Deprem, 6 Şubat gecesi sabaha karşı hayatımızı değiştirdi. Şimdi depremin üzerinden bir ayı aşkın bir süre geçti ve hala ortada bir toparlanma stratejisi, kentlerde hayata dönüş planı yok. Ne var? Keşmekeş.
Deprem, hazırlıksızlığımızı ve kurumsal altyapımızdaki aksaklıkları görünür hale getirdi. Deprem bölgesindeki imar planları ve inşaatlar konusunda daha duyarlı olmuş olsaydık, ilk 72 saatte arama/kurtarma için yapılacaklar için hazırlıklı olsaydık, can kaybımız çok daha az olabilirdi. Olmadı. İdarenin beceriksizlikleri felaketin boyutlarını büyüttü. Rezaleti gördük. Bizdeki hükümet sisteminin manasızlığını ayan beyan ortaya koydu bu felaket.
Artık depremin üzerinden bir ay geçti ve şimdi deprem bölgesinde hayata dönüşe odaklanma zamanı. Peki, hayata dönüş konusunda manalı bir hazırlık var mı? Hayır. Ben orada da bir keşmekeş görüyorum. Peki, aynı kurumsal kapasite eksikliği toparlanma sürecinde de Türkiye’yi aşağıya çeker mi? Evet. Bakın toparlanma için bunu da düşünmek lazım şimdiden.
Hayata dönüş, bölgenin beceri setinin gerilemesine göz yumarak olmaz. Hayata dönüş konusunda ortada bir strateji olmamasının en iyi göstergesi nedir? Geçici koruma altındaki Suriyeliler ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına farklı müşevvikler sunulmasıdır.
Deprem sonrası yapılan düzenlemeye göre, geçici koruma altındakiler 90 günlüğüne deprem bölgesi dışında bir yere gidebilirler. Not edeyim. Suriyelilerin 90 gün içinde bölgeye geri dönmemeleri halinde mevcut statülerini kaybetmeleri söz konusudur. Aynı durum sınırı geçerek Suriye’ye geri dönenler için de geçerli. Altı ay içinde bölgeye geri dönmeleri halinde mevcut statülerini koruyacaklar. Nedir? Geçici koruma altında olanlar belli bir süre içinde bölgeye geri dönmek zorundalar yapılan idari düzenlemelere göre.
Peki ya, bölgede mukim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları? Hâlihazırda deprem travması nedeniyle malını mülkünü bırakarak bölgeyi terk etmiş olanların belli bir süre içinde bölgeye geri dönüşlerini teşvik edecek herhangi bir düzenleme yok. Onların gittikleri illerde kendilerine yeni bir hayat kurmaları halinde, bölgeye geri dönmelerini yeniden düşünmelerini sağlayacak bir düzenleme yok.
Doğrusu ben idarenin bu iki gruba asimetrik yaklaşmasının ortada kapsamlı bir hayata dönüş planı olmadığına delil teşkil ettiğini düşünüyorum ve bunu son derece yanlış buluyorum. Eğer bir an önce tedbir alınmazsa geçici göç, kalıcı göçe dönüşecek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için.
Şimdi ne oluyor? Bölgeden Konya’ya göçen kaynakçı, aşçı ile ilgili anekdotların sayısı her geçen gün artıyor. Bursa’dan, Sakarya’dan deprem bölgesinden nitelikli personel arayan çağrılar artıyor. Bölgeden Denizli’ye otobüs kaldırılıyor. Ne oluyor? Bölge illerinin beceri seti bir nevi başka yerlere doğru akıyor. Neden? Ortada deprem bölgesinde hayata dönüş için ileriye yönelik kapsamlı bir politika çerçevesi olmadığı için elbette.
İsterseniz yandaki grafik üzerinden anlatayım. Grafik farklı illerimizin beceri setlerini birbirleri ile kıyaslamamıza imkân veriyor. Yatay eksen her bir ilin beceri setine dayalı rekabet gücünü, dikey eksen ise mevcut beceri setlerinin getirdiği başka sektörlere sıçrama potansiyeline işaret ediyor. Grafik, SGK verilerine dayalı olarak yapılmış. Nedir? Bir ilin iktisadi potansiyeli o bölgede yaşayanların sahip olduğu beceri setine bağlıdır. Bu analizi ilçe bazında da yapabiliyor TEPAV iktisatçıları, onu da ifade edeyim. Ancak bugün için meramımı il bazında bir analize dayalı olarak anlatabilirim.
Depremden en çok etkilenen illerden Hatay, Adana ve Gaziantep gibi imkân seti geniş, potansiyelini değerlendirebilmek için doğru politikalara ihtiyaç duyan bir il. Adıyaman ise potansiyeli daha sınırlı, atılım yapabilmek için stratejik seçimlere ihtiyaç duyan bir il. Bu illerin potansiyelinin kaynağı hep o ilde mukim çalışanların beceri setleri. Şimdi işte tam da o beceri setinin başka illere doğru hareketlendiği bir dönüm noktasınayız.
Peki, bu neden önemli? Neden bir dönüm noktasındayız? Amacımız deprem sonrasında bu kentleri eskisinden daha güçlü bir biçimde yeniden hayata döndürmek ise bu bölgedeki işletmelerin üretim sürecini bir bütün olarak dikkate almak ve hayata dönüş stratejisini buradaki ihtiyaçlara dayalı olarak tasarlamak gerekiyor. Nedir?
İşletmeleri hayata döndürmek için kentteki nitelikli iş gücünü kentte tutmak gerekiyor. Yoksa depremle birlikte Adana ve Gaziantep dâhil deprem bölgesindeki bütün illerde bir beceri seti erozyonu beklemek gerekiyor. Demin asimetri dediğim işte buydu.
Bir fabrikanın hayata dönüşü için binanın hasarsız, makinelerin işler halde olması yeterli değil. Şirketin borç ödemelerinin ertelenmesi ya da silinmesi de yeterli değil. Öncelikle nitelikli çalışanlarının iş başı yapmaya hazır olması gerekiyor.
Ne demek? Öncelikle deprem travmasına rağmen o kentte kalmaya hazır olması gerekiyor çalışanların. Sonra çalışanların ve ailelerinin sağlıklı geçici barınma imkânlarına kavuşmuş olmaları gerekiyor. Altyapısı tamamlanmış geçici barınaklar olmalı. Aile rahat olacak ki çalışan huzurla işine dönebilsin. Yaptık mı? Hayır.
Üçüncüsü, çocukların okula dönmesi için geçici okulların açılması, öğretmenlerin iş başı yapması gerekiyor. Dördüncüsü, herkesin ihtiyacına cevap verecek geçici sağlık ocaklarının hizmete girmesi gerekiyor. Doktorların görev başında olması son derece önemli.
Beşincisi, güvenlik hizmetlerini verecek polisin, jandarmanın, askerin görev başında olması gerekiyor. Yoksa kim orada oturur? Lojistik hizmetlerinden, limanların yeniden devreye girmesinden, depolardaki mamul ve yarı mamul mal envanterinin tamamlanmasından, fırınların çalışmasından, otobüs ve tren hizmetlerinin başlamasından, elektrik ve sudan hiç bahsetmiyorum.
Nedir? Bir fabrikanın faaliyete dönmesi demek öyle tek bir fabrikanın işe başlaması filan değildir. Bütün şehir işlemeye başlamadan o fabrika işletmeye alınamaz. Hayata dönüş için kapsamlı bir strateji gerekir dediğim işte bu.
Önce şuradan başlayacağız işe: Bu bölgede iktisadi aktivitenin eski canlılığında devamını istiyor muyuz? Deprem travması nedeniyle gözlemlediğimiz geçici göçün kalıcılaşmasına imkân verecek miyiz? Bölgenin bir cazibe merkezine dönüşerek İstanbul dâhil Türkiye’nin her tarafından beceri seti ithal etmesini sağlayacak mıyız?
Eğer bu sorulara cevabınız “evet” ise o vakit, geniş deprem bölgesinde yaşayanlara, yaşamayı ve çalışmayı tercih edenlere bölgesel vatandaşlık geliri uygulamasına hazır olmalıyız. İşletme sahiplerinden öğretmenlere, polislere, tüm çalışanlara, herkese doğrudan bir gelir transferi sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyacımız var.
Yoksa ne olur? Geçenlerde Konya’ya göçen bir gıda sanayii işletmecisi artık faaliyetini Konya’ya taşımak istiyordu. Süt ürünleri üzerine çalışıyordu. Sütü bölgedeki hayvan yetiştiricilerinden topluyor ve işliyordu. Şimdi aynı işi başka yerde yapmak istiyor. Deprem bölgesinde o işletme yoksa hayvancılık da bir darbe yiyecek demek sonuçta. Herkese vatandaşlık geliri dediğim o.
Daha önce Ege’deki Yunan adalarında, mesela en son Küçük Çuha (Antikythera) Adası’nda örneğini görmüştük. Belediye adaya gelecek ailelere ayda 500 Euro ödemeyi öneriyordu, nüfus azalmasın diye. Doğrusu ben bu son dönemde bölgedeki iş insanlarının “şirketlere, kurumlara değil, doğrudan bireylere gelir aktarımına öncelik veren bir düzenleme”nin öneminden bahsettiklerini işitiyorum. Böyle işte.
Türkiye depremle birlikte hakikatle yüzleşti. Aynı üstadımız Keynes’in The Economic Consequences of Peace’in “Barışın Ekonomik Sonuçları" girişinde anlattığı gibi bana sorarsanız. “İçinde bulunduğu ortama alışmak insanoğlunun en belirgin özelliklerinden biridir. Çok azımız Batı Avrupa'nın son yarım asırdır içinde yaşadığı ekonomik organizasyonun ziyadesiyle alışılmamış, değişken, karmaşık, güvenilmez ve geçici olduğunun farkındaydık” diye başlıyordu üstat.
“Son dönemlerde elde ettiğimiz en garip ve geçici avantajların doğal, kalıcı ve bel bağlanabilir olduğunu farz etmekte ve planlarımızı da buna göre yapmaktaydık. Bu kumun üzerine atılmış yanlış temel üzerinde sosyal ilerleme planları yapmakta ve siyasi platformlarımızı donatmakta, düşmanlıklarımızın ve belirli hırslarımızın peşinden gitmekte ve Avrupa ailesindeki iç çatışmayı hafifletmek yerine kışkırtmaktan kazancımız olacağını düşünmekteydik."
Aynı biz sanki. Özellikle “Türkiye uçuyor, kaçıyor, âleme nizam veriyor, Türkiye yüzyılı geliyor” filan derken 6 Şubat gecesi sabaha karşı hakikatle yüzleştik. Özellikle "Son dönemlerde elde ettiğimiz en garip ve geçici avantajların doğal, kalıcı ve bel bağlanabilir olduğunu farz etmekte” olduğumuzun farkına vardık. “Kumun üzerine atılmış yanlış temel üzerine” kurduğumuz hayaller yıkıldı. Evren bize “Sen önce kendi kapının önünü süpür” dedi bir nevi. Artık meşrebinize göre yorumlayın.
Şimdi bizim kentlerde hayata dönüşü örgütleyecek bir ihtiyaç analizi yapmamız gerekiyor öncelikle. Sonra bozulan moralleri düzeltip sıçramaya hazırlanmalıyız. Peki, nasıl?
Doğrusu ben hakikatle yüzleşmenin getirdiği bu travmayı atlatabilmek için memleketin iyi bir geçiş süreci yönetimi dönemine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir geçiş, sağlıklı bir yönetişim mekanizması olmadan adil bir biçimde yapılabilir mi? Yapılamaz.
Buraya kerameti kendinden menkul, yeterince tartışılmamış ama tek taraflı olarak uygulamaya konmuş ham fikirlerle geldik. Şimdi buradan meşveret olmadan çıkılmaz bana sorarsanız. Osmanlı dönemindeki gibi bir tür Meşveret Meclisi olmadan biz bu travmadan bir fırsat çıkartamayız. Doğrusu ben önümüzdeki seçimlerin son derece zamanlı bir fırsat olduğunu düşünüyorum toparlanmak için.
Söylemiş olayım.