Felsefe ile ekonomi arasındaki ilişkinin çok anlaşıldığını düşünmüyorum. Almanların büyük markalarından önce büyük filozofları vardı. Bir ülke düşünürleri kadar zengindir. Filozofları/felsefecileri olmayan bir millet kısırdır, ilerlemesi mümkün değildir. Hayata dair her mesele, felsefenin objesidir. Felsefe meta sorularla ilgilenir. Felsefe sadece ekonomiyi değil hayatın her kulvarını etkiler. Filozofların kuramları yukarıdan aşağıya bilimi, sanatı, edebiyatı ve inovasyon dahil tüm günlük pratiklerimizi etkiler. Felsefenin sadece düşünsel bir faaliyet olarak nitelenmemesi gerekir. Bazı filozoflar dünya görüşlerimizi ve hayatlarımızı değiştirecek kadar etkili olmuştur. Bunların en başında kuşkusuz Karl Marx gelir. Marx sırça köşkünde teori üreten bir filozof olmadı. Bir gelecek vaadi ve iddialı önermeler ile siyaset felsefesini geliştirmiştir. Karşı cephede Adam Smith’in ekonomist değil filozof olduğunu unutmayalım. Felsefenin ortaya attığı önermeler ve kuramlar bilime yön verir. Diğer bir değişle, bilim insanlarının baz aldıkları felsefi diskurlar, araştırmalarını şekillendirir. Özellikle ekonomi dahil sosyal bilimler, felsefeden en fazla etkilenen alanlardır. Bilimsel araştırmalarda kullandığımız pek çok metot ve yöntem filozofların düşünceleri ile ortaya çıkmıştır. Örneğim Hume ampirik araştırma yönteminin oluşmasında öncül isimlerdendir. Fenomonoloji, diğer bir filozof Husserl’in kurduğu bir alandır. O’na uğramadan fenomonolojik bir araştırma yapılamaz. Felsefe-bilim ayrımı aydınlanma ile beliren son derece modern bir gelişmedir. Öncesinde pek çok filozof aynı zamanda bilim insanıdır. Filozoflar ilk kazıları yapanlardır. Onların açtığı yoldan bilim devam eder. Bertrand Russell’ın “bilim; bildiklerimiz, felsefe ise bilmediklerimizdir” sözü bu noktaya işaret ediyor. Bilim çok dar bir alanda çok küçük adımlarla ilerler. Bir araştırma kapsamında evrenin tüm problemlerine yanıt bulamayız. Tam tersi, bilimde daha önce bildiklerimizden hareketle (literatür) çok dar bir kulvarda çok spesifik bir soruya cevap bulmaya çalışırız. Felsefe ise bilmediğimiz varoluş (ontoloji), bilginin kaynağı (epistemoloji), ahlakın kaynağı (etik), Tanrı, ruh, beden, zihin, anlam, amaç, yaşam ve yönetim şekli gibi büyük konularla ilgilenir.
Felsefede biriken literatürü ve teorileri özellikle sosyal bilimciler kendi alanlarına transfer ederek araştırmalarında kullanır. Sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi alanlardan sonra söz konusu teori ve kuramlar çok başarılı ise yönetim bilimlerine uğrar. Örneğin Maslow hiyerarşisini popülarize eden Amerikalı yönetim danışmanlarıdır. Bu tip yöntemler, metotlar, konseptler organizasyonları ve markaları büyütür. Sosyal bilimlerde baskın doktora türü olan PhD derecesindeki P’in felsefe (philosophy) anlamına geldiğini unutmayalım. Mesela, Steve Jobs’ın Apple’ın geri dönüş hikayesinde, özellikle iPhone’un ortaya çıkışında Harvard profesörü Clayton Christensen’in teorilerinden çok etkilendiğini biliyoruz. Christensen bir ayağı sahada, çok önemli bir düşünür ve akademisyendir. Kendisinin önermelerinde derin felsefi bağlar olduğu görülür. Örneğin ihtiyaç bazlı inovasyonu anlatırken kullandığı “ihtiyaçların genelde hiç değişmediği ve ama çözümlerin değiştiği” ifadesi, altı felsefe dolu bir cümledir. Bu cümlede arkeolojik kazı yapabilmek için ihtiyaç nedir sorusuna bir yanıtımız olmalı. İstek, ihtiyaç ve arzu kavramlarını mukayeseli olarak iyi bilmeniz gerekiyor. Arzu; Spinoza, Freud, Lacan gibi pek çok filozof ve bilim insanını çok meşgul etmiş bir kavramdır.
Hülasa, felsefeyi 3-5 kişinin kendi halinde uğraştığı ve hayatın karanlık odalarına hapsettiğimiz bir mevzu gibi algılayamayız. Bir ekonomistin neoliberal teorileri geliştirmesi ya da test etmesi için Karl Marx, Adam Smith gibi siyaset felsefecilerini ya da Joseph Schumpeter ve Keynes gibi politik ekonomistleri çok iyi bilmesi gerekir. Tarih boyunca düşüncenin geliştiği, fikirlerin özgürce tartışıldığı, farklı görüşlerin çarpıştığı topraklarda ekonomik gelişim ve refah artışı görülmüştür. Hollanda’nın kalkınması temelde bu ilkeye dayanır. Tarihin en dahi filozoflarından Spinoza’nın ailesi Yahudi düşmanlığından dolayı Portekiz’den Hollanda’ya göç etmiştir. Hegel, Spinoza için “ya Spinoza’cısınızdır ya da filozof değilsinizdir” der. Düşünce insanları nerdeyse atılım oradadır. Bunun farkında olan Osmanlı, orta çağda İspanya’dan kaçan Yahudi elitlere kapılarını açmıştır. Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında Dil, Tarih, Coğrafya ve Ankara Siyasal dahil pek çok fakülteyi böyle akademisyenlere kurdurmuştur. Eğer ekonomik olarak gelişmek istiyorsak felsefeyi yasaklamak, tu kaka yapmak yerine önünü açmak zorundayız. Global markalar global düşünürlerle çıkar. Ekonominin büyümesi için müteşebbisler kadar felsefecilere ve akademisyenlere ihtiyacımız var. Akademisi kadük bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Kant, Hegel, Marx, Schopenhauer, Nietzsche gibi isimleri çıkartabilen bir toplum Mercedes, Adidas, Hugo Boss, BMW, Puma, Bayer, Siemens gibi markaları da çıkartır.