavsiye ederim. Bu kitabın önsözünde spekülasyon için tanımlanan akış, SVB’nin batış hikâyesini de ortaya koyuyor. Burada aktarmayacağım ama spekülasyonun tamamen insan davranışlarının manipüle edilmesi ile ilgili olduğunu bu önsöz ve kitap ile ilgili değerlendirmeler gösteriyor.
Spekülasyon ve manipülasyonun söz konusu olmadığı tek yer, ölümdür. Birinin ölüp ölmediği konusunda spekülasyon veya manipülasyon yapabilirsiniz ama ölüm gerçekleştikten sonra bunları yapma şansı yoktur. Ya da şöyle söyleyeyim, herkes içten içe ne olduğunu bilir ve bunu kendi yaşadıkları sayesinde bilir.
Sevgili dostum Caner Dınız’dan eşinin babası Ferdi Tayfur’un öldüğü haberini WhatsApp mesajı olarak aldığımda, yaşayanların yanında olmak istedim. Gelenin geniş bir kitleye atılmış bir mesaj olduğunu biliyorsunuz ancak buna karşın yanıt yazıyorsunuz. Garip bir insan tepkisi ve kötüye kullanıma açık bir tavır; siber güvenlik tarafında bu konuyu 2025’te daha fazla ele almam gerekiyor, diye düşündüm.
Ben kendi cenazelerimi kaldırırken WhatApp kullanımından ziyade telefonla sülalenin kadınlarını aramayı tercih etmiştim. Zaten daha çok iş kontaktları ile dolu olan WhatsApp’im bu tür bir iş için kullanmaya uygun değildi. Taziye kabulü içinse LinkedIn enteresan bir biçimde iyi bir mecra olarak karşıma çıktı; arkadaşların biraz SEO yapmasıyla 20 binin üzerinde görüntülemeye ulaştık. Ancak bunlar benim kontaktlarımdı ve hem babamda hem de annemde asıl hedef kitleye yani onların sevenlerine tam olarak ulaşmayı başaramamıştık. Ferdi Tayfur’un cenazesi, kendi sevenleri ile buluşturma noktasında çok daha başarılı idi ancak bu benim her iki alana da giremememe neden oldu. Yine de aktarmaya değecek izlenimlerim olduğunu düşünüyorum.
Atatürk Kültür Merkezi’nde 12:00’de (AKM) başlayacak saygı töreni için yola çıktım. Vardığımda törene 20 dakika vardı ancak salon tamamen dolmuş ve taşmıştı. Sevenleri Tayfur’u anmaya çoktan başlamıştı. Sonradan gelip içeriye giremeyenler ellerini havaya kaldırıp fotoğraf çekiyor ya da canlı yayın yapıyorlardı. Parmaklarının üzerinde yükselip salonda bir boşluk yakalayıp içeri girmek için yol bulmaya çalışanların sayısı oldukça fazlaydı. Birisi basına ayrılan yeri gözüne kestirdi ve “karşıda boş yer var” diye uzaklaştı. Birisi arkasından “Orada kameralar var, basına ayırmışlar, giremezsin” diye seslenirken o, “ben o kapıyı açtırırım” diyerek yola koyulmuştu bile. Ben aşağı inerken, yeni gelen birisi poşetinin içinden iki Ferdi Tayfur plağı çıkarıyordu. Ağlamaklıydı. Ferdi Tayfur’u uğurlamaya plakları ile gelmişti. Dijital müzik dinleyicileri bilmezler ancak plakların karton kabı ıslandığı zaman hem kendisi harap olur hem de tasarımı nedeniyle tam kurutamadığınız için bir süre sonra plağın üzerinde küf oluşur. Cep telefonunda tuşa basmaktan farklı bir ritüeldir, plak taşımak. Zarar görebileceği için değerlidir ve plağın taşınması iyi yönetilmesi gereken bir süreçtir. Sevmesen yapamazsın.
AKM’den ayrılıp biraz zaman öldürdükten sonra Levent’teki Barbaros Hayrettin Paşa camisine gittiğimde de yine kalabalıktan olay yerine yaklaşamadım: Ne kadar çok seveni varmış. İnsanlar çevredeki yükseltilerin üzerine tırmanıp izliyor ya da fotoğraf-video çekiyorlardı. Metronun girişi bunlardan biriydi. Bir yandan düşmemek için dengesini sağlamaya çalışırken cep telefonuyla çekim yapanları gıpta ile izledim. Vatandaş gazeteciliği ile ilgili beklentilerimizi yükseltmemiz gerektiğini düşündüm. Bir yerinden kalabalığa katılabilirdim ama biraz uzaktan izlemeyi uygun gördüm.
Bunu yaparken Beşiktaş atkılıların yoğunluğu dikkatimi çekti. Dikkatli baktığımda, üzerinde Ferdi Tayfur’un resminin ve adının bulunduğunu gördüm. Yıllardır çevik ve esnek üretim üzerinde yazarım; bu kadar çevik bir üretim yaparak cenazeye yetiştirme örneği aklıma gelmemişti. AKM’de Galatasaray renkleriyle yapılan versiyonlarını görmüştüm; Levent’te her rengi vardı. Buradan Fedi Tayfur’un sevenlerinin dar bir zümre değil, farklılıkları olan ama Tayfur’da birleşen bir kitle vardı. Bunu hedef alan üreticiler farklı renkleri kucaklayarak üretim yapmayı tercih etmişlerdi ya da zorunda kalmışlardı. Her halükarda, ticaret sosyalleşmişti. Başlıktaki sosyal ticaret ifadesi bu yüzden orada ama ticaretten çok daha büyük bir anlam taşıyor.
Cenazeye saygısızlık olarak kabul etmeyin; bu teknoloji bağlantılarını kendi bakış açımı şekillendirmek için de yazıyorum. Yıllardır teknoloji üzerine yazan biri olarak şunu söylemeliyim: Biz teknolojinin olanaklarını gökten inmiş gibi anlamaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Bu da bizi bu işi hakkıyla yapmaktan uzaklaştırıyor. Aynı zamanda teknolojiyi bildiğini söyleyen kişilere tapınma derecesinde bağlanıp kendi kimliğimizden uzaklaşmamıza neden oluyor.
Teknolojiyi farklı yorumlamamız gerekiyor. Daha önce zanaatkârlığı kitlesel pazar için ve seri üretim tarzında yeniden üretecek bir araç olarak değerlendirdiğim teknolojiyi, bu cenaze töreninden sonra herkesin kendi renginde katılabileceği bir toplu eylemin aracı olarak görüyorum. Ferdi Tayfur’a bu konudaki katkısı için teşekkür etmek isterim. Kendi etrafında yarattığı bu sevgi çemberini, teknolojide otomasyondan yapay zekâya kadar yeni stratejimizi belirlerken bir faktör olarak ele almamız gerekiyor. Bu da bu uğurlamadan benim kendi adıma aldığım bir ders oldu.
Ferdi Tayfur’un cenazesinde dikkatimi çeken bir olgu da, medyanın nasıl değiştiği oldu. Eskiden olsa bu tür bir törene katıldıktan sonra insanlar, televizyon karşısına geçip kendilerinin görüntüde çıkıp çıkmadığı başta olmak üzere ne olduğunu izlerlerdi. Bugün geldiğimiz noktada cep telefonları sayesinde herkes izleyici değil, bilfiil içerik üreticisi haline geliyor. Bugünün medyası genelde tek kamera ile çekim yaparak içerik üretirken, Tayfur’un cenazesinde yüzlerce cep telefonu ile hatıra üretildi. İnsanlar bunu, kollarını bacaklarını kırma riskini bile göze alarak yapıyorlardı çünkü hayatların parçası olmuş biri ile ayrılıyorlardı ve bunu ölümsüzleştirmek istiyorlardı. Rakamsal şeyleri bir kenara bırakırsak, insanların hayatlarının parçası olmayı başarmış bir sanatçının aldığı bu kapsama bize medyayı nasıl yeniden şekillendirmemiz gerektiğini de gösteriyor. İnsanlar hayatlarının parçası olana hak ettiği değeri verip onu kucaklıyorlar. Yeni medyanın bu sosyallik üzerine inşa edilmesi gerekiyor.
Tam da bu noktada ne anlatmak istediğimi bir örnekle açıklayayım. Apartman komşumuz ve eski apartman yöneticimiz Ali Yayla, birikimi çok fazla olmasına karşın bunu sosyal medyada paylaşma konusunda lider kategorisinde olmayan biri. Babam sağken de tanıştığımıza göre en az 30 yıldır aynı apartmandayız ve sürekli ayaküstü sohbet ediyoruz. Biz bir kere onlara çay içmeye gitmeyi başardık. Daha fazlasını beceremedik. Ali Ağabey, Facebook’ta bir Ferdi Tayfur yazısı yazmış ama aslında kendi tarihini paylaşmış. Yazının tamamını Ali Yayla profilinden okuyabilirsiniz ama ben belirli bölümlerini affına sığınarak buraya alacağım.
“İlk defa sırılsıklam memleket özlemi ile kavrulma tecrübemi yaşadığım, ne için ve hangi amaçla geldiğimi bilmediğim İstanbul'da, Paşabahçe’den bindiğim vapurla Köprü’ye (Eminönü) giderken vapurun büfesinde çalan kasetçalardan duydum sesini. O vapur seyahatimde girdi Ferdi Tayfur hayatıma... "Çeşme" isimli 45’liği daha yeni çıkmıştı. Henüz kaset çıkarma dönemi de değil. Plakçıya kaset veriyorsunuz, plakçı size istediğiniz şarkıları kaydediyor...
Şarkının,
"Gönülden gönüle gözler yol bulur
Aşıkların yüreğinde ateş kor olur
Bir garibim bu yerlerde vuran çok olur
Gelmez olaydım, güzel yüzüne bakmaz olaydım."
kısmı benim içim tam öldürücü darbe.
Garibiz ya...
Gurbetteyiz ya...
Vuran olmasa da güya aşığız ya...
Vapurdan köprüye ayak bastığımda o yılların Eminönü'nde karışık şarkılar kaydedilmiş kaset satan büfelerin tamamında çalan "Çeşme" şarkısını dinledim dinledim.
Şimdi bile çözemediğim bir şekilde bu şarkıda kendimden bir şeyler buluyordum.
Köye geldiğimde de dinlemeye devam ettim Ferdi Tayfur'u.
Hatta "Paşa" yeğenim zaman zaman bana hâlâ "Ferdici" der.
Ferdi Tayfur'un bende asıl tesir bırakacak anının parçası olduğu yıl 1994 yılıdır. O yıl arkadaşım, kardeşim Kemal Hasan Karnal, meleğin insan hâline bürünmüş örneği diğer kardeşim, Kemal'in eşi Zerrin (mekânı cennettir), ben ve eşim Gül'le, henüz dört yaşındaki kızım Edanaz Yayla, Avşa'ya, ortak bir arkadaşımızın babasının yazlığına gitmiştik. Tatilin bittiği son gece, tek katlı evin teras, balkon, bahçe karışımı çıkıntısında son akşam yemeğimizi yemiştik. Kemal 50'lik almıştı. Onunla idare ediyordu. Haram diye alkol kullanmayan ben de arkadaşıma, daha az haram olan bira ile eşlik etmeye çalışıyordum.
O şarkı bu şarkı derken sıra "Emmioğlu"na gelecekti elbette...
Kaldığımız ev sitenin son eviydi ve dağın eteğindeydi. Her "Ben de bu dağların nesine geldim?" sorusunu sordukça dağlara doğru bağırıyorduk.
Demek çok güzel bağırıyorduk ki; yarım insan boyu yükseklikte bir duvarın ayırdığı komşu terastan Sirkeci esnafı amcanın bir şişe rakı uzatıp, "O sizi kesmez gençler. Bununla devam edin. Benim için de söyleyin" deyişini hatırlıyorum.
Ferdi Tayfur, kendini var eden bir vatandaştı. Ünlü oluş hikayesi, sonu mutlu biten Türk filmi gibi.
Herkesin ruhunda bir iz bıraktığını sanıyorum.
En azından bende iz bıraktığını söyleyebilirim.
O da bir fanî idi. Her fanî gibi göçtü.
Ruhu şad olsun.”
diye yazıyor Ali Ağabey.
Ali Ağabey.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) konservatuarında öğretim görevliliğinden emekli olan Ali Ağabey bir başka postunda da, “Sevgili dostum, öğrencim Ali Suat Tükel konservatuarda yaptığı bir ödevini şöyle bitirmiş:
‘1950'lerde Verdi geldi.
1970'lerde Ferdi geldi.’”
diye aktarıyor.
Bunları, yeni medyanın örnekleri olarak aktarıyorum çünkü yeni ekonomi, insanların marka ve birbirleriyle etkileşimi üzerine şekillenirken bu tür özel bilgi, asıl değer taşıyan unsuru oluşturuyor.
Biz altına hücum çağında büyük olanın kazma satan dükkânlar olduğunu sanırken asıl altın çıkarma macerasını ıskaladık. Oysa altın çıktığı söylenen yerlerde sadece kazma kürek satan dükkan kurulmadı; daha sonra şehre dönüşecek olan kasabaların temeli de atıldı. Bunların bir kısmı yeterli altın çıkmadığı için terk edilse bile, kalanlar ekonomik faaliyetin çok daha güçlü olduğu ölçekleri yakaladı ve bugün ekonomileri kaç kazma satıldığı ya da kaç kilo altın bozdurulduğu ile ifade edilmiyor.
Türkiye’nin gözden kaçırmaması gereken bu noktayı elektronik ticaret ile sosyal ticaret arasındaki farkı algılama zorunluluğu oluşturuyor. Sipay’in sosyal ticaret konusundaki postunda (https://sipay.com.tr/sosyal-ticaret-nedir-ve-neden-onemlidir/) sosyal ticaretin önemi “Ürün gönderileriniz mevcut müşterileriniz tarafından paylaşıldığında, onların sosyal ağları sizi keşfederek başka türlü ulaşamayacağınız bir hedef kitleye ulaşmanızı sağlar. Bu, talep oluşturmak için hedeflenen reklamlarla birleştiğinde, güçlü ve uygun fiyatlı bir satın alma stratejisi oluşturur. Müşterilerinizi satın alma aşamasından etkileşim aşamasına taşımak, çevrimiçi marka topluluğunuzun devreye girdiği yerdir. Markalı hashtag’ler ve kullanıcı tarafından oluşturulan içerik gibi daha az yoğun sosyal ticaret stratejileri, markanız etrafında heyecan yaratan mükemmel müşteri etkileşimi oluşturma araçlarıdır” şeklinde ifade ediliyor.
T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Türkiye’de nüfusun yüzde 67,4’ünün sosyal medya kullanıcısı olduğunu söylüyor. Worldef’in 27 Ağustos 2024’te yayınladığı içerikte “Son 12 ayda internet kullanan bireylerin internet üzerinden özel kullanım amacıyla mal veya hizmet satın alma ya da sipariş verme (e-ticaret) oranı, 2023 yılında yüzde 49,5 iken 2024 yılında yüzde 51,7 oldu” ifadesi yer alıyor. Arada yaklaşık 16 puanlık fark olduğuna dikkatinizi çekerim. Yıllar önce Fortune Türkiye’de çalışırken de bu konu ile ilgili rakamlara bakmıştım ve yine sosyal ticaret daha yukarıda çıktığı için burada bir ticaret potansiyeli olduğunu yazmıştım.
Bunu yazmak için neden bu kadar uzun Ferdi Tayfur yazdın diye sorarsanız, şu yanıtı veririm: Sosyallik de ticaret de insanlar arasında gerçekleşir. Teknolojiyi kullanarak –örneğin cep telefonunun video çekme özelliğini kullanarak ya da WhatApp grubunda paylaşım yaparak- etkinizi artırabilirsiniz ancak üzerinde etki yaratmaya çalıştığınız insanların kendi duygu ve beklentilerine hitap eden Ferdi Tayfur gibi insanların etrafında toplandığına dikkatinizi çekerim. Bunu bilerek işinizi iyi ve doğru yapın. Başa dönersek, Silicon Valley Bank (SVB), çok değerli varlıklar olan startuplar üzerinden bankacılık yapmaya çalıştığı için battı. Daha önce yazdığım Plug & Play de, farklı bir yol izlediği için bu kadar başarılı. Buradan Ferdi Tayfur etkisi ile toparlamak isterim.
Üzerinde Ferdi Tayfur resmi bulunan atkıyı sattığınızda da, onun videosunu paylaştığınızda da alıcı aslında Ferdi Tayfur’un sevenidir. Bu yanıyla Ferdi Tayfur, aramızdan ayrılırken bize işimizi nasıl daha iyi yapabileceğimizi de anlatıyor. Teknoloji kullanarak mucize yaratmaya çalışmayın; ışığınız varsa, geri ya da ileri teknoloji bunun yayılmasını sağlayacaktır. (Ali Ağabey’in plaktan kasete çektirdiği şarkıları dinlemesinde olduğu gibi…)
Işıklar içinde uyusun.